Roman ve İslam

‘Roman, hürriyet ülkesi’ diyor düşüncenin gökkuşağı Cemil Meriç. Hürriyet yani hayal, düş, sayısız karışık ve karmaşık tedai yığını. Menşei hiç şüphesiz ki idealar alemi yani Avrupa. Bize geçişi daha doğrusu intikali Tanzimat yıllarına denk düşer. Her nev-zuhur modern an’ane gibi oda sirayet etti bakir dünyamıza. Ve kısa sürede istila etti dimağımızı ve muhayyilemizi.  

İlk örnekler acemilik döneminin özelliklerini yansıtsa da geçen zaman içinde kaliteli ve kıvamlı ürünler daha doğrusu yapıtlar peş peşe gelir. Halit Ziya, Tanpınar, Peyami Safa gibi daha nice etkin ve yetkin kalem boy gösterdi edebiyat semamızda 

Roman, bir tezadın ve ikilemin çocuğu. Reel ile ideal arasında yaşanan çelişkinin. Yaşanan tezat ve ikilem ne kadar yoğun ise ortaya çıkan eser o nispette değer kazanır. İkilemin zayıflaması ya da silikleşmesi tabii olarak romana da sirayet eder. Romanın teması, giderek sönükleşmeye ve anlamsızlığa doğru bir seyir izler. Zamanla kaliteli yapıtlar yerini ucuz ve bayağı ürünlere terk eder.  

Kavgasız, çatışmasız ve buhransız bir ortam yüksek seviyedeki kültürel eserlere kaynaklık etmez/edemez. Edebi toprağın çoraklaşması bu meyanda kaçınılmaz bir kader olur. Avrupanın en verimli edebi eserleri, siyasi ve sosyal bakımdan en buhranlı ve bunalımlı olduğu bir döneme rastlar. Bu önermeye Rusyayı da ekleyebiliriz.  

Edebiyat ile siyaset arasında her zaman orantısız bir ters ilişki söz konusu. Osmanlı dahi kültürel ve edebi anlamda altın çağını yaşarken siyasal alanda tam bir inkıraz dönemine girmişti. Bir tarafta Levni, Itri ve Dede Efendi, Şeyh Galip gibi dahi sanatkarlar yetişirken diğer tarafta ekonomik krizler ve toprak kayıpları had safhaya gelmiş bulunuyordu. Bu durum, sosyolojik bir analiz sonucu, madde ve güç ile estetik arasında nispetsiz bir ilişkinin varlığı hakkında az da olsa bir fikir verir bize. İşte bu noktada kalite gizlenmeye, taklit ve tekrar arzı endam etmeye başlar, Tanpınar’ın ifadesiyle ‘Ufak bir zevksizlik devrin eşeklerini zirveye çıkarır.’ Günümüzde olduğu gibi.  

Zevk ve estetik bilinci tükenince onun hasılatı olan değersiz ürünlerde piyasayı kaplamaya başlar: Hidayet romanları, sanal romanlar, cinsellik kokan romanlar… ‘Aynalar Koridorunda Aşk’ adlı roman bu meyanda üzerinde durulmaya değer. Motif ve tema tamamen dini. İslami söylemin roman formatı içine sunulması yazarın en baş kaygısı. Risale-i Nur’un sanallaşmış ve sanatlaştırılmış silik bir kopyesi. İrwin D. Yalow’un ters taraftan bir taklidi. Vak’a, analiz, psikoterapi ve nihayet çözüm.  

Halbuki Roman, çözmez tespit eder. Roman, din değildir sanattır yani hayali ve sanaldır. Roman, herhangi bir yönde değildir, aradadır, bir geçiştir. –Bilim ile sanat; ideoloji ile din arasında- ‘İslamiyet ise mahza hakikattır.’ Hayalata daha doğrusu romantizme yer yoktur onda. Onun sanala, yalana ve matlaşmaya hiç mi hiç tahammülü yoktur. Zira ‘bir dane sıdk milyonlar kizbe müreccahtır’ prensibi her parçasında hükümfermadır.  

Su, kendi yatağı içinde aktığı müddetçe temiz ve berraktır. Her oluşum onu netice veren zemin-ortam ile anlam kazanır. İslamın tebliğ dili de İslami yani kendi yatağı içinde kullanıldığı nispette anlam kazanır ve karşılık bulur. Yüzlerce hidayet romanının iğreti durması, İslamın yayılması ve yükselmesi noktasında işlevsiz kalması ve zamanla tedavülden kalkmasının nedeni bu malum frekans karışımıdır. Yahya Kemal’in Resimsizlik ve Nesirsizlik’ hayıflanması tek kelimeyle ‘şairane bir telaştı.’ İslamın medeniyet tasavvuruyla uzaktan yakından bir alakası yoktu. Bu durumun İslami elit ve yetenekli kalem erbabı tarafından yeterince anlaşıldığını söylemek için anlaşılan biraz daha beklemek gerekiyor.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum