Said Nursi İslami basın yayını yeniden başlattı

Said Nursi İslami basın yayını yeniden başlattı

Hekimoğlu İsmail, İslami basın yayın konusundan bahsetti.

Risale Haber - Haber Merkezi
 
Zaman yazarı Hekimoğlu İsmail bugünkü yazısında İslami basın yayın konusuna değindi. Türkiye'de İslami basın yayına geçişte Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin yaşadığı zorlukların altını çizen Hekimoğlu İsmail "Bediüzzaman Said Nursi sürgünde ve hapiste iken eserlerini yazarak, yazdırarak çoğalttı. Böylece İslamî basın ve yayını yeniden başlattı diyebiliriz. 1926’dan 1960’a kadar Said Nursi’nin hayatı hapislerde ve sürgünlerde geçti. Risale-i Nur talebeleri hakkında 750’den fazla beraat kararı alındığını söylersek; İslamî basın yayına geçmenin zorlukları anlaşılır… " dedi.
 
Hekimoğlu İsmail'in yazısı:
 
Özlenen çile…
 
Biz Kur’an’ın yasaklandığı devirlerde yaşadık. Harf inkılabı ve diğer devrimler karşısında bir kısım dindar âlimler, “Artık bir şey yapamayız.” diyerek köyüne, kentine çekildi. Bir kısım kitapçılar iflas ederken, çıldıranlar da oldu.
 
Depolar dolusu kitap işe yaramaz duruma geldi. 1400 senelik İslam kültürü artık kültürsüzlük sayılıyordu. Pek çok kimse tandırda, ocakta, sobada kitap yakıyordu. Kur’an-ı Kerim’in basılması ve dağıtılması yasak olan bir devirde İslamiyet adına ne yapılabilirdi? Kaldı ki aynı devirde Kitab-ı Mukaddes ve Red House gibi kuruluşlar da İncil, Tevrat ve bunlarla ilgili kitaplar satılıyor, hatta hediye ediliyordu. İşte Hıristiyanlığa her türlü imkânın, Müslümanlara da hayat hakkının tanınmadığı devirlerde Bediüzzaman Said Nursi sürgünde ve hapiste iken eserlerini yazarak, yazdırarak çoğalttı. Böylece İslamî basın ve yayını yeniden başlattı diyebiliriz. 1926’dan 1960’a kadar Said Nursi’nin hayatı hapislerde ve sürgünlerde geçti. Risale-i Nur talebeleri hakkında 750’den fazla beraat kararı alındığını söylersek; İslamî basın yayına geçmenin zorlukları anlaşılır… 1940’lı yıllarda İslam’dan yana olan bazı dergiler çıkıyordu amma bunların içinde en önemlileri Serdengeçti ve Büyük Doğu’ydu.
 
Sevk-i İlahî ile yolum Cağaloğlu’na düştü. 1952’den beri Cağaloğlu’nda bulunuyorum. Kimleri gördük, kimlerle tanıştık, kimlerle konuştuk… Nasıl ki heykeltıraş mermeri yontarak heykel yapar, taşı insana benzetir; cahiliye devrini yaşayan bu adama da Cağaloğlu, İslamiyet’i ve Müslümanca yaşamayı öğretti. Bu sebepten burası benim için bir tekke, bir dergâh gibidir. Bu bölgedeki insanlar bana ufuk olmuştur. Sanatkârlar bir bir geçip giderken romana, hikâyeye, şiire meraklı niceleri gelip geçti. O dönemde edebiyatın İslam’ın emrine verildiği tek dergi, Büyük Doğu’ydu. Bizim nazarımızda Büyük Doğu, cemiyeti saplandığı çıkmaz sokaktan çıkarmaya çalışan bir veli hükmündeydi. Necip Fazıl, helak olan milletlerin yolunda giden bir ülkeyi ikaz ederek, bu yolda fiilî çalışmalar yaparak velayet derecesine yükselmişti. Büyük Doğu mecmuası ve Necip Fazıl şiirlerinin, benim uyanmamda ve İslamiyet’i anlamamda rolü büyük oldu. Efendimiz (sas) buyurmuş ki; “Ümmetimin âlimleri İsrailoğullarının peygamberleri gibidir.”  Hiçbir zaman diken ekilmez. Ekin ekilmeyen yerlerde diken kendiliğinden biter. İslam âlimleri ilahi taksimata göre, İslamiyet tohumunu ektiler. Necip Fazıl, “Ağzımızda buğday tanesi taşıyan kuş gibiyiz, onu düşürdük, yeşerirse yeşersin. Yeşermezse toprak utansın!” derdi. Böyle söyledi, böyle yaşadı, uyuyan ruhumuzu ayağa kaldırdı. Yaşadık mı, yaşamadık mı bilmiyoruz amma, bir şeyler yaptık. Risale-i Nurları okumadan anlamadan, dağıtmaya çalıştım. Gittiğim yerlerde müsait olanlara “Risale-i Nurlar var, isterseniz getiririm.” diyordum. İsteyen oldu mu, adresini alırdım, karanlık basınca götürüp teslim ederdim. Böylece hem polisin takibinden korunurdum, hem de mesai dışı çalışmalar yapardım. Aldığım fiyata verirdim, kâr etmezdim. Taksitle verdiğim de oldu, taksitlerini ödemeyenler de vardı. Tefsir okurken, derse giderken, haramlardan kaçarken, ibadet ederken kurbanlık koyunlar gibiydik. Her zaman her yerde bizi alıp götürebilirlerdi. Mesela Büyük Doğu’nun da pek az yerini anlardım. İdeolocya Örgüsü’nü hiç anlamazdım. Amma bir akrabama kavuşmuş gibi sevinirdim, anladığım yerler bana yeterdi, şiirleri ezberlemeye çalışırdım. Yollara attığım dergiler ve kitaplar bu milletin karanlık dünyasına düşen meşalelerdir, diye düşünürdüm.
 
Şimdi seksen yaşını aşmış bir ihtiyarım ve o günlerin çilesini özlüyorum…

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.