Ruh sorgulamaları

“Ebû Cehil gibi kömür ruhlu, Ebû Bekir-i Sıddîk gibi elmas ruhlu adamlar bir seviyede“ kalamazlar. Birinin ruhu kömür diğeri elmas. Ya bu adamları etkileyen hangi ruh ve etkiledikleri nasıl bir ruh hali kazanmışlar?

”İnsanın bütün faaliyeti ruhunun yansımalarıdır.” Bu söz de Freud’a ait. Avrupa’da binlerce insanın savaş sırasında yok yere öldürülmesinden Avrupa’nın vicdanını sorgular. Bu dünya savaşları üst akılla düşünen birçok aydını intihar ettirmiştir. Çünkü medeniyetin beşiği olarak ve Avrupalı olmanın simgesi olan bir ülkede bu kadar insanın ölümü ruhun ve vicdanın ölümüdür.

Türkiye’de bir ruh ve vicdan travması yaşanıyor. Olayı bir takım insanları karşılaştırmakla değil, Müslüman bir ülkede, cihana medeniyeti öğretmiş bir milletin içinden bir ruh çıkıyor. Ucube desen kelimenin anlamını karşılar mı? Fantasmagorik desen karşılar mı veya ne olduğu belli olmayan bir soyut resim desen karşılar mı?

Peygamberimizin (asm) mescidini temizleyen siyah bir kadın vardır, hiçkimsenin ilgisini çekmez, o sadece bir Nebi’nin mekanını temizler, siler, süpürür. Bir zaman görünmez. Peygamberimiz (asm) sorar, “o kadın nerede?” “Ya Resullallah öldü“ derler. Efendimiz (asm) bu habere o kadar üzüldü ki, ashabına şöyle sitem etti. “Bana neden haber vermediniz?” Oysa ki o kadın sıradan zavallı bir kadındı, Efendimizi (asm) niçin onun cenazesiyle meşgul edelim ki diye düşünmüşlerdi. Peygamberimiz (asm) üzüldü ”Bana onun mezarını gösterin“ buyurdu. Mezarı Ona (asm) gösterdiler geldi ve orada cenaze namazını kıldı.

Söylediklerini değil söylemediklerini nasıl içine hapsetmiştir, neler düşünmüştür, neler düşünmüştür? İşte alem hürmetine yaratılan Allah Resulünün (asm) ruhu, işte ashabının ruhu, aradaki farkı görüyor muyuz?

Bir ülkenin başbakanı ameliyat masasına yatacaktır, onu masadan kaldırmamak için gayret gösterirler. O nedense vazgeçer bir doktor “nereye gitti bu adam“ diye hayıflanır. Biz de ruhu sorgulayalım. Bu nasıl ruhtur? Ruhun masadı din, din masadı ile bilenmiş bir ruh. Halbuki müminin, imanı ve ruhu bakın nedir? Adeta mü’minin imanı, mü’minin ruhunda bir cennet-i mâneviye hükmüne geçiyor.” Özel bir cennet olan ruh nerede bu cehennemi günleri yaşatanların ruhlarının cehennemi nerede…

Bir otelde kalan cumhurbaşkanını öldürmek için pilotlar gönderilir, onu ararlar bulamazlar, birkaç dakika ile emellerine varamazlar. Bu nasıl ruhtur? Bin yıldır İslamın bayraktarlığını yapmış milletin içinden nasıl böyle bir ruh çıkmıştır ortaya? Bu ruhu hangi ruhsuz telkinleri ile hazırlamıştır? Neden Erdoğan? Bin yıllık destani hayatımızda böyle bir olay yok, hangi tezgahta bu ruh biçimlendirilmiş veya biçimlendirilmemiş? Öyle ya ortada bir biçim yok. Çarpışan otomobillerin kazadan sonraki halinin görüntüsü gibi bir ruh. Pazarlarda çürüdüğü için bir kenara atılan meyve ve sebzelere benzer bir ruh.

Bir milletin iradesinin sembolü Büyük Millet Meclisi, o meclisi bombalayan pilotlar... Keşke bu olayı yaşamasaydık, bin kere alt alta yaz ve oku, hazmedilmesi imkansız bir cümle. Ya o milletvekillerinin üstüne düşseydi, ne olurdu? Bu kadar insanı katletmeye yeltenen, bir mekanı hayret edilecek şekilde tahrip eden ruh. Ruh sınıflandırmaları yapalım bu ruhu nereye koyalım? Bir fantastik tiyatroda, ahirete büyük büyük bir zalim gider, diğer zalimler ona ayağı kalkar ve derler “sen yaptın ki böyle bir zulmü başardın.“ Hayran hayran bakarlar o ruhsuzun ruhuna.

Bediüzzaman, sofrasındaki arkadaşı olan kaşığını sorar. “Efendim o kırıldı çöpe attık” derler. “Çabuk onu çöpten çıkarın lehimletin tekrar getirin” der Bediüzzaman. Tıpkı siyahi kadını soran Resulullah (asm) gibi. “İnsanoğlu ne kadar vefasız” der.

İonescu bir tiyatrosunda eşya ve insan münasebetini sorgular. Bir adam evine gider kapıyı açar bakar ki eşyaları yürüyerek dışarı çıkıyorlar. “Nereye” der. Onlar, “bize o kadar kötü davrandın ki seninle yaşamak mümkün değil artık” diye cevap verirler. Ben eşyaların ruhuna inanıyorum, siz ne dersiniz.

Bitmiş floresanları çöpe atarlar, onları sorar Bediüzzaman. “Efendim çöpe attık” derler. “İnsan oğlu ne kadar vefasız bana sadakatla hizmet eden şeylere neden böyle davrandınız” diye sitem eder Bediüzzaman.

Savaş hukukunda savaşa gelmiş askerle savaşılır, durup dururken insanlara saldırılmaz. Köprüde büyük milletin çocukları İstiklal Marşı söylerler. Bir kısmı “asker kışlaya” der. Birileri de onların üzerine topla ateş eder. Savaş hukuku bile değil bu. Masum ve hiçbir suçu olmayan insanlara saldırılmaz. Bu yüzden bu direnişte ölenler ahirette özel bir alayla geçecekler. Soracak insanlar. “Bunlar 15 Temmuz direnişinin erleri” diyecekler. Saldıranın ruhuna bak, saldırılanın ruhuna bak. İkisi de bu her karışı şehit kanı ile dolu topraktan yapılmış.

Bu darbecileri irşad edenin ruhu bunlara yansımış. Bunlara yansıyan bu ise ya yansıtan nasıldır?

İşte mürşidin ruhu ve kalbi bir aynadır, Cenâb-ı Haktan gelen feyze mâkes olur, müridine aksedilmesine de vesile olur. Vesilelikten fazla, feyiz noktasında makam verilmemek lâzımdır. Hattâ bazı olur ki, masdar telâkki edilen bir üstad, ne mazhardır, ne masdardır. Belki müridinin safvet-i ihlâsıyla ve kuvvet-i irtibatıyla ve ona hasr-ı nazarla, o mürid, başka yolda aldığı füyuzâtı, üstadının mir’ât-ı ruhundan gelmiş görüyor.”

Bediüzzaman’ın bu sözü ile bakarsak ne kadar büyük bir dejenerasyon ve ruhları ihtilale vermek var düşün. Etkiledikleri insanlara yansıtılan parçalamayı öngören bir ruh.

Hattâ, Şeyh-i Geylânî, İmâm-ı Rabbânî gibi bâzı zâtların ihbarât-ı sâdıkaları ile, bir dakikada Arşa kadar urûc-u ruhânîleri oluyor.”

Bir dakikada arşa kadar çıkan insan ruhu nerede, bir dakikada binlerce insanı katledecek bir ruh ile insanları yönetmek nerede. Biri uruc biri iflas. Halbuki gerçekte ruh Allah’ın kudsi isimlerini okuyan ve okutturan bir gözdür.

“Hem insan ruh, kalb, akıl cihetiyle hayat ve letâif sahifeleriyle Hayy, Kayyûm ve Muhyî gibi ne kadar esmâ-i kudsiye-i nurâniyeyi okur ve okutturur, kıyas edebilirsin.”

Dindeki ruh ve yüksek ruhlar bir de bu yapılanları taşıyanların ruhları. Halbuki her insanın ruhu Allah’ın model olarak seçtiği bir vitrindir. Cenâb-ı Vâcibü’l-Vücudun tecelliyât-ı icâdiyesini tecdid ve tazelendirmek için her bir tek ruhu model gibi eder.

Bu ruhlar büyük ruhların zincirinden çıktılar artık. Eğer o adam, medar-ı şeref tanıdığı bütün ecdadını ve medar-ı iftihar bildiği bütün geçmişlerini ve ruhen nokta-i istinad telâkki ettiği Selef-i Salihînin cadde-i nuranîlerini terk ediyor. Çünkü sokaktaki insanı dahi onların ruhunun kiri neredeyse dinden nefret eder hale geliyorsa, onlar ruhlarını nereye koysunlar?

İnsanlığın hayran olduğu bir tarihtir Türk tarihi, şeref levhaları ile doludur. Bu olayları nasıl tarihe ekleyeceğiz? Tarih “ben kabul etmem” diye bağırsa hakkı var. 15 Temmuz’u kara bir sayfa ile geçmeli. Türk milleti Kur’an’ın ahkamını ve ruhunu yedi iklime yaymıştır. Yayıldığı yerde hayatın ruhu olmuştur. “Vahy-i Kur’ânî hayatın ruhu ve aklı hükmündedir.”

Freud, Hitler’in psikanalizini yazmak istemiş ömrü vefa etmemiş. Öyle ya bu kadar insanı nasıl göz kırpmadan öldürmüş, tahlile değer. Biri de bu ruhsuzların psikanalizini yazsa da ruhların tarihine kaydetse. Böylece elmas ruhlu olduğunu iddia ile başlayan insan birden kömür ruhlularla birlikte olacak ve onları derecesine inecektir.

Dicle Üniversitesi’nde ruhsuz adamlarla geçti uzun yıllarım. Adamların ruhları yok, cüzdanları var. Vicdan cüzdanın yerine geçmiş. “Şu salonları bana verin Bediüzzaman‘ı anlatalım, bu bölgenin ve ülkenin onun görüşlerinden başkasıyla düzelmesi imkanı yok” dedim. O ruh bu talebe itina göstermedi. Bediüzzaman onların cebini doldurmak için mi  bu kadar konuşmuş? O üniversitede ne kadar masum, kolu kanadı olmayan adama zulmettiler. Büyük zalimlere despotlara dokunmadılar. Dokunamadılar çünkü onlar ile mücadeleye onların ruhu yetmez.

Ruhları dejenere insanları devlet çarkından çıkarmak doğru ama bürodan çıkıp şehre inecekler. Aslında bunların psikopatolojik ruhlarının eğitilmesi gerekir. Çünkü onlara ruhsuz adam toprağın altına girin diyor, ülke hiç de iyi günlere gitmeyecek gibi. Bediüzzaman, bozuğu kırıp dağıtmaz tedavi eder, İslam dünyasındaki diğer organizatörlerden farkı budur.

Hapishanede sineklerini öldürmeye kalkan idareye, “sineklerime dokunmayın“ diyen Bediüzzaman’ın ruhu. Bilmem kaç kişiyi öldürmüş bir ölüm makinasının dejenere ruhunu kazanmak için çabalayıp onu sinek öldüremez hale getiren Bediüzzaman. Tankların önüne çıkıp bir milletin en az elli yıl geri gitmesine karşı duran ruhların şehitliğini tartışan bir dejenere ruh.

Allah’ım! Ruhumuzu bu ruhsuzların şerrinden koru.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum