Said Nursi ve Sanat: “Meyyit hayat veremez”

Geçen haftaki “Sanat ve Manifesto” başlıklı yazımız münasebetiyle bazı okuyucular, üstadın bu gibi sanat meselelerine nasıl baktığıyla alakalı bir şeyler yazmamızı, bunu yapmadığımız takdirde mezkur yazının eksik kalacağını söylediler ısrarla. Onun için bu yazı da Bediüzzaman hazretlerinin bilhassa beşeri sanatlara nasıl baktığını anlamaya çalışacağız.

Resim, heykel, roman, sinema, tiyatro, şiir…

Üstadın bu sanat dallarına bakış tarzını, onları nasıl değerlendirdiğini dilerseniz bizzat kendi metinleri üzerinden izlemeye çalışalım:

Beşerin şimdiki seyyiat-alud hırçın ruhunda, mütebessim küçük cenazeler olan suretlerin (resim) rolü ehemmiyetlidir. Memnu heykel; ya bir zulm-ü mütehaccir, ya bir heves-i mütecessim veya bir riya-yı mütecessiddir. (Hakikat Çekirdekleri, 101-102)

Bu pasajda, plastik sanatların en gözde iki parçası olan resim ve heykele karşı İslam dünyasında haklı olarak gösterilen olumsuz tutum olduğu gibi tekrarlanmış. Hem de bu olumsuz tutumun ardında yatan hakimane gerekçeyle birlikte. Üstadın, bu hususta yalnız olmadığı yani cumhur tarafından paylaşılan bir mütearifeyi gerekçesiyle birlikte ortaya koyduğu açıktır. Resim ve heykelin tevhit akidesiyle uyuşmasının imkansızlığı üzerine nice değerli çalışma kaleme alınmıştır.

Avrupadan tereşşuh etmiş şu hazır edebiyat romanvari nazarla, Kuranda olan letaif-i ulviyet, mezaya-yı haşmeti göremez, hem tadamaz… Tek bir ilacı bulmuş; o da romanlarıymış. Kitap gibi bir hayy-ı meyyit, sinema gibi bir müteharrik emvat! Meyyit hayat veremez. Hem tiyatro gibi tenasühvari, mazi denilen geniş kabrin hortlakları gibi şu üç nevi romanlariyle hiç de utanmaz… (Lemaat, 736)

Öyle anlaşılıyor ki üstat, sinema ve tiyatroyu da romanın birer türevi olarak görüyor. Her senaryo damıtılmış roman olduğuna göre bu kanaat serapa doğrudur. Üstadı, bu sanatları kuşkuyla karşılamaya iten neden, büyük ihtimalle, hepsinin kaynağının Avrupa olması. “romanvari nazar” tabiri çok enfes ve bir o kadar manidar! Romanın diğer bütün sanatların (özellikle edebi) hulasası ve temeli olduğu dikkate alınınca bu tabir, sanatın doğasında daha felsefi bir ifadeyle sanatın ontolojisinde mündemiç olan mana-yı ismi’yi (gaflet, yetimane ağlayış, nefsani hüzün) çok veciz bir şekilde özetliyor gibi.

Şiir ise, çendan kıymettar, şirin bir vasıta-yı ifadedir. Fakat şiirde hayal hükmettiği için, hakikate karışır, hakikatlerin suretini değiştirir. Bazan hakikat birbirine geçer. Halis hak ve mahz-ı hakikat olan Kuran-ı Hakim’in hizmetinde, istikbalde bulunacağımız mukadder olduğundan, Kader-i İlahi bir inayet olarak bize şiir kapısını açmadı. (Barla Lahikası, 334)

Bahse konu sanat dalları içinde üstadın en sıcak baktığı şiirdir, hiç şüphesiz. Zira onun vatanı Avrupa değil, biziz, yani Doğu. Avrupa şiiri Doğudan öğrendi. Şiir, “Şirin bir vasıta-yı ifade” olmasına, Cemil Meriç’in naif ifadesiyle ezelden beri ona dost ve aşina olmamıza rağmen hakikate verebileceği zarar açısından ona da güvenmez Bediüzzaman hazretleri.

Kısacası üstad Bediüzzaman, dinin muhkem ve sahih kalesi içerisinden bakıyor sanata. Ve tabiî ki hem baktığı yer doğru hem bu bakışında sonuna kadar da haklı. Üstadın burada yaptığı şey sanat karşıtlığı değil kesinlikle. Sanat ile dinin sahasını özenli ve basiretli bir şekilde birbirinden ayırmaktır. Her ne kadar kuşku götürmez bir iyi niyetten kaynaklansa da sanatı vasıta yaparak dini hakikatleri geniş kitlelere tebliğ etme çabası son kertede kadük ve başarısız kalmaya mahkum kalacaktır, her zaman. Sanatın ontolojisi böyle bir teşebbüse uygun değildir. Çünkü sanat, tebliğ etmez, telkin eder sadece. Hedefi “doğru”yu değil “güzel”i bulmaktır. Yanlış bile olsa. Sanatın perspektifi meyyittir (ölüdür). Kendisi ölü olan bir şey, ölü kalplere nasıl hayat verebilir! Bu sırra binaen Hidayet romanları ile hidayete gelen insan sayısı bir elin parmakları kadar az. Ama bazılarınca “ağır” olarak görülen diline rağmen Risale-i Nurları okuyarak iman nimetiyle buluşan insan sayısı on binlerce. Bunun bizce tek sebebi, sanat gibi nakıs bir aracı kullanmaması, böyle bir şeye tenezzül etmemesi, hakikati olduğu gibi yani ona yakışan bir metotla muhtaç olan gönüllere duyurması. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum