'Said Nursi merhum tabi ki müceddiddir.'

'Said Nursi merhum tabi ki müceddiddir.'

Darül Hikme hocalarından Talha Hakan Alp hocanın, Twitter'da Bediüzzaman hakkında sorulan müceddidlik sorusuna verdiği cevap.

Hazırlayan Abdullah Yargı
RİSALE HABER

Bir süre önce Cübbeli Ahmet Hoca'yla 'rabıta' tartışmasıyla gündeme gelen Darul Hikme İslami İimler Merkezi'nin müderrislerinden Talha Hakan Alp Hoca, Twitter'da kendisine Bediüzzaman'ın müceddidliği hakkında soru soran takipçisine 'Said Nursi merhum da tabii ki müceddiddir.' yanıtında bulundu.

Darul Hikme İslami İlimler Merkezi'nde seminer ve derslerine Talha Hakan Alp, Hazreti Peygamberin (aleyhissalatüvesselam) "Allah her yüz yılın başında dinini yenileyen birini gönderir" hadis-i şerifini yorumladığı ve müceddidlik ve tecdid kavramlarını ele aldığı twitler şöyle:

"Peygamberimiz "Allah her yüz yılın başında dinini yenileyen birini gönderir" der; ama "yeni" ve "yenilik" kavramları bizde alerji nedenidir! Her ne kadar "sû-i misal emsâl olmaz" desek de, kötü tecdid tecrübeleri bizi tecdide karşı gereksiz ve muzır bir çekinceye mahkum etmiştir. Eğer din ile hayat arasındaki dinamik ilişkiyi gereğince kavrayabilseydik, sahih tecdid çabalarımız fasitlerine zaten fırsat bırakmazdı. Hadisteki 100 yıl çağdan kinayedir. Çağ kronolojik değil sosyolojik kavramdır. İlk müceddid de Ömer b. Abdulaziz değil, Hz. Ömer olmalıdır. Dinin mahiyetiyle barışık (tecdid) ve çatışık (bidat) yenilenme modelleri arasındaki farkı kavramadan verilen müspet-menfi tepki alerjiktir."

Talha Hoca @TalhaGokmen adlı kullanıcının Said Nursi Hazretlerinin müceddidliği ile ilgili sorusunu ise 'Said Nursi merhum da tabii ki müceddiddir.' diye yanıtlamıştır.

talha-hakan-alp.jpg

Tecdid nedir? Müceddid kimdir?

Sözlükte “yenilemek, yeni bir yol açmak” anlamındeki tecdîd, bir işi ya da bir şeyi ciddiyetle ve bir yöntemle yeniden ve aslına uygun biçimde yenileme faaliyetini ifade eder. Tecdidi gerçekleştiren kimseye müceddid denir.

Dinin tecdidi, “dinde değişiklik yapılarak bazı unsurların çıkarılıp yeni bazı unsurların eklenmesi şeklinde dinin yeniden tanımlanması” (reform) anlamında olmayıp “zaman içerisinde zayıflayan dinle irtibatın yeniden güçlendirilmesi” demektir (Karaman, s. 584; Ertürk, X/1-3 [1997], s. 129-130).

Müceddid yeni bir şey getirmemekte, ancak dinle hayat arasına girerek bunları birbirinden uzaklaştırdığı kabul edilen bir gelişmeyi eğer dinin aleyhine ise açığa çıkarmakta, aleyhinde değilse dinle irtibatı içinde temellendirip meşruiyetini göstermektedir. 

Başta hadislerin yazılması ve sahâbeyle ilgili tavrın tashihi (Ömer b. Abdülazîz) olmak üzere fıkıh usulünün tedvini (İmam Şâfiî), fıkhın sistematik bir ilim haline getirilmesi (İbn Süreyc), akîdenin temel çerçevesinin doğru şekilde çizilmesi (Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî), fıkıhla hadisler arasındaki irtibatın temellendirilmesi (Bâkıllânî - Ebü’t-Tayyib Sehl es-Su‘lûkî - Ebû İshak el-İsferâyînî), tasavvuf, kelâm ve felsefe arasındaki ihtilâfın açığa çıkarılarak bunlar arasında iletişim ve hiyerarşik irtibatın kurulması (Gazzâlî) gibi adımlar, müceddid diye nitelendirilen İmamların bazılarıdır.

(DİA, yıl: 2011, cilt: 40,  sayfa: 234-239)

Risalelerde Tecdid Konusu

Bediüzzaman, Hoca Haşmet Efendi'den gelen müceddidlik hakkındaki mektubu şöyle cevaplıyor;

“Aziz, Sâdık ve Muhterem Hoca Haşmet Efendi,

Sizin müceddid hakkındaki mektubunuzu hayretle okuduk, Üstadımıza söyledik. Üstadımız diyor ki: ‘Evet, bu zamanda hem îman ve din, hem hayât-ı içtimaiye ve şeriat, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i İslâmiye için gayet ehemmiyetli bir müceddid ister. Fakat en ehemmiyetlisi, hakâik-i îmaniyeyi muhafaza noktasındaki tecdid, en mukaddes ve en büyüğüdür. Şeriat ve hayat-ı içtimaiye ve siyasiye daireleri, ona nisbeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalıyor. Rivayet-i Hadîsiyede tecdid-i din hakkındaki ziyade ehemmiyet ise, îmanî hakâikdeki tecdid îtibariyledir. Fakat efkâr-ı âmmede ve hayat-perest insanların nazarında zâhiren geniş ve hâkimiyet noktasında câzibedar olan hayat-ı içtimaiye-i İslâmiye ve siyaset-i dîniye cihetleri daha ziyade ehemmiyetli göründüğü için, o adese ile o nokta-i nazardan bakıyorlar, mâna veriyorlar.

Hem bu üç vezaif birden bir şahısta veyahut bir cemaatte, bu zamanda bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerh etmemesi, pek uzak, âdeta kabil görülmüyor. Ahir zamanda Âl-i Beyt-i Nebevî’nin cemaat-i nûraniyesini temsil eden Mehdî’de ve cemaatindeki şahs-ı mânevîde ancak içtimâ edebilir. Cenâb-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, bu asırda Risâletü’n-Nur’un hakikî şâkirdlerinin şahs-ı mânevîsine hakâik-i îmaniyenin muhafazasında tecdid vazifesini yaptırmıştır. Yirmi senedenberi o vazife-i kudsiyede te’sirli ve fâtihâne neşriyatıyla gayet dehşetli ve kuvvetli zındıka ve dalâlet hücumuna karşı tam mukabele edip yüz binler ehl-i îmanın îmanlarını kurtardığını kırk bin adam şehadet eder. Amma benim gibi âciz ve zaif bir bîçârenin böyle binler derece haddimden fazla bir yükü yüklenmek tarzında bîçâre şahsımı medar-ı nazar etmemeli’ diyor ve size selâm ediyor. Biz de zât-ı âlinize ve oradaki Risâletü’n-Nur ile alâkadar olanlara selâm ediyoruz. Risâle-i Nur şâkirdlerinden Emin, Feyzi.” (Kastamonu Lahikası)

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum