Risâle-i Nûr’un esasları

“Risâletü'n-Nûr, gerçi umûma teşmil sûretiyle değil, fakat herhalde hakîkat-i İslâmiyyenin içinde cereyân edip gelen esâs-ı velâyet ve esâs-ı takvâ ve esâs-ı azîmet ve esâsât-ı Sünnet-i Seniyye gibi ince, fakat ehemmiyetli esasları muhâfaza etmek bir vazife-i asliyyesidir. Sevk-i zarûretle, hâdisatın fetvalarıyla onlar terk edilmez.” (1)

 

Bediüzzaman Hazretlerine ait yukarıdaki cümlede, Risale-i Nur’un bir takım esasları ifade edilmiştir.

Bir bütün olarak baktığımızda görülecektir ki, altı erkân-ı imâniyye, beş esâsât-ı İslâmiyye, Kur’ân ve mütevâtir hadîsin nassıyla sabit olan İlâhî hükümlerden tut, tâ en fer’î (2) meselelere kadar üzerinde ittifak edilmiş olan meseleler, Risale-i Nur’un ders konusudur.

 

Risale-i Nur’un ders verdiği bu yüksek hakîkatlardan/yüce esaslardan dördünü, yukarıdaki cümle içinde görmekteyiz. Onlar da:

1.Esâs-ı velâyet: Farzları yerine getirmek, kebâiri (3)  terk etmek, küçük günahlarda ısrar etmemek ve sünnet-i seniyyeye ittiba’ etmek sûretiyle Allah’a yaklaşmak.

Nur’un has talebeleri, hakîkat-ı İslâmiyyenin içinde cereyan edip gelen velâyetin esasına, yani nübüvvet verasetinin sırrına mazhar olur. Yani farzları ifa, kebîreleri terk etmek, sağâirde (küçük günahlarda) ısrar etmemek ve Sünnet-i seniyyeye uymak sûretiyle Allah’a yaklaşmış olur.

Risale-i Nur mesleğinde, nâfilelerle değil, farz ve sünnetlerle Allah’a yaklaşmak prensibi esastır. Bir başka ifade ile, kurb-i nevâfil değil, kurb-i ferâiz esastır.

Çünkü Risâle-i Nur, müstakil bir tarikat ve müstakil bir meslek olmadığından, doğrudan doğruya şerîatın ve sünnet-i seniyyenin içindeki velâyet-i Ahmediyyenin cilvesini göstermektedir. Kısaca ifade etmek gerekirse; “Tarîkat-ı Muhammediyye” dir.

 

Bu bakımdan, sünnetin esaslarına riâyet ve ehl-i sünnet âlimlerinin tesbit ettiği o nurlu esasları/prensipleri/ilkeleri bid’alara karşı koruyup muhâfaza etmek ve ehl-i imânın gönüllerinde yerleşmesine, ihyâ ve intişarına vesîle olmak gibi bir misyonun  asrımızdaki sözcüsü/dellâlı/temsilcisidir.

Bu mesele üzerinde o kadar yoğunlaşmıştır ki, sahâbe ve müçtehidlerin icmâıyla ittifak edilmiş tek bir sünnetin tezyîf, tahkîr ve inkârına yol açabilecek her türlü teşebbüs ve davranışların karşısında şiddetle nûrâni bir set oluşturmuştur.

 

“Bahtiyar odur ki, bu ittibâ-ı sünnette hissesi ziyâde ola. Sünnete ittiba’ etmeyen, tenbellik eder ise, hasâret-i azîme; ehemmiyetsiz görür ise, cinâyet-i azîme; tekzîbini işmâm eden tenkîd ise, dalâlet-i azîmedir.” (4)  ifadeleri, yukarıdaki açıklamalarımıza en veciz bir mesnet teşkil etmektedir.

2. Esâs-ı takvâ: Nehyedilen her türlü günahtan kaçınmak (menhiyyattan içtinâb).

3. Esâs-ı azîmet: İmkân ölçüsünde azîmeti esâs tutmak, ruhsatlarla amel etmemek.

4. Esâsât-ı Sünnet-i Seniyye: Başta imânî hakîkatler ve İslâmî esaslar olmak üzere Sünnet-i Seniyyenin bütün merâtibini öncelikle kalben tasdîk etmek, nafile ve âdab kısmında ise mümkün olduğu kadar ittibâya çalışmak.

 

Risale-i Nur, Kur’ân ve hadîste açıkça izah edilen ve dört mezhebin, belki de on iki hak mezhebin üzerinde ittifak ettiği sünnetin esaslarını isbat ederek hikmetlerini, güzelliklerini göstermiş, bid’aların, dinde olmayan ve sonradan dine sokulan fikir/düşünce ve hayat tarzlarının çirkinliklerini ümmetin nazarına vererek güçlü delillerle ayrıntılı bir biçimde ortaya koymuştur.

 

“On Birinci Lem’a” olan “Mirkatüs-Sünne ve Tiryâk-ı Marazi’l-Bid’a Risâlesi”nde ve “Yirmidokuzuncu Mektub”un Altıncı ve Yedinci kısımlarında sözünü ettiğimiz konular, ikna edici delillerle izah ve isbat edilmiştir.

Özellikle “Tesettür Risâlesi”nde kadınların tesettür ve giyim tarzı,  müfessirlerin ve müçtehidlerin görüşleri istikametinde Kur’ânî bir bakışla bid’alara karşı müdafaa edilmiştir.

“İktisâd Risâlesi”nde, yine sünnetin en önemli temel taşlarından olan iktisat meselesinde emirler zikredilmiş, isrâfın zararları üzerinde durulmuştur.

 

“Hikmetü’l-İstiâze Risâlesi”nde, bid’at ehlinin bâtıl fikirleri çürütülerek reddedilmiş, Sünnetin düstularındaki hakkâniyet vurgulanarak imân ehlinin en sağlam kal’ası olan Sünnet kal’asına sığınmaları, ahir zamanın fesat ve bozgunculuklarından ancak bu yolla selâmette kalınacağı delillerle ortaya konmuştur.

Ayrıca Risale-i Nur’da, “Arabî ezân, kamet ve hutbe” (5)  gibi İslâmî şeâir isbat edilerek, onların yerine ikame edilmek istenen bid’alar, şiddetle reddedilmiş, şeâirden olan Kur’ân hattı müdâfaa edilmiş, Kur’ân yerine tercümelerinin geçerli olmadığı isbat edilmiştir.

“Haşr-i cismânî, tevhîd-i hakîkî “ gibi pek çok esasları reddeden ehl-i dalâlet ve ehl-i felsefenin fikirlerini de çürütmüştür.

Ve daha bunun gibi, sünnetin müdâfaası, bid’aların reddi hususlarında pek çok izah ve isbatlar,  bu eserlerde şerefle yerlerini almıştır.

 

“Sevk-i zarûretle, hâdisatın fetvâlarıyla onlar terk edilmez” diyerek bir kısım şer’î ruhsatları bahane edip, “ Zaman değişti, olaylar böyle gerektiriyor, eski müçtehidlerin fetvalarıyla hareket edemeyiz, v.s..” bahanelere sığınarak Sünneti tahrîb, tahrîf etmek isteyenlere karşı, azîmet ve takvâyı tavsiye etmiştir.

Bilinmelidir ki, zarûret meşrû’ yoldan kaynaklanırsa haramı helâl kılar. Halbu ki bu zamanda zarûret denilen şey, beşerin sû-i ihtiyarından ve gayr-ı meşrû’ yoldan gelmektedir. Şerîatteki ölçü ise; ölüm, şiddetli darp veya bir uzvun kesilmesi gibi zarûretler söz konusudur. Bu zamanda ise, dünyayı ahirete tercihle zarûret bahanesiyle en küçük bir dünya menfaati, dinin en büyük meselelerine tercih edilerek bu ruhsatlar sû-i isti’mal edilmektedir.

İşte bu bakımdan bid’at ve dalâlet ehline karşı Sünnetin müdâfaası, ancak takvâ ve azîmet yolunu tercih etmekle mümkündür.

 

O azîz Üstad’ın mânevî vârislerinden olan başta Hacı Hulûsî ağabey olmak üzere, Hoca Sabri, Hâfız Ali, Mehmet Feyzi Efendi gibi zevât-ı âliye bu tarz bir yaşantıyı tercih ettiler.

a) Üstad Bedîüzzaman Hazretleri ve mânevî vârisler, “İn ecriye illâ alallah” diyerek kimseden hediye almamışlar.

b) Siyâsete girmemişler, siyâsîlerin entrika ve ayak oyunlarına asla gelmemişler,

c) Giyim-kuşamlarına dikkat etmişler,

d) Gece (teheccüd) namazını terk etmemişler,

e) İktisatla yaşamış, zarûret miktarı yemiş-içmişler,

f) Üstad Hazretleri, hiçbir siyasîye karşı dinde ta’vîz vermemiş, yazdığı mektuplarla siyâset adamlarını ve idarecileri şerîate, ona uymaya ve İslâmî hakîkatleri hayata geçirmeye dâvet etmiştir.

g) Bedîüzzaman Hazretleri harama nazar etmemiş,

h) Üzerinde resim bulunan paraya elini sürmemiş, Hacı Hulûsî Bey de üzerinde resimli para bulunduğu halde namaz kılmamıştır.

 

Bu ve bunlar gibi prensiplere bakıldığında görülecektir ki, Üstad ve has talebeleri ruhsatlarla değil, azîmetle amel etmişlerdir.

Altı çizilmesi gereken husus  şudur ki; Risâle-i Nur, Üstad Bedîüzzaman Hazretlerinin yaşadığıdır.

 

Makalemizi yine O’nun konu ile alakalı sözleriyle bağlayalaım inşâallah:

“[Bu mektup gayet ehemmiyetlidir.]
“Aziz, sıddık kardeşlerim,
Bugünlerde, Kur'an-ı Hakimin nazarında, imandan sonra en ziyade esas tutulan takvâ ve amel-i salih esaslarını düşündüm. Takvâ, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek ve amel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def-i şer, celb-i nef'a râcih olmakla beraber, bu tahribat ve sefahet ve câzibedar hevesat zamanında bu takvâ olan def-i mefasid ve terk-i kebair üssü'l-esas olup büyük bir rüçhaniyet kesb etmiş. Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takvâ bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azime içinde amel-i sâlihin ihlasla muvaffakiyeti pek azdır.
Hem, az bir amel-i sâlih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir.”
(6)

 

Dipnotlar:

1-Kastamonu Lâhikası, Birden İhtar Edilen Bir Mes’ele

2-İslam hukukunda şer'î delillerin bir kısmıdır. Şer'î delillerin diğer kısmı ise aslî delillerdir. Fer'î delillerin başlıcaları yedi tanedir. Bunlar sırasıyla şöyledir:

a-İstihsân

b-İstishâb

c-İstislâh (Mesâlih-i Mürsele)

d-Örf ve Âdet (Örf, Âdet ve Teâmül)

e-Sahabi kavli

f-Zerâyi'

g-Şer'ü Men Kablenâ (Geçmiş Şeriatler)

3-Bu konuda Barla Lahikasında şu cümleler geçmekedir:
"Hem mektubunuzda yedi kebâiri soruyorsunuz. Kebâir çoktur; fakat ekberü’l-kebâir ve mûbikat-ı seb’a tâbir edilen günahlar yedidir: Katl, zina, şarap, ukuk-u vâlideyn (yani kat-ı sıla-i rahim), kumar, yalancı şehadetlik, dine zarar verecek bid’alara taraftar olmaktır."

4-Lem’alar, 11. Lem’a, 11. Nükte, 1. Mes’ele

5-bkz. Sözler, 27. Söz; Sözler, Lemeât; Mektûbât, Hakîkat Çekirdekleri; Mesnevî-i Nûriye, Hubâb;      Mektûbât, 29. Mektup; Lem’alar, 10. Lem’a, vs..

6-Kastamonu Lâhikası, Daimî hizmetinde bulunan Risale-i Nur şakirtleri tarafından edilen bir suale cevaptır

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum