Senai DEMİRCİ

Senai DEMİRCİ

Risale-i Nur’un Kur’ân’a Bakışına Dair Yazılası Yedi Makale

1. Risale-i Nur, Kur’ân’a bakmakla yetinmez. Risale-i Nur, Kur’ân’da akar. Ayeti dışarıdan seyrettirmek ve tanımlamak yerine, ayetin içine katar muhatabını, ayetin iklimini nefeslendirir, gönül gözünü ayetin rengiyle renklendirir. Ayetin anlamıyla hallendirir insanı. Altıncı Söz’e bakalım meselâ. Tevbe 111. ayetiyle başlar Altıncı Söz. Ayetin meali yoktur başta; ama Altıncı Söz’ü adam akıllı okuyan sonunda fark eder ki, hiç ummadığı, sonsuz kârlı, sevinçler bahşeden bir alışveriştedir. Ayetin son cümlesini bir duygulanım olarak içinden seslendirir: “Sevinin bu alışverişe, haydi sevinin!” Duyguları ayetin anlam eşiğine baş koyar.

2. Risale-i Nur ayetleri alıntılamakla yetinmez. Risale-i Nur, ayetlerden alınır. Risale-i Nur’un kilit cümleleri en az bir ayetin ya da hadisin anlam ekseninde kurulur. Bu yüzden “Risale-i Nur’da geçen ayet ve hadisler” başlığı altında listelenen ayet ve hadislerden fazlası vardır Risale’de. Misal: “Bismillah her hayrın başıdır’’ cümlesi dikkatle okunduğunda “Oku, yaratmakta olan Rabbinin adıyla oku…’’ mealiyle başlayan ayetlerin izi sürülür. Zira yaratılan her şey ‘hayır’dır, çünkü Yaratanın tercihidir. Tercih, Yaratıcı’nın tercihi ise elbette hayır olacaktır-bize şer bile görünse. Yaratıcının bize şer görüneni yaratmayı tercih etmesi şer değildir, bizim o şerri tercih etmemiz şerdir. [Halk-ı şer şer değildir; kesb-i şer şerdir.] Bu yüzden, “hayır” kavramı, Risale-i Nur’da, “vücud/varlık” anlamına gelir. Var edilen her şey Rabbin ismiyle varsa, “Bismillah” demek, “her şey Allah’ın adına vardır…” demektir. “Bismillah” demek, “her iş Allah’ın adıyla gerçekleşir” demektir. “Bismillah” derken, “Biz dahi her işte Allah’ın adına hareket ederiz” demek isteriz. Gerçeğimizdir Bismillah; söyleyip geçtiğimiz sözden fazlasıdır. Biricik var oluş seçeneğimizdir. “Onunla başlarız” değil; “Ona başlarız.” Bir ömür sadece “Allah adına başlama” sınavı veririz. Bütün başlamalarımız/teşebbüslerimiz/niyetlenmelerimiz/hareketlerimiz Allah’ın esması adına var olan bir varlık alanına başlamaktır aslında. Böylece, “Oku, ismiyle Rabbinin ki yaratmakta…” uyarısı kendimize ait olmayan bir alanda, kendi adımıza var olmadığımız gerçeğini okutur bize. O vakit, Hira’nın o müthiş seslenmesi, her nefesteki gerçeğimiz olur. “İkra…” hitabı hep yeni kalır. Her an Kadir Gecesi’ne döner…

3. Risale-i Nur ayetlerin mealini lügatten vermez. Risale-i Nur ayetlerin mealini hayattan verir. Madem ki Kur’ân “kitab-ı kâinatın tercümesi”dir, öyleyse her ayete insanın fıtratında, eşyanın tıynetinde, kâinatın sayfalarında ayeterin karşılığı vardır. Misal olarak, Birinci Söz’de asâ-yı Mûsa ve azâ-yı İbrahim mucizelerini haber veren iki ayetin takdimine bakalım. Taşların yumuşaması, sadece tarihte olmuş bir olay değilmiş demek ki. Toprak altındaki her latif kök ve damar birer asâ-yı Musâ siluetinin tamamlar, sert olan taş ve toprağı deler geçer. Ateşin serinlemesi de, tarihte bir olaydan ibaret değilmiş demek ki. Yazın hararetine karşı yaş kalan nazenin yapraklar, “ey ateş serin ve selametli ol!” ayetinin sessiz dili olurlar. Ayetlerin anlamı, varlığın göğsünde bir kalp gibi çarpmaya devam eder.

4. Risale-i Nur, ayetleri tarihin kayıtları olarak okumaz. Risale-i Nur, ayetleri “şimdi ve bura”nın gerçeği olarak okur. Birinci ve İkinci Lem’âlar önümüze, bu konuda, çok bereketli bir yol açar. Anlarız ki, Yunus da biziz, Eyyub da biz… İç dışa dış içe bir çevrilsek Eyyub’dan [as] bin beteriz. Halimize bir baksak, biz de Yunus’un [as] üç karanlığı içindeyiz. Kıssaları siretimizin aynası olarak önümüze koyan Üstad, Yunus’un [as] ve Eyyub’un [as] ağzından bize bildirilen ayetleri, arz-ı halimiz olarak okutur. İçimizde saklı sancıların, kalbimizde uyuttuğumuz korkuların hakiki seslerine kavuşuruz böylece… Gönlümüzün suskun kaygıları ve ümitleri dile gelir ayetlerin sesiyle. Hem bu canlı bakış bu iki kıssayla sınırlı değildir. Üstad, Risale okumalarını bir tekrar ve ezber olarak değil, sürekli yenilememiz gereken bir bakış açısı olarak sunar. Dileyen Nur talebesi -ama Nur talebesi- Birinci ve İkinci Lem’âlar’dan aldığı dersi diğer kıssalara uygulayabilir. İşte o vakit, Risale-i Nur’un bir maya metin olduğunu, bir nüve düşünce olduğunu fark ederiz. Mayanın tüm Kur’ân’ı tutması, nüvenin neşvünema bulması bizim anlama gayretimize emanettir.

5. Risale-i Nur ayetlerin anlamını tefekkürün omurgası olarak yaşar. Nasıl ki omurga tüm bedenin ayakta kalma sebebidir ama dışarıdan görülmez. Aynen öyle de, dikkat edilirse, kimi bahislerin kurgusu, fark edebildiğim kadarıyla mesela Onuncu Söz’ün kurgusu bir ayetin anlam omurgasına yapışıktır. Bu özel Risale’nin öldükten sonra dirilmeye dair bahardan topladığı deliller, Bakara Suresi’nin 260. ayetindeki İbrahimî talebe verilen cevap üzerinde yürür. Oysa, Onuncu Söz’ün hiçbir yerinde “Rabbim, ölüleri nasıl dirilttiğini görmek istiyorum” talebi lafzen dile getirilmez. İbrahim’e [as] verilen “Öyleyse, dört kuş al, onları kendine alıştır, sonra da ayrı ayrı tepelere sal onları, sana uçarak dönecekler” cevabı, Onuncu Söz’ün her cümlesinin altında akan nehir gibidir. Derinlemesine okuyan metnin içindeki dip akıntıyı duyar.

6. Risale-i Nur, ayetlerin anlam çerçevesini sınırlamaya kalkmaz. Ayetin “bahrinden bir katre…” gibi bir yaklaşımı benimser. Muhatabını ayetin sonsuz çerçevesi içine çeker. Klasik tefsir geleneğinin ‘murad-ı ilâhi’yi sadece söz dizimi üzerinden anlama çabasını aşar. Bunu yaparken de aklımıza harika bir metafor verir. Ayetler deniz gibidir; bir deniz lafzen aynı kalsa bile, ismi hiç değişmese bile, haritadaki yeri sabit olsa bile, denize yaklaşan herkese taze ve diri bir “deniz” sunar. Dalgaları yenidir denizin. Dalga sesleri ilk ve sondur. Köpükleri tazedir. Rengi diridir. Derinliği canlıdır. Her kıyıda herkese özel mesajlar verir. Denizin ne olduğu, ne kadar olduğu, ne demek istediği, herkesin ihtiyacına göredir. Balıkçı başka türlü görür denizi. Şair başka türlü. Dalgıç başka türlü… Sözün özü, Risale-i Nur bizi, ayetin denizine daldırır ve ayeti tattırır. Kıyıdan seyredip denizin adını söylemeyi, denizin kıyılarını saymayı, denizin adalarını bilmeyi, denizi bilmeye eşitlemez. Böylelikle “Denizler mürekkep olsa, Rabbinin sözü bitmez…” mealli ayetin kalp seslerine can kulağı eyler bizi.

7. Risale-i Nur kevni ve kelamî ayetleri esma ekseninde okur. Çünkü ayetlerin anlam eksenlerini esma-i hüsna belirler. Esmayı anlamın ekseni olarak okuyan bir yaklaşım, ne yazık ki, pek az. Olanlar da “tasavvufî tefsir” gibi sınıflandırılarak, ana akım düşünceden uzak bir yere konulur. Esmayı anlamayı eşyanın şahitliği üzerinden yürüten bir yaklaşımın yokluğunun acısını çekiyor insanlık. Eşyayı esma kelimeleri okuyan Risale-i Nur, esma-yı hüsnayı sadece duvarda süs olarak gören, dilde tekrar olarak öğreten gelenekçi yaklaşımın tozlu gömleğini nezaketle yırtar. Zira bu gömlek dar gelir Kur’ân’a ve insana. Esma-i hüsnanın anlamı bir ahlak olarak kuşanılmayı bekleyen ciddi bir sorumluluktur. Esma ezberin konusu değildir; esma “insibağ” / “Allah’ın boyasıyla boyalanma” çağrısıdır. İnsanı ahsen-i takvime doğru yoğuran teknedir esma-i hüsnanın anlamları. Var oluşun en önemli sesidir. Eşyanın şahika sözüdür.

Şunu da hatırlamak gerek ki, kâinat kitabının şahitliği olmaksızın Kur’ân kitabını okumalar, esma eksenli yürüyen ayetlerin sadece “din adamları”nın ilgi alanı içinde olduğuna kanaat ettirdiği ortada. Esma-yı hüsnayı sevap elde etmek ya da müşkülleri aşmak gibi bir araç fonksiyonu olduğunu sananların primi gün geçtikçe artıyor. Oysa, “hakikî hakaik-i eşya esma-i ilahiyedir” derken Üstad, bize, hepimize, Risale-i Nur’a muhatap olan herkese, acil bir Âdemî görev veriyor: “Tâlim-i esmâ…” Yani, varoluşu esma adına okuma ve okutma görevi. Yani, “bismillah”ı “Bi-esma-illah” diye okuma ödevi… Yani, Birinci Söz’de dediğince, “hep başladığımız hayır işi…” Yani, Onuncu Söz’de billurlaşan “esma köprü”yu kurma görevi… Yeryüzündeki her hâli birer “suret” olarak okuyup, esmanın “bab”larından “asıllar”a doğru bir fetih yürüyüşü…

Risale-i Nur okumanın, Kur’ân’a doğrudan muhatap eden usulünü detaylandırırsak, dillendirirsek, , esma medeniyetinin yeniden kurulmasına şahitlik edeceğiz. Belki de şu karanlık geceyi onaran bir mimar olacağız. İnşaalah, Kur’ân’a dair tüm müktesebatımız bir tecdid şahikası kazanacak… “Müceddid” ünvanı, Nur talebelerinin şahs-ı manevisinde yürüyecek.. Üstad’dan devraldığımız talim-i esma mirası, tüm insanlığın ümidi olarak gün yüzüne çıkacaktır, biiznillah…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
17 Yorum