Metin KARABAŞOĞLU

Metin KARABAŞOĞLU

Risk almayan bir kitap, risk almayan hayatlar

Risk almak ve bedel ödemek… Kırkbeş yıllık hayat tecrübemin insanları değerlendirmede ortaya koyduğu bir ölçü olarak önüme koyduğu hususlardan ikisi, bunlardır. Bir insanın, bir eserin, bir hayatın, bir dostluğun, bir beraberliğin tahlilini yaparken, bu iki niteliği muhakkak gözetirim. Risk alan, dahası gerektiğinde bilfiil bedel ödeyen insanlara hürmetim vardır. Bu durumdaki bir kişinin, halihazırda bâtıl bir yolda bile olsa, yüreğindeki düğüm çözülüp hidayet bulduğunda, çok daha önce hidayetle müşerref olanları geçebilir bir kıvamda olduğuna inanırım. Bâtıl olan inancı uğrana risk alan ve bedel ödemeyi göze alan Hz. Ömer’in o kadar ters bir noktadan ve o kadar uzaklardan geliyor olduğu halde aşıp geçebildiği mesafeler, hep gözümün önündedir. Risk almaya ve bedel ödemeye hazır insanların aşabildiği öyle mesafeler, ulaşabildiği öyle uzaklıklar vardır ki, risksizliğin sığ sularında gezinenler asla o mesafelere ulaşamaz, o uzaklıklara yaklaşamaz.

Dostlarım bilir; bana birini sorduklarında, velev ki ağzından bal damlıyor olsun, bir soru işareti bırakırım zihinlerine: “Güzel şeyler söylüyor ama, hiç risk almıyor ve gerektiğinde bedel ödemeye hazır görünmüyor.”

Bu iki vasıf benim için öylesine önemsenmeye değer ki, sitedeki yazılarımın başlıklarına bakan, doğrudan bu konuya bakan iki yazıyı hemencecik bulabilir: Biri “Risk almak” başlıklı, öteki ise “risksiz hayat” arayışı içine iki yazıyı…

Ve şimdi, bu yazılara bir üçüncüsü ekleniyor. Zira, yakın zaman önce bir kitap tanıtımı sebebiyle okuyor olduğum bir kitapta rastladığım bir cümle, ‘risk alma’ya dair bir başka nükteyi daha bana göstermiş bulunuyor.

Sözünü ettiğim kitabın yazarı, kitabın uzun giriş kısmında bu kitapta yapmaya çalıştığı şeyden söz ederken, gerçekte iki ciltlik bir çalışmanın ikinci kısmını oluşturan bu kitabın “ne kadar faydalı olacağını tahminden tamamen uzağım” diyor ve ekliyordu: “Ancak, hiçbir risk almayan bir kitabın başarılı olması oldukça zordur.”

Bu satırlar, bana, ‘başarılı’ bir kitap nedir; onu düşündürdü önce. Bir kitap için, hangi şartlarda başarıdan söz edilebilir? Satış miktarı mı? Bir çığır açma; daha önce düşünülmeyen birşeyi düşündürme, daha önce bakılmayan bir açıdan baktırabilme yeteneği mi? Başka birşey mi?

Bu sorular eşliğinde, şunları düşünecekti aklım: Ortalıkta yığınla ‘proje’ kitap dolaşıyor. Ortak özelliği, ‘risk almamak’ olan proje kitaplar. Ortaya konuşan, ortalamaya konuşan, mayınlı hiçbir alana girmeyen, hakikatin izinin telörgülü bir alanın ötesine doğru uzandığı yerde kenardan dolaşmayı tercih eden kitaplar… Çok şey söylüyormuş gibi yapıp, yeni hiçbir şey söylemeyen. Karşılığında, hayatlarını çok etkilemiş gibi görünüp, gerçekte hiçbir şeyi değiştirmeyen.

Başarıyı satış rakamıyla ölçecek olsa, ‘başarılı’ kitaplar bunlar. Ama bir kitap bir mesajın taşınması için yazılıyorsa; bir kitabın, Thoreau’nun Orhan Pamuk’un bir romanının giriş cümlesine de ilham verecek ifadesini hatırlarsak, ‘hayat değiştirme’ye talip olması gerekiyorsa eğer, bu kitaplar açık şekilde başarısız. Çünkü hiçbir hayatı değiştirmiyor, hiçbir düşünceyi köklü biçimde yerinden etmiyor, hiçbir vicdanı mevcut hali değiştirmeden rahat edemez hale getirmiyor.

Niye?

Çünkü, daha en baştan, zihinde karar kılmış bir yenilgiyle başlıyor yola. Mevcut durumu, moda tabirle ‘statüko’yu, ‘kurulu düzen’i bir veri olarak alıyor; ve bu kurulu düzenin nasıl aşılabileceği üzerine kafa yormak yerine, bu düzeni içinde kendisine bir yer bulup nemalanmanın yollarını arıyor. Yanlış da olsa mevcudu değiştirme noktasında başarısızlığa baştan razı olarak, yanlış da olsa mevcudun içinde bir başarının peşine düşüyor.

Tıpkı akıntıya karşı durmak yerine, akıntıya teslim olan risksiz insanlar, risksiz hayatlar gibi…

Gerçek anlamda bir ‘başarı’ bekliyorsa insan, bir kitabın gerçekten ‘başarılı’ olması umuluyorsa, bir hayatın ‘başarı’sından söz edilmesi gerekiyorsa, bu insanın, bu kitabın, bu hayatın risk alabiliyor olması şart.

G.K. Chesterton’ın bize ‘hayatiyet alâmeti’ni öğreten şu sözünü hiç aklımdan çıkaramıyorum bu yüzden: “Cansız bir nesne akıntıyla beraber yüzer; ancak gerçekten canlı olanlardır ki, akıntıya karşı yüzebilir.”

Yine bu yüzden, İngiliz edebiyatının ironi yüklü hakkaniyetli sesi G.B. Shaw’un bir sözü acı bir tebessüm bırakıyor her hatırıma düşüşünde: “Makul insanlar ortama uyum sağlamaya, gayrimakul insanlar ise ortamı değiştirmeye talip olurlar. Bu da demek oluyor ki, insanlık kaydettiği bütün ilerlemeleri makul olmayan insanlara borçludur.”

Yürekli Fransız şair Paul Valery’nin tavsiyesi de, yine bu sırdan, son derece anlamlı geliyor bana. Tanpınar’ın bir yazısından okuduğuma göre, özelde bir gence atıfla, sabah aynaya baktığında şu soruyu sormasını istiyor Valery: “Ne yapıyorum ben; direnebiliyor muyum?”

Direnenlere selâm olsun... Akıntıya karşı yüzebilenlere, rüzgâra karşı koşabilenlere… ‘Mâkul değil’ diye damgalanmak pahasına, hüküm süren yanlışı değiştirmeye talip olabilenlere…

Ancak onlar, gerçekten ‘can’lı diye anılmayı hak ediyorlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum