Ruh yoksa ben kimim?

Ertuğrul Özkök, ABD’li bilim adamlarının “ruh yoktur” tezine karşı bu soruyu soruyor.
“Ruh yoksa ben kimim?”
 
Özkök, haklı olarak sorusuna şunu da ilave ediyor. “Bütün bu aptal, etraftan habersiz hücrelere emredecek, onları idare edecek bir patron yoksa bizler nasıl farklı bireyler olabiliyoruz?” (Hürriyet 20.06.2010)
 
Bu sualin cevabını yüz sene önce Bediüzzaman Said Nursi hazretleri 29. Sözde melaike ve ruh bahsinde en ince detaylarına kadar anlatarak vermiştir.
 
Ona havale edelim mi? Yoksa bir nebze olsun oradaki hakikatleri aktaralım mı?
 
Öncelikle şunu ifade etmek isterim ki, bu konu her ne kadar bilim adamlarının ilgi alanına giriyor gibi görünüyorsa da, hakikatte iman hakikatlerinde dâhil olduğu için ilimden çok imani bir meseledir.
 
Yani bu mesele bilim adamlarından çok din adamlarını ilgilendirmektedir.
 
Ruh ve melaike bahsi imanın esaslarındandır.
 
O nedenle ihtisas diye bir şey var. Fizik alanında ihtisas sahibi bir kişiyi dini konularında da ihtisas sahibi görmek doğru değildir. O tür insanların böyle meselelerde konuşmaları etik değildir.
 
Nasıl ki, bir din alimi çıkıp fizik biliminden, kimyadan, astronomiden konuşmuyorsa konuştuğunda ayıplanıyorsa veya en azından itibar edilmiyorsa aynen öylede bu gibi insanların kendi alanları dışında serdettikleri görüş ve düşüncelerine itibar edilmemeli ve dikkate alınmamalıdır.
 
O nedenle bu konuda en önce İlahi emirlere bakmak gerekir. Ondan sonra ilmi olarak da izah etme imkânı bulunursa imani bir meselenin anlaşılması açısından önemli bir gelişme olarak kabul edilebilir.
 
İmam-ı Rabbani Hazretleri demiş “Hakaik-i imaniyeden bir meselenin inkişafını, binler ezvak ve mevâcid ve kerâmâta tercih ederim.”
 
Buna göre bir insanda iman hakikatlerinden bir meselenin inkişaf etmesi o insan için her türlü terakkiden daha iyidir. Madem öyledir bir iki izah aktaralım
 
Cenab-ı Allah Kur’an’ı Keriminde ruhu şöyle tarif etmektedir. “De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir.” (İsrâ Sûresi, 17:85.)
 
Bediüzzaman Hazretleri bu ayet-i kerimenin manasını ispat için önemli bir eser telif etmiş 29. Söz diye isimlendirdiği bu eserin ilk cümlesi “Bekà-i ruh ve melâike ve haşre dairdir” diye başlar.
 
Ruh denen cevherin ispatı için önce enfusi daha sonrada afaki misaller vererek geniş bir izah ve ispat yapmaktadır.
 
Özkök’ün de işaret ettiği gibi farklı bireyleri ortaya çıkaran ruhtur. İnsanda kendine has bir cevher var ki, her insanı özel kılıyor ve diğer insanlardan farklı bir konuma getiriyor.
 
Yine insan kendi hayatına ve geçmişine baktığında kendisinde fiziki yapının dışında değişmeyen bir cevherin varlığını hisseder. Zira daha çocukluğunda başından geçen olayları seksen sene yaşadığı halde unutmayan bir insan kendisinde bir ruhun, bir cevherin olduğunu aleme ilan ediyor demektir.
 
Çünkü insanın fiziki yönü her yıl değiştiği dikkate alınırsa insanın yaşadığı olaylarla ilgili bilgiler de ölen hücrelerle beraber yok olması lazım gelmez mi? Oysa sadece yaşadıkları değil öğrendiği bilgiler de ölene kadar kaybolmuyor. İşte bu durum insanda bir cevherin olduğunu ispat eder. O cevher de elbette ki ruhtur.
 
Risale-i Nur ışığında bir iki misal ile açıklamaya çalıştığım ruh bahsi elbette derin ve ince bir meseledir. Bir anda anlaşılması zor meselelerdendir.
 
Öyle olmakla beraber Allah üstadımızdan razı olsun ki, her mesele-i imaniyeyi hallettiği gibi bunu da halletmiş ve herkesin anlayacağı bir lisanla izah etmiş.
 
O nedenle ben bu meselede sizi “ruhsuz” insanların açıklamasına değil gerçek ruh sahibi bir zatın eserlerine/Risale-i Nurlara havale ediyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.