Sabah namazına nasıl başladım?

Namaz kahramanlarından gelen mesajlar:

Sabah Namazına Nasıl Kalkılır? kitabınızı ben de ilgiyle okudum. Okumakla kalmayıp yakınlarıma da hediye ettim.
Otuz sekiz yaşındayım. Evli ve iki melek annesiyim. Çocuklarım gerçekten bana göre birer melek gibiler. Konya'da doğdum ve büyüdüm. Lise mezunuyum. Yedi sene İstanbul'da Başakşehir'de yaşadım. Okumayı çok seviyorum.
Artık iki yıldır Arnavutköy’de oturuyorum. Burası biraz mahrumiyet bölgesi. Buna rağmen hiç geri adım atmadım, durmadım ve hep çalıştım. Annelerle ve gençlerle sıkı bir diyalog içindeyim. Buradaki insanlar çok zenginler, ama manevî olarak fukara ve bir kısmı da iflas etmiş durumda.

Yaz boyunca haftada iki gün sitemizdeki gençlerle dinî sohbetler yaptık. Umduğumdan da büyük bir ilgi gösterdiler. Kitabınızdan istifade ederek Yirmi Birinci Söz’ü okuduk. Gençler kendileri namaza başladığı gibi, namaz kılmayan annelerini, babalarını bile namaza yönelttiler. Hiç namaz kılmamış 15 yaşındaki Binnur tatile giderken kapımı çaldı ve:
– Yolculukta nasıl namaz kılınır? Arabada oturarak kılmayı öğretir misin? Deniz kenarında namazımı kılmalı mıyım, gibi sorularla, namazı ne kadar çok önemsediğini gösterdi.

Çok nitelikli bir lisede yatılı okuyan Ece'miz de yurtta namazına tepki alacağını söyledi:
– Ama buna rağmen hiç kaçırmayacağım ve arkadaşlarıma da anlatacağım, diye vedalaşarak gitti aramızdan. Sonradan öğrendim ki hem kendi kılmış, hem de birçok arkadaşını namaza başlatmış.
Namazla ilgili sohbetlerden sonra konunun değerlendirmesini yapmak için onlara bazı sorularım olmuştu. Sorulardan birisi de şuydu:
– Namaz kıldıktan sonra kendinizde değişlikler oldu mu? Olduysa nedir?
Gençlerin cevapları çok güzel ve ilginçti. Bir tanesi vardı ki beni ağlattı. On altı yaşındaki Samet şunu demişti:
– Namaz kılınca kendimi özgür ve cesur hissediyorum. Allah var, korkulacak bir şey yok. Endişelerim azalıyor, hiçbir şeyden korkmuyorum.

Biraz da kendi namaz serüvenimden bahsetmek istiyorum. Ben de yıllarca namaz krizini yaşamış insanlardan sadece birisiyim. Dört vakit namaz kıldım yıllarca. Benim gibi riyakâr kimse yoktur, diye düşündüm hep.
Namazı kılmaya başladığım ilk çocukluk yıllarımda çoğu insan gibi ben de bazen kıldım, bazen bıraktım.
– Allah emretmiş diye kılıyoruz, derdi annem. Ne anlamı vardı bunun, bilmiyordum. Rahmetli annem de babam da hiç kaçırmadan, büyük bir titizlikle kılarlardı namazlarını. Her namaz vaktinde bizi de teşvik ederlerdi. Ama baskıcı ve ısrarcı olmadılar. Uzun yıllar bu böylece devam etti.

Bir sürü bahanelerle namazı hep aksattım. Evdeyken kılmak kolaydı, ama dışarıya çıkınca kıyafetim uygun olmadığından hep namazlarımı kaçırırdım. O zamanlar tesettürlü bir kız değildim. Her an namaz kılacak kılıkta olmadığım için dışarıda veya iş yerinde kılmak mümkün olmuyordu. Eğer kılmayı çok istesem onun da bir çaresini bulur kılardım. Ama yeterince bilinçli olmamak, namaza yöneltmiyordu beni. Hem tesettürlü olmadığım için, gittiğim yerde namaz kıldığım zamanlarda bazı tepkiler almıştım.
– Hem açıksın, hem namaz kılıyorsun, diyorlardı.
Bunun gibi sebepler de her an düzenli kılmama engel oluyordu. Derken evlendim. Ben 24 yaşındayken oğlum dünyaya geldi. Bu arada sürekli okumaya başladım. İnsanı, dini, Allah'ı anlatan bilgiler edinmek, namaza olan duyarlılığımı artırıyordu. Oğlum bir yaşına geldiğinde artık namazımı bırakmamaya kesin karar verdim ve kararımı uygulamayı Cenab-ı Allah nasip etti. Yıllarca namazlarımı kazaya bırakmadan kılmaya çok dikkat ettim. Namazlarıma çok sıkı sarılmış olmama rağmen sabah namazlarıma bir türlü vaktinde kalkamıyordum. Ne yaptıysam olmuyordu.
Çocukluk yıllarımda rahmetli babam şöyle öğretmişti:
– Yatınca yedi kere Kevser Suresi’ni okursan, “Allah’ım beni sabah namazına uyandır.” dersen mutlaka kalkarsın.

Evet, babamın dediği gibi namaz vakti uyanıyordum, ama yorganı üzerimden atıp kalkamıyordum. “Ha şimdi, ha şimdi” derken tekrar uykuya dalıyordum. Ve uyandığımda büyük bir azap ve pişmanlıkla tatsız bir gün geçiriyordum. Demek ki sabah namazını kılmak için uyanmak yetmiyormuş.
Saat kuruyordum. Saati uzağıma koyuyordum ki kalkıp kapatınca doğruca banyoya gidip namaz için abdestimi alayım. Fakat bunu da başaramadım. Ya hiç kalkmıyordum ya da saati kapatıp tekrar yatıyordum. Bazen de çalan saati hiç mi hiç duymuyordum. Meğer kitabınızda dediğiniz gibi, “Saati kurar, kalkarsın” sözü, büyük bir safsatadan ibaretmiş. Sizin belirttiğiniz gibi, “Sabah namazına kalkmak için beyin ve kalp saatini kurmak gerekiyormuş.”

Namaza uyandırmaları için arkadaşlarımın telefonla beni aramalarını istedim. Bu çözüm de namaz kılmama çare olmamıştı. Hayatım zehir olmaya başlamıştı. Vaktinde namaza kalkamamanın sıkıntısı çekilir gibi değildi. Sabah namazını kılmayınca diğer vakit namazlarımı da kılmanın coşkusunu yaşayamıyordum. Hani süt dökmüş kedilerin hâli vardır ya. Veya yaramazlık yapınca dayak yiyen ya da azar işiten çocukların bir kenara çekilip pısırıklaşmaları olur ya, işte öyle bir ruh hâlinde oluyordum. Hiçbir şeye elim kolum kalkmıyordu. Suçluluk duygularım artıyordu. Âdeta bir kenara çekilip hiçbir şeye karışasım gelmiyordu. Oysa benim iki çocuğum, eşim ve bir yuvam vardı. Onlara iyi annelik yapabilmeliydim. Sabah namazımı kılamadığım için sabah kahvaltısını da hak etmediğimi düşünür, kendime ceza verir ve kahvaltı yapmazdım veya geçiştirirdim.
Duygularım gittikçe yoğunlaşıyordu. Yüreğimde sabah namazı kılamamanın acısı arttıkça, ruhumda derin boşluklar oluşuyordu. Bu boşlukları kapatabilmek için Kur’an okumalarımı artırıyordum. Bol bol kitap okuyor, ilmimi artırmaya çalışıyordum. Ama ne yaparsam yapayım, ne okursam okuyayım, kaçırdığım sabah namazlarının eksikliğini gideremiyordum.

2002 yılında Başakşehir’de hanımların bulunduğu bir sohbete katıldım. İlk defa orda Risale-i Nur'la tanıştım. Hayranlıkla ve ilgiyle, hiç kaçırmadan takip ettim. Okumayı seviyordum. Çok kitap okumuştum. Ama nasıl olmuş da bunları hiç duymamıştım, çok şaşırıyordum. Yaklaşık iki sene o sohbete devam ettim. Bu arada namazdan sonra tesbihatın nasıl yapılacağına dair yeni ve geniş bilgiler edinmiştim. Artık bir tesbihatım vardı ve ben onu okuyordum.
Bir gece yine yatarken saatimi kurdum. Fakat bu sefer saat gece yarısı üçte çalmıştı. Çok şaşırdım. Saati kapatıp sabaha ayarladım ve tekrar yattım. Her zamanki gibi yine sabah kalkamadım. Ertesi gece yine aynı şey oldu. Saatim sabah yerine gece üçte çalıyordu. Acaba bu olağan dışı olayla Cenab-ı Hak beni, sabah namazıyla birlikte teheccüt namazına da mı teşvik ediyordu?

Bu arada tesbihattaki, “Allahümme lâ tuhricnâ mineddünya illâ mea’ş şehadeti ve’l-îman” yani, “Allah’ım, bizi dünyadan ancak şehadet ve imanla çıkar” duası çok hoşuma gitmişti ve sürekli onu okumaya başladım. Gezdiğim her yerde o duayı okuyordum. Gece yatınca bir tespih adedince okuyup öyle uyuyordum. Duayı hiç dilimden düşürmüyordum.
Bir gece yine saatimi sabaha ayarladım ve beni namaza kaldırması için Allah'a dua ettim. Ama inanın, yanıyorum; artık bu namaza kalkamamak beni resmen yakıyor. Gece gündüz ağlamaya başladım, sabah namazını kılamıyorum diye. Yastığımın altındaki tespihimi alıp, yattığım yerden yine o tesbihattaki duayı okudum ve öylece uyuyakalmışım.
* * *
Dehşetli bir rüya görüyordum. Ölü kadınların olduğu bir yerdeyim. Ben de diğer ölü kadınlar gibi yerde yatıyorum. Sırası gelenleri bir kadın, kazılmış mezarlara gömüyor ve üzerlerine toprak atıyordu. Yavaş yavaş sıra bana yaklaşıyordu.
– Ama ben ölü değilim ki beni nasıl gömersiniz, diyordum. Korku içinde öylece yatıyordum. Onlara ölü olmadığımı, yaşadığımı söylüyordum, ama beni duymuyorlardı bile.
– Nasıl anlatacağım ölü olmadığımı? Diri diri gömülmek istemiyorum; n’olur Allah’ım, beni kurtar, diye hem yalvarıyor, hem de yine “Allahümme lâ tuhricnâ mineddünya illâ mea’ş şehadeti ve’l-îman” duasını hızla defalarca okuyordum. Çok korkmuştum:
– Eğer gömülürsem bari imanla gideyim, diyordum.
Sonra ezberimden Yasin-i Şerif'i okudum. Ne kadar dua, sure biliyorsam hepsini hızla okuyordum. Toprağın altını düşündüm. Karanlık ve çamurun içinde diri diri yatacağım düşüncesi beni çılgına çeviriyordu.
– Ne yapıp yapıp mutlaka kalkmalıyım. Ölü olmadığımı yaşadığımı göstermeliyim. Canlı canlı mezara gömülmemeliyim.
Yattığım yerden kalkmaya çabalıyordum, ama bir türlü kalkamıyordum. Ölü değilim, ama niye kalkamıyorum? Niye ayaklarımda güç yok? Az sonra sıra bana gelecek ve beni gömecek o kadın. Ve ben çok korkuyorum, diri diri gömüleceğim.
Gömülmeden önce defalarca tövbe ettim, Allah’tan özür diledim. Layıkıyla kulluk yapamadığım için pişman oldum. Hele yıllarca sabah namazına kalkamadığım için derin acılar hissettim. Sabah namazına nasıl kalkamadıysam işte şimdi de öyle kalkamıyorum. Sen misin sabahları tembel tembel yatıp duran, diye ne pişmanlıklar duydum bilemezsiniz.
Derken tam sıra bana gelmişti ki birden ayaklarıma bir güç geldi ve ben yattığım yerden hemen doğruldum. Artık ayaktaydım.
– Allah’ım, hazır ölmemişken bir daha hiç günah işlemeyeceğim. İşlediğim günahları terk edeceğim, diye Allah'a söz veriyordum.
Günahlarımı düşünmeye başladım. O zaman sigara içiyordum.
– Madem Allah bana bir fırsat daha verdi, o hâlde sigarayı bırakacağım.
O sırada ölüleri gömen kadın bana yaklaştı ve şaşkınlıkla:
– Sen ölü değilsin, yaşıyorsun, dedi.
Korkum öyle fazlaydı ki aklımı kaçıracaktım:
– Evet, dedim kadına, beni diri diri gömecektiniz, ama Allah yardım etti de kalkabildim.
Kadın benim elimi tuttu ve:
– Sen yaşıyorsun, geç hadi, diyerek beni arkasına doğru sakladı. O an kurtulduğuma ne çok şükrettim bilemezsiniz. Ölmeden ölmek bu olsa gerekti, büyük bir acıydı.
Derken sabah ezanı duyuldu ve birden gözlerimi açtım. Hemen namaza kalkmalıydım. Fakat öyle çok korkuyordum ki değil kalkmak, gözümü açmaya cesaretim yoktu. Saate uzandım elime aldım; saat sabahın altısıydı. Oda karanlıktı, elektrikler kesikti. Hiçbir yerde ışık yoktu.
O günlerde kar yağışı çoktu ve günlerce elektrik kesintileri olmuştu.
– İşte, yine elektrikler yok. Söz verdim, ama nasıl kalkarım Allah’ım, diyorken birden odanın ışığı yandı. Derken koridorun, derken salonun ve mutfağın, banyonun ve çocukların odası yandı; ev birden bire aydınlanıverdi. Cesaretimi topladım:
– Kalkmamak için mazeretin kalmadı, bak elektrikler de geldi, hadi kalkmalısın, diye kendime baskıda bulunuyordum.
Ezan da okunup bitmişti. Hızla kalktım, evde yanan ışıkları kapattım ve banyoya gittim. Acele abdestimi alıp çocukların odasında namazımı kıldım. Tesbihatımı yaparken yatak odamda çalan saati duydum. Sonra ezan okunmaya başladı. Yerimden doğruldum ve saati kapatmaya gittim.
Saat daha yeni altıyı gösteriyordu. Işığı yakmak istedim, ama elektrikler yoktu. Tuhaf bir şeyler olmuştu. Ben uyandığımda ezan okunuyordu ve saat altıydı. Oysa şimdi de ezan okunuyor ve saat şimdi de altı. Az önce elektrikler gelmişti, ama şimdi yoktu.
Şaşkındım ve korkum hiç geçmemişti. Tekrar yattım. Uyumuşum. O gün yine sohbetimiz vardı. Gittiğim toplantıda, sabah elektriklerin hiç gelmediğini öğrendim. Arkadaşların çocukları sabah erkenden okula gidiyorlardı ve o saatte asansöre binemediklerini anlattılar. Sabah namazında karanlık olduğu için mum ışığında namaz kıldıklarını söylediler. Belli ki elektrikler gelmemişti. Gün boyu da hiç elektrikler gelmedi. Ama nasıl olduysa bizim eve elektrikler gelmişti. Günlerce rüyamı ve sabah yaşadıklarımı düşündüm. Çok etkilenmiştim. O sabah garip şeyler olmuştu.
Sigarayı bırakmak için rüyamda Allah'a söz vermiştim. Allah’a şükür bıraktım. Bu arada sabah namazlarımı da artık hiç kaçırmıyordum. Hatta saati bile kurmadan uyanabiliyordum.
Sigarayı bırakmamla sabah namazına kalkmam birlikte olmuştu. Allah'a şükrediyordum. Benim için çok, ama çok zor olan sabah namazını artık bana kolaylaştırmıştı.
Allah'ı çok seviyordum ve O’nun da beni sevmesini istiyordum. Böyle sigara içerek beni sevmez diye sigarayı terk etmiştim.
Sigarayı bırakmakla gözümün önü aydınlanmıştı. Hayatım tamamen değişmişti. Sigarasızlığın verdiği bunalıma rağmen hayatı farklı anlamaya başlamıştım. Hızla Risale okuyor ve anladıklarımı unutmamak için deftere not alıyordum. Hiç bilmediğim hakikatlerle tanışıyordum. Otuz dört yaşındaydım. Ama o yaşıma kadar yaşadığım en anlamlı ve mükemmel bir Ramazanı yaşıyordum. Ben başkaydım, dünya başkaydı, hayat bambaşkaydı. Kısacası ben dünyaya yeni gelmiştim, Allah'la yeni tanışmıştım.
İnanın her şey çok yeniydi. Sigarayı bırakmadan önceki hayatımla bıraktıktan sonrası hayatım çok değişikti. Daha sonra Fatih’teki Moral Kültür Merkezi’yle tanıştım. Bu arada beni orayla tanıştıran ve bana yaklaşık iki sene iyi bir ders ve yol arkadaşı olan o hanım, üç ay önce rüyamda gördüğüm ölüleri gömen ve elimden tutarak arkasına çeken kadındı.
Sizi de ilk olarak orada bir seminer verirken tanıdım. Risale-i Nur’u Okuma ve Anlama Teknikleri adlı kitabınızdan çok faydalandım. Üç ay içinde hızla Risale-i Nur’u okudum ve artık anlıyordum.
Bir kere daha gördüm “Bana yürüyerek gelene Ben koşarak gelirim.” kudsî hadîsinin hakikatini. Ben de Allah'ın bana verdiklerine layık olmaya çalışarak yaratılış vazifem olan “iman hizmetini” canla başla yapmaya çalışıyorum elhamdülillah. Kendimi sabah namazıyla ve Risale-i Nur’la tanışmanın verdiği hakikatlerden dolayı yeni doğmuş gibi hissediyorum. Daha önceki hayatımı yaşanmış saymıyorum. Şu an üç yaşındayım ve büyümeye çalışıyorum. Dualarınıza beni de alır mısınız?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.