‘Said-i Nûrsî Devleti’ değil, Bilinçli Ümmet inşâ ediliyor

Evet, “Said-i Nûrsî Devleti Değil, Bilinçli Ümmet İnşâ Ediliyor” başlığında zikredilenlerin arasındaki farkı birbirinden ayıramamak ciddî bir eksiklik olduğu gibi, Risâle-i Nûr eserleriyle müellifi Bedîüzzaman Hazretlerini de anlayamamış olmaktır.

Risâle-i Nûr eserleri ve Hazret-i Bedîüzzaman hakkında ve hatta bu eserleri okuyanlar da dâhil olmak üzere yapılan bütün tecessüsler, tâkipler, tetkîkler, gizliden gizliye yürütülen araştırmalar ve yapılan nice âni baskınlar ve nihâyetinde hazırlanan bütün resmî raporlar ve uzun mahkeme süreçlerinin ne’ticesinde verilen berâetler; Said-i Nûrsî devleti kuruluyor iddiâsını ve böyle bir teşebbüse sevk ettiği algısını kökünden reddeder ve birbirinden ayıramadığınızı alenen gösterir. Zirâ, Risâlelerin ve hakîki Nûr Talebelerinin îmân kurtarmaktan başka bir gâyesi ve dâvâsı yoktur.

Bu durumda eli kalem tutan ve yazanlar için şunu soralım:

Yazar olmak bizden neler ister? Ve yazar olanlardan millet ne ister?

TDK’da, “Özellikle gazete ve dergilerde herhangi bir konuda yazı yazan kimse, kalem erbâbı, muharrir” diye tanımlanıyor. Bu tanımdan gidersek, yazar olmak; yazacağı konular hakkında en evvelen ‘hakkıyla’ bilgi sâhibi olmayı ister. Eğer ‘hakkıyla’ mes’elesinde problem varsa, kalan herşey bunun üzerine inşâ edileceği için ‘problemli’ gider.

Dikkat edildiyse “kalem erbâbı” deniyor ve erbâb’ın mânâsı ise; Bir işten iyi anlayan, o işte becerikli, usta, mâhir olan kimse” demek olduğuna göre, ‘yazar’ ünvanına sâhip olan bir kimsenin, o kullandığı kaleminin hakkını vermesi ve yazacağı mes’elelerin hakîkatlerini de her cihet ve yönleriyle araştırması mesleğinin ve yazarlığının muktezâsı oluyor.

“Bugün devletin FETÖ diyerek mücadele ettiği Fetullah Gülen cemaati, bilindiği gibi Saidi Nursi takipçisidir” ifâdesi hem yanlıştır, hem de bunu Risâlelere yamamak niyetini hissettirmektedir. Zirâ bu mantık ile düşünülür ve bakılırsa, DEAŞ de Kur’ân’ın tâkipçilerinden bir zümredir, o vakit mes’eleyi gelip Kur’ân’a bağlamak gerekir!

Şunu soralım; acaba Kur’ân-ı Azîmmüşşân, DEAŞ gibi bir zümreyi kabûl ediyor mu? Faaliyetlerini ve niyetlerini Kur’ân destekliyor mu? Evet diyemeyen her insâf sâhibi, aynı soruyu burada da sormak zorundadır. Acaba Risâle-i Nûr ve müellifi Bedîüzzaman Hazretleri, FETÖ grubunun kalkıştığı bu işleri kabûl ediyor mu? Ve faaliyetlerini ve niyetlerini destekliyor mu?

Ve ayrıca şunu da soralım; Fethullah Gülen grubu ile Nûr Cemaatlerini kol kola birlikte mânevî hizmet üretirlerken nerede gördünüz?

Oysa Hazret-i Bedîüzzaman’ın vâris olarak ta’yin ettiği talebelerini hizmetlerde veya mevlîd programlarında veya husûsi programlarda dâima bir arada görebilirdiniz ve görebilirsiniz. Kur’ân’ın salık vermediğini ve men’ ettiğini yapanlar nasıl hakîki tâkipçileri değilse, Risâle-i Nûr’un da salık vermediğini ve men’ ettiğini yapanlar hakîki takipçileri değildirler. Ancak nasıl ki Kur’ân-ı Azîmüşşân’ı çokları okur, elbette Risâle-i Nûr’u da çokları okur.

Hele hele Papa’ya Risâle-i Nûr gönderilmesini örnek göstererek, suç gibi göstermeye çalışmak ise, kendi Peygamberinin (asm) ve sâhibi olduğun dînin tarihini hiç bilmemektir. Dîn-i İslâmiyet, bütün nev-i beşer’e gelmiştir ve ilânı da, tebliği de, dâveti de umûm beşere yapılacaktır.  “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men’ eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân, 104)

İşte kalem tutan bir muharrir, kulağına gelenlerle değil, oradan buradan okuduklarıyla da değil, hele hele zann ile hiç değil, ancak ve ancak mes’elenin asıl kaynağından yâni bu iddiâlarına Risâle-i Nûr içinden ve satırlarından delîl getirmek ile isbât-ı vücûd yapabilir. Yoksa yazarlığın mes’ûliyeti herhalde önüne gelecek. “İşledikleri her şey ise kitaplarda kayıtlıdır.  Küçük, büyük her şey satır satır yazılmıştır.” (Kamer Sûresi, 52-53)

Bunun üzerinden alttaki satırları okuyalım:

“Saidi Nursi, devletin ajansı tarafından, "İslam âlimi" olarak gösteriliyor. Oysa okuyan ve aklı olan herkes görür ki Saidi Nursi külliyatı, sayıklamalardan ibarettir. Saidi Nursi'nin kitaplarının hiçbir bilimsel değeri yoktur..”

Şu zamanda güneş gibi zâhir olmuş bir eser ve müellifi hakkında, şu kelâmların sarfedilmesi gösteriyor ki; bu kelâmlar menfî hissiyatların zuhûrudur. Akl-ı selîm ifâdeler değil. İnsaftan ve bilimsellikten de uzak olduğu gibi, aklı örten ve kapatan hislerle konuşan bir nefsin sözleridir.

Bedîüzzaman Hazretlerinin Tarihçe-i Hayatını anlatan eserler ile birlikte hakkında yayınlanan belgeler ve arşivler bu hezeyanlara ziyâdesiyle cevâbtır. Yalnız isihfâf sûretinde ‘aklı olan herkes görür’ diyerek akılsızlıkla ithâm ettiklerinden bâzılarını yazalım, mütebâkisini ise Sonra Gelecek O Mübârek Zât adlı kitabımızın ‘Diğer Alâmetler ve İşârâtlar’ bölümüne havâle edelim.

Mehmet Akif Ersoy, “(Risâle-i Nûr, İşârâtu’l-İ’caz hakkında) En büyük âlim odur ki, bu tefsiri anlasın.. değil ki, emsâlini yapabilsin!..

Ve yine bir üdeba meclisinde Mehmet Akif Ersoy, “Viktor Hugolar, Şekspirler, Dekartlar edebiyat ve felsefede, Bediüzzaman’ın ancak birer talebesi olabilirler” demiştir. [[1]]

Cumhûriyet döneminde İstanbul Müftülüğü ve 1960 senesinde Diyânet İşleri Başkanlığı yapan, “Hukûk-i İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu”, “Kur’ân-ı Kerîm’in Meâl-i Âlisi ve Tefsiri” ile “Büyük İslâm İlmihâli” gibi eserleri te’lif eden Ömer Nasuhi Bilmen, “Onun eserleri, ileride İslâm dünyasında tek mehaz olacak değerdedir” demiştir. [[2]]

El-Ezher Üniversitesi Şeriat Fakültesini, sonrasında Arap Dili ve Edebiyatını ve nihâyetinde Ayn Şems Üniversitesi Hukuk Fakültesini de bitirmekle üç diploma sâhibi olan ve daha sonra Kâhire Üniversitesi Hukuk Fakültesine devam ederek İslâm Şeriatı dalında ihtisaslaşarak yüksek lisansını tamamlayan ve Şam Üniversitesinde ve Birleşik Arap Emirlikleri Üniversitesinde dekanlık yapan ve günümüze kadar yüzün üzerinde eser yazmış bulunan Prof. Dr. Vehbe Zuhaylî, Bedîüzzaman Hazretleri hakkında, “Sohbeti tesirli, sireti (ahlâkı) tatlı, beyanı alımlı idi. Metodu Nûrdu. Öyle ki ben Nûrsî’ye şu sözü yakıştırmaktan çekinmiyorum. ‘Kur’ân’ın mânâsını arz etmekte, Beyân Emîri.’ Evet, hiç şüphe yok ki Nûrsî, İslâm akidesinin hakikatini anlama ve idrakte beyânın emîridir” demiştir. [[3]]

Meşhûr ‘Hak Dîni Kur’ân Dili’ tefsirinin müellifi olan Elmalılı Hamdi Yazır ise, “Bediüzzaman berrak sular gibi temiz bir vicdana, çok güzel bir ruha sahip bir zât idi. İstanbul’un âlimlerinin gözü öyle bir âlim görmemiştir” demiştir. [[4]]

Ve Diyânet İşleri Başkanlığı yapmış ve nice ilmî eserler yazmış olan Ahmed Hamdi Akseki’den, Doğu medreselerinde yetişmiş, İstanbul Merkez Vaizliği ve Müftülüğü yapmış Molla Sadreddin Yüksel Hoca’dan, Cezayir Vehrân Üniversitesi Kur’ân Araştırmaları ve Mukâyeseli Dinler Kürsüsü ile Kur’ân Araştırmaları Cemiyeti Başkanı ve ayrıca Mağrib Araştırmaları Dergisi Kurucusu olan akademisyen Prof. Dr. Aşrati Süleyman ve ayrıca İspanya Uluslararası İbn-i Rüşd İslâm Üniversitesi’nde rektörlük yapmış olan Prof. Dr. Ali Kettânî ve ayrıca Fas Krallığı Kâdı Iyad Üniversitesi Edebiyat ve İnsani İlimler Fakültesi İslâmi Araştırmalar Bölüm Başkanı olan Prof. Dr. Hüseyin Ayet Said ve yine Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi olan Prof. Dr. Faruk Beşer ve Mısır el-Ezher Üniversitesi’nden Prof. Dr. Abulmu’ti M. Beyyumi ve daha buraya kaydetmeyip mütebâkisini zikrettiğim kitabıma havâle ettiğim nice ehl-i ilmin ve ehl-i aklın Risâle-i Nûr eserleri hakkında ve müellifi olan Bedîüzzaman Said Nûrsî Hazretleri hakkında takdîrkâr ve senâ ile bahsettikleri görüşleri ve yazıları vardır. Demek oluyor ki;

Erdem sâhibi bir Mü’min odur ki; kendisini hem umûm nazarlarda, hem de mahşerde utandıracağı kelâmlar sarfetmesin.

“Ey gazeteciler! Edibler edebli olmalı, hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddib olmalı. Ve onların sözleri, kalb-i umumî-i müşterek-i milletten bîtarafane çıkmalı. Ve matbuat nizamnamesini, vicdanınızdaki hiss-i diyanet ve niyet-i hâlisa tanzîm etmeli.”  (Divân-ı Harb-i Örfi)

Evet, yaklaşık altmış dile çevrilmiş ve Üniversitelerde hakkında kürsüler kurulmuş ve umûm ehl-i ilmin ve aklın üzerinde ittifâk ettiği bir eserden istifâdeye çalışınız. “Beni i'dâma mahkûm eden zâtlar, Risâle-i Nûr ile îmânlarını kurtarıp i'dâm-ı ebedîden necat bulsalar, siz şâhid olunuz, ben onları da rûh-u canımla helâl ederim!” (Şuâlâr) diyen şefkât kahramânı olan Bedîüzzaman’ı iyi tanıyınız.

Selâmet ve hayır üzerinize, üzerimize olsun.

[1] Mufassal Tarihçe-i Hayat-2, Abdulkadir Badıllı, 1998, sh:905-906

[2] Ulemânın Gözüyle Bediüzzaman, Salih Okur, 2011

[3] Tespitler Işığında Bediüzzaman ve Risale-i Nur, Ekim 2005

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum