Said Nursi’nin avukatından hukuk dersi

Said Nursi’nin avukatından hukuk dersi

Said Nursî’nin vekili Av. Bekir Berk’in Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesine sunduğu itiraz dilekçesi

RisaleHaber-Haber Merkezi

BEDİÜZZAMAN’IN SON 60 GÜNÜ 

Bediüzzaman Said Nursî’nin vekili Avukat Bekir Berk’in 28.01.1960 gününden sonra hazırlayarak Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesine sunduğu itiraz dilekçesi-2

Basın Kanunu ve İlgili Mevzuata Ek

İstanbul Üniversitesi Ceza Hukuku ve Ceza Usul Hukuku Doçenti Dr. Sahir Erman’ın “Sistematik-İzahlı Basın Kanunu ve İlgili Mevzuata Ek” adlı eserinin 44. Sayfasında muvafakatla şikâyet müessesesi arasındaki farkı incelerken “Şikâyet üzerine savcı amme dâvasını açmaya mecbur değildir. Adem-i takip kararı verebilir” dedikten sonra daha ileride “Suçtan zarar gören kimse yazılı muvafakatini verdiği takdirde artık savcı dâvayı açmaya mecbur kalır” demek suretiyle görüşünü ortaya koymuştur.

Ceza hukuku sahasındaki otoritelerden İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku ve Ceza Usul Hukuku Prof. Dr. Nurullah Kunter ise “Muvafakat verildikten sonra müddeiumumînin dâva açmakla mükellef olduğunu İstanbul Barosu Dergisinin 8. Cildinin 3. Sayısındaki ‘Neşir Yoluyla veya Radyo ile İşlenecek Bazı Cürümler Hakkındaki Kanun ve İzahı’ başlıklı tedkikinde şu sözlerle belirtmektedir:

“Şikâyet üzerine savcı takipte, amme menfaati görmeyebilir. Muvafakat üzerine takipte amme menfaati görmeye mecburdur. Bu kanaatımızda kanun, hazırlık çalışmalarında beliren maksadına mecburdur. Bu kanaatımızda kanun, hazırlık çalışmalarında beliren maksadına dayanmaktadır.”

Prof. Kunter'in bahsettiği hazırlık çalışmalarında hükmün, kanaatini te'yid eden komisyon gerekçesini naklettikten ve bazı komisyon kararları serdettikten sonra şu hükme varmaktadırlar:

“Vardığımız netice şu oluyor ki: Şikâyet ile muvafakat arasında gözetilen fark birdir. Şikâyet üzerine savcı, takipte amme menfaati görmeyebilir. Muvafakat üzerine takipte amme menfaati görmeye mecburdur.”

Bütün bu izahatın ortaya koyduğu hakikat şudur:

Müvekkilimin, muvafakatini —itibarını sarsan isnat sebebiyle dava açmak maksadıyla— bildirilmesi üzerine müddeiumumî takipsizlik kararı veremeyip, basın mahkemesinde dâva açmaya mecburdur. Hakikat böyle olduğu halde, aksine hareketle takipsizlik kararı verilmiş olması bu bakımdan çok açık bir yolsuzluk teşkil etmektedir. Malum olduğu üzere müddeiumumîler adliye vekillerinin emirleri üzerine dâva açmakla mükellef olduğu halde dâvayı açtıktan sonra şikâyetinin kuvveti derecesinde mütalâa istiklâlinin icaplarını yerine getirir ve tahkikatın seyrine ve neticelerine göre tam bir serbestilikle hareket eder. Bunun içindir ki Fransızlar “la plumr est serve mais la parole est libre” (Yazı esir ise de söz serbesttir) demişlerdir.

Evet muvafakat verildiği takdirde müddeiumumi yukarıdaki misalde olduğu gibi dâva açmak mecburiyetindedir. Ve aksine hareket kanun gerekçesinin, komisyon meclisi müzakerelerinin ve ceza hukuku ve ceza usul hukuku mütehassıslarının da mânasını açıkladığı kanun ruhuna tamamen aykırıdır. Eğer mütalâa hürriyetini aleyhimize istimal edecek idiyseler bunun yukarıdaki misalde olduğu üzere iş, mahkemeye intikal ettikten sonra ortaya koyabilirlerdi.

Ve o zaman dâvanın taraflarından olmaları sebebiyle bu noktadan kendilerine ta‘anda da bulunmazdık. Kanun, kanunsuz olarak aleyhimize tefsir edilerek takipsizlik kararıyla itibarımıza vaki tecavüzün hesabını kendileri gibi bitaraf olacak hâkimlerin huzurunda sormamıza ve âdilâne kararı istihsal etmemize bu şekilde mani olmaları yolsuzdur. Ve bu sebepten kaldırılması gerekir.

Bu Tabirde Hakaret Vardır.

b) Kaldı ki “dinde sahtelik” isnadı ile açıkça bir hakarette bulunulduğu gibi, ayrıca inkâr kabul etmez bir şekilde itibar sarsıcı bir tecavüzdür. Hiçbir bîtaraf görüş ve telakki, bu hususta tereddüde düşemez, hakarettir; itibar sarsıcı isnattır. Çünkü evvela sahtekârlık mefhumu, umumiyetle ve her sıfat hakkında sahtekârlığı tazammun ettirir. Meselâ: “Sahte hâkim, sahte cumhuriyet müddeiumumîsi, sahte âlim, sahte doktor” tabirlerinin hepsinde bunların matufu olduğu şahsa sahtekârlık isnadı vardır. Her ne mevzu olursa olsun, sahtekâr olan kimse, ahlaken düşük, doğruluk haysiyetinden mahrum şahıs olur. Böyle bir şahsa karşı uyanacak duygular ise, herkes yanında olmasa bile, namuslu ve içi dışı bir insanlar arasında ancak istikrah, itimatsızlık ve nefret gibi duygular olabilir.

Hülâsa: Sahtekârlığın kötü bir şey olduğu ve bir kimseye sahtekârlık atfetmenin o kimseye hakaret teşkil edeceği o kadar aşikârdır ki, bunun hilafını ancak medeni insan mantığından tamamen ayrılmış bir mantık iddia edebilir. Sahtekârlıkla damgalanmak istenen şahsın bütün ömrü sahtekârlarla mücadele ile geçmişse, sahtekârlık isnadı o şahıs hakkında tasavvur edilebilecek hakaretlerin, itibar sarsıcı tecavüzlerin en ağırlarından birisi olabilir.

Şeref ve Haysiyete Tecavüz Edilmiştir.

c) Sahtekârlık isnadı, ağır bir tecavüzdür. Fakat isnadın bize yapılan şekli daha ağır bir tecavüzdür. Gerçekten müvekkilime isnat olunan şey lalettayin sahtekârlık değil, dinde sahteliktir. Arzetmiş olduğumuz gibi, her iş için sahtekârlık derece derece içtimaî ve hukukî suç teşkil eder ve bu sıfatların bir şahsa izafe edilmesi suç isnadı mahiyetindedir. Alelade satıcının sahtekârlık yapması suçtur. Taşımadığı memuriyet sıfatını kendisine izafe ederek kendine memur süsü veren bir şahsın hareketi yine sahtekârlık suçudur ve kanun karşısında cezayı muciptir. Dinde sahtekârlık yaparak vicdanları istismar eden sahtekârın suçu ise; bir kerre bu hareketler derecesinde suçtur. Bütün âlemler için son Peygamber olan Resulullahın yolunda yürüyen bir insana dinde sahtelik isnadında bulunmak ise daha çok ağır bir hakaret ve itibar sarsıcı bir tecavüzdür, isnattır. Bir kimseye dinde sahtelik yapıyor demek elbette ki onun üzerine husumeti ve nefreti, istihzayı celbeder.

Hülasa: Onun şeref ve haysiyetine, namus ve itibarına açık ve ağır bir tecavüzdür, isnattır.