Sadakat Yemini

Doğru olma, sözünde durma, dosta ait olma, samimi bağ kurma, emanete sıdk ile sahip olup arka durma manalarına gelen sadakat; hakkı tasdik etmekten gelen bir yümn-i imanî, hakikati tahkik etmekten hâsıl olan bir emn ü emanîdir. Tasdik mührünün mürekkebi hükmünde olan sadakat; inanıp doğruladığı hakikatlerle doğrulma, “dosta doğru” dosdoğru olma, emaneten aldıklarını korumadır.

Aidiyet ve abdiyetinin farkına varan, iman intisabı ile Mabuduna irtibat peyda eden emin bir abdin yemini hükmünde olan sadakat; insanî bir asalet, imanî bir alamettir. Mülkiyet hissiyatına değil, memlukiyet fikriyatına ermek demek olan sadakat; davayı “ene” adına sahiplenmek değil, “eneyi” davaya ait ve şahit kılmak demektir.

Bidayeti itibarıyla “elestü” hitabına “belâ” demenin mehri olan sadakat; nihayetiyle ezeli ahde sadık kalma adına belayı göze almaktır. Evet, Rabbine verdiği sözü değiştirmeme, bu uğurda can verme yahut canını vermeyi beklemenin adıdır sadakat.[1]

Emanet-i kübrayı emanet eden Ezeli Zat ile irtibatını seviyeli ve seciyeli bir şekilde müstakim sürdürme işi olan sadakat, bir müminin davası için ödediği sadaka hükmündedir. Var olan imanı ihyaya, imanlı bir istikbali inşaya, ahiret âlemine iman ile uçmaya vesile olan sadakat; kendini geçmek için kendinden vazgeçmektir.

Sadakat; doğrudan doğruya rahle-i hakikatten, derya-yı marifetten alınan bir nurdur. Hadisat-ı zamanın sevkiyle sarsılan, huzuzat-ı nefsin zevkiyle azalan belki de kaybolan sadakat, mecazi bir sadakat sayılır.

Nur dairesinde Üstada, eserlere ve davaya, medreselere ve cemaate alakadarlık ile kuvvet peyda eden ve ancak bunların varlığıyla yarım olmaktan kurtulup hadd-i kemale vasıl olan sadakat; külli bir silsilenin kısa bir ifadesidir.

Hak namına hakikat hesabına, mana-yı harfiyle nurun müellifine sadakati olmayan birinin, telif ettiği eserlere ve davasına, medreselere ve kardeşlere (cemaate) sadakati muhaldir. Evet, hekimin hekimliğine itimadı olmayan birinin onun teşhis ve tespitlerine, tedavi için yazdığı reçetesine ittiba ve inkıyad etmesini beklemek beyhudedir.

Muazzez Üstadımıza sadakat; dost, kardeş ve talebe olmak üzere üç mertebede tahakkuk eder. Dostun sadakati şahsiyetine, kardeşin sadakati abdiyetine, talebenin sadakati müellif ile zahir olan hakikatlere müteveccihtir.

Daire-i nurun üç zümresini temsil eden bu üç mertebenin tek bir zatta cem olması, o ferdin alakadarlık derecesine delalet eder. Yani bir tek şahıs, Üstadın zatına alakadarlığı ile dostluk, abdiyetine irtibatı itibarıyla kardeşlik, onun ile zahir olan hakikatlere rapt-ı kalp edip ilmine mazhariyeti cihetiyle bir ferd-i ferîd olması mümkündür.

Eserlere ve davaya sadakat; kendi rengini hakikatlere vurmak değil, hakikatlerin nurani rengiyle boyanmak demektir. Yani, yaz(dır)ılan eserlere ve dava edilen hakikatlere sadakat; envar-ı imaniye ve esrar-ı Kur’aniye’nin mazharı olan düsturlara fikriyat ve fiiliyatını sunmak, lahikaların mizanlarıyla muvazene etmek ve onlarla harekâtını yeniden tanzim ve tahkim edip sürdürmektir.

Davayı belirli bir zümrenin özel mülkü olarak görmek veya hakikatleri ene rasadıyla sahiplenmek, bina edilecek her türlü hayra mani olmak, belki de davaya dâhilden ihanet etmektir.

Evet, davayı tapulu mülkü olarak görme yanlışına düşenlerin, bina edilen her türlü hayra mani oldukları hizmet yerine hezimet ettikleri görülüyor...

Analarından hür olarak doğan insanları insanlara, üzerine sadakat kılıfı geçirerek sürüleştirmek, hüsn-ü zanla davanın emrine giren hizmet erlerini akıl ve tefekkürden arındırmak, sadakat değil hamakatın en büyüğü, hizmetin en a’lâsı değil hezimetin en ednasıdır!

Hakikat sabık olana değil, sadık olana içini açar ve içirir. Ezeli mükâfat sabık olana değil, layık ve sadık olana teveccüh eder. Sadakat ve ehliyete ehemmiyet verilmeyen bir davada sadık olanlar değil, sabık olanlar kıymet kazanır. “Hâlbuki hakikat kıymetini kıdeminden almadığı gibi, hakikatin içinde olanlar da kıymetini kıdemli olmalarından alamazlar!” Sabık olanı sadık ve layık olanın fevkine çıkaran anlayış, hangi dava için olursa olsun redde müstahaktır.

Davaya ihanet değerlerimizin yozlaştırılmasıyla başlar. Bu yozlaş(tır)ma elfazdan manaya, manadan maksada doğru bir seyir izler. Evet, eserlere ait nurlu muhtevanın libas-ı fahiresi hükmünde ki elfazın muhafaza edilmesi, içtimai hayatı imar ve inşaya muvazzaf eserlerin istikbale asliyetiyle taşınmasını zorunlu kılıyor. Eserlerden hakkıyla tenevvür ve tefeyyüz edenler ancak bunun ehemmiyet ve kıymetini idrak edebiliyor...

Nurun talim ve taallüm meskenleri, manevi mücahedenin müdafaa merkezleri olan nur medreselerine sadakat mesele-i mühimmedir. Ancak, medreselerin bu vazifelerini bihakkın deruhte edip etmedikleri, hâlihazırdaki vaziyetleri, nurun düsturlarıyla yeniden gözden geçirilmelerini de istilzam ediyor.

Kardeşlere sadakat; uhuvvet-i diniye noktasından cemaatle birlikte olmaya gayret etmek demektir. Bu ise hakiki uhuvvetin ruh-u manevisi olan meşveret-i meşruanın varlığına vabestedir. Meşveretin meşruiyetten uzaklığı varlığını zedelemekte, alınan kararları nazarlardan düşürtmekte, ilmi ve fikri istibdada zemin hazırlamaktadır. Meşveretin hükmen yokluğu manasına gelen bu vaziyet sadakatin en ehemmiyetli sütunlarından birisini sarsmaktadır.

Elhasıl; sadakat bağımlı yaşamanın adı değil, yaşatmak için hakikatlere bağlı kalmanın ispatıdır. Evet, sadakat ebedi başa kavuşabilmek için davaya baş olma sevdası değil, baş koyma edasıdır. Ve sadakat bir taçtır. Her taç gibi onun da altını bakırı bulunacaktır...

[1] Ahzap, 33; 23

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum