Sadakatin ikesel olanıdır güzel

Sözlükte “Bir kimseye ya da bir şeye gösterilen sürekli ve güvenilir bağlılık”diye tanımlanan sadakat, dostlar, eşler ve özellikle bir davanın bağlıları arasında çokça kullanılan, hoşa giden, tatlı bir hal ve davranış biçimidir.

Aldatmak, sadakati bozan faktörlerin başında gelir.
Anne-baba çocuğundan, eşler birbirlerinden, patron işçisinden, devlet halkından ve özellikle kutsal davalar üyelerinden sadakat bekler. Sadakat bu odakların olmazsa olmazıdır. Sadakati, yani içten bağlılığı, yani bir şeyi karşılıksız yapma olgusunu bir an ortadan kalktığını düşünmekle bile bu kurumların çatırdamaya başladığına hükmedebiliriz.

Zorba bile kendisine sadakatle davranılmasını ister. Çünkü zorbanın hayatı ve varlığı, emrinde olanlarının saygıda kusur etmemelerine bağlıdır. Zorba bütün sadistliğine rağmen, köle ruhlular olmadan bir gün bile yaşayamaz; çünkü gücünü onlardan almaktadır. Nefesini onların nefes almasına bağlı olarak alır, adımını onların ensesine basmadan atamaz, karşısında herkes itirazsız boyun eğmeden rahat edemez. Zorba, kendine bağlılarının en küçük sadakatsizliklerine de tahammül edemez.

Sadakatin asıl anlamı kutsal davaların müntesiplerinde görülür. Böyle bir davaya mensup üyelerin tek düşündükleri davalarının prensipleridir. Bu prensipler için vardırlar. Hayatlarını davalarının ilkeleri belirler; onlar için davaları her şeyin üstündedir. Davalarının uğruna canlarını seve seve verirler. Tek başına da kalsalar, ne tür şartlarda bulunurlarsa bulunsunlar, özümsedikleri prensiplerden en küçük ödün vermezler. En büyük fedakârlıkları, görülmedik cesaretleri, karşılık beklemeden canları pahasına beklenmedik atılımları ancak kutsal davaların üyeleri gösterebilir.
Davalarının sadakatlileri, şahıslardan çok davanın ilkelerine bağlıdır. Bilirler ki, dava sahibi de bu ilkelerin güçlü bağlısıdır. Davanın ilkelerine, yöntemine, programına uyan dava sahibi de bunlar için kutsal sayılır. Davaya gösterdikleri saygıyı davanın öncüsüne,  rehberine ve üstadına da göstermelerinde bir beis görmezler. Bu içten bağlılar için varsa yoksa ilkelerdir.

Elbette kutsal bir davanın sadakatli kahramanları ile bir diğer olgunun sadakatlileri arasında öz ve anlam bakımından fark vardır. Bir zorbaya gösterilen bağlılığı bir kutsal davaya ya da onun sahibine gösterilen bağlılıkla, benzer bile olsa, eş tutamayız. Zorbaya gösterilen saygının temelinde korku varsa, kutsal davaya gösterilen saygının temelinde sevgi ve saygı vardır. Kutsal davanın bağlısında hiçbir çıkar beklentisi yokken, bir zorba ya da dünyevi bir kurumun bağlısında az çok bir çıkar beklentisi vardır. Kutsal davaların bağlılarında şahısların ya hiçbir rolü yoktur ya olsa da her zaman ikinci plandadır. Oysa bir zorbaya olan bağlılıktaki asıl faktör zorbanın bizzat kendisidir. O ortadan kalksa ona olan bağlılık da sönmeye yüz tutar.
Kutsal davaların sadakati ilkeseldir. İlkeler ayakta durduğu sürece bu bağlılıktan hiçbir şey eksilmez.

O halde asıl sadakat davadan, ilkelerden doğan sadakattir. Şahıslara gösterilen bağlılıklar zamanla yıkılmaya mahkûmdur. Bu gibi bağlılıklarda içtenlik ve gerçek ihlâs bulmak çok zor… Nefis her zaman burada başrol oynar.

Elbette tarihte ve günümüzde her iki tür bağlılığa çok örnekler var.
Bunlardan belki de birincisi Birinci Halife Hz. Ebubekir’dir. O Peygamberimize bir resul, Allah’ın bir elçisi, son elçisi olduğu için, en küçük bir kuşku duymadan inanan seçkin bir sahabedir.  Peygamberimiz ne demişse ona olduğu gibi inanan bir insan…

Peygamberimizin ay mucizesine, görmediği halde “o demişse doğrudur” diye tereddütsüz inanan saygın bir havari… Üsame’nin kumanda ettiği orduyu, seçkin sahabelerin belki de kendilerine göre haklı olarak engellemek istemelerine rağmen, sırf Peygamberimizin son isteği, son emri ve davanın bir ilkesi olması itibariyle, “karşıma kaplanlar bile çıksa, ben bu orduyu Üsame’nin komutasında göndereceğim” diye kararlılık göstererek, daha halifeliğinin çiçeği burnunda nazik bir döneminde, kılı kırk yaran sahabe topluluğunun karşısında, Medine çıkışına kadar uğurlayarak göndermesini bilmiş ve davasına olan sadakatini, içten bağlılığını  göstermiştir.

Son zamanda da, İslam davasının temsilcisi Bediüzzaman’a Zübeyir Gündüzalp’in sadakati dillere destandır.  Zübeyir Gündüzalp’te Hz. Ebubekir sadakatinin özü vardır. Bütün hayatını Üstadı Bediüzzaman’a göre ayarlamış bir serdengeçtiydi Zübeyir Gündüzalp… 

Üstadı için ne yapmazdı ki! Ama davası, Risale-i Nur davası söz konusu olunca akan sular dururdu. Hayatını iki şeye feda ettiği doğrudur: Davası ve Üstadı Bediüzzaman. Onun davasına olan sadakatini şu sözlerle dile getirmiş olması ise hem ilginçtir hem de bir davaya gösterilen sadakat örneği açısından orijinaldir:  “Üstad ölmüş olsa ve tekrar gelse, ‘Zübeyir, ben bu Risale-i Nurları yanlış yazdım. Şöyle olsa çok daha iyi olurdu’ dese, ben Risale-i Nur’dan aldığım hizmet istikametiyle Üstadımın elini öperim. ‘Üstadım, sana hürmetim sonsuz. Emret, senin için öleyim! Fakat ben bu şekilde hizmet edeceğim’ der, yoluma devam ederim.”

Dava adamının sadakatinde, Hz. Ebubekir ve Zübeyir Gündüzalp’te olduğu gibi hep ilkeler başı çekmiş ve çekmeli. Aksine aranılan sadakatin özü bozulur. Hz. Ebubekir’in sadakatinin ilkesi Allah’ın ve Peygamberinin buyrukları idiyse, Zübeyir Gündüzalp’in de İslam davasının günümüzdeki yansıması olan Risale-i Nur’un prensipleriydi.
Bediüzzaman da hayatı boyunca Risale-i Nur’u kendine bir ölçü olarak almamış mıydı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum