Risale-i Nurun Beş Vazifesi

Yaradılışın başından beri devam eden zıtların çatışması, insanlığın imtihana tabi tutulduğu dönemden itibaren daha da şiddetlenmiştir. Gerçek insanlık ile medeniyet ve semavî dinlerin hâkimiyeti ile ifade edebileceğimiz bu imtihan dönemlerinin en çetini, en keskini ahirzaman dönemidir. Bu zıtların en büyükleri de bu ahirzaman döneminde var olan, deccaliyet ve mehdiyet hakikatleridir. Üstad Bediüzzaman, Sikke-i Tasdik-i Gaybide ifade ettiği üzere; Ahirzaman dönemi beş on yıllık bir süre değildir. 200-300 yıllık bir süredir.

Evet, ahirzaman, zıtların çatışması ve imtihanın keskinliği açısından bütün çağların en keskini, en helaketli-felaketli çağıdır. Üstadın kendi evradının arkasına not ettiği 33 hadis-i şerifin birinde “Âdemden ta kıyamete kadar, deccalden daha büyük bir mesele, bir musibet insanlığın başına gelmiş değildir.” deniliyor. Ve yine Ehl-i Beyt imamlarından mervidir ki; “Ahirzaman Mehdisi hiçbir peygamber ve resulün elde edemediği bir fütuhat ve zaferi elde edecektir.”

İşte gerek 5. Şuadan ve gerek 29. Mektubun İşarat-ı Seb’asından anlıyoruz ki: Bu ahirzaman dönemi ta Fransız İhtilal-i Kebirinden yani 1789’dan başlamış ve Allah’ın izniyle 2140’lara kadar devam edecektir.

Yine muhtelif Risalelerden anlıyoruz ki: Deccal, bütün manevi ve kutsal değerleri inkâr edip, hiçbir tarihte görülmedik bir yaygınlıkta ve genişlikte; materyalizme, dünyeviliğe, nefsanîliğe ve dolayısıyla anarşizme meydan açmıştır.

İşte gerek bu ihtilal tarihinden bugüne kadarki gelişmelerden ve gerek bizzat Risale-i Nur’dan anlıyoruz ki: Deccaliyetin bu dört müthiş tahribatını önceleyecek yegâne çare, zamanlar üstü olan ve saf vahiy olarak elimizde bulunan Kur’anın harika ve uygulamalı bir tefsiri olan Risale-i Nurdur. Evet, Risalelerde gayet vazıh bir şekilde okuyoruz ki, Risale-i Nur’un ve onun fedakâr Cemaatinin beş esas vazifesi vardır. Bunları şöylece isimlendirebiliriz:

a) İmanı kurtarmak; başka bir ifade ile deccalin nev-i beşerde yaydığı materyalizm ve inkâr-i ulûhiyet düşüncesini kaldırtmak; iman ve mukaddesata dayalı olan vicdan-ı ammeyi ıslah etmek…

b) Savaşlardan, fakirlikten ve değişik siyasi entrikalardan deccalin hâkimiyeti altına giren Âlem-i İslamın ve daha sonra bütün insanlığın hayat-ı içtimaiyesine ve iktisadiyesine belli bir seviye kazandırıp, dindarane ve fıtrî bir hayatı yaşama imkânını sağlamak…

c) Nev-i beşerde uzun bir zamandan beri ihmal edilen adalet ve hukukun üstünlüğünü sağlamak…

d) Bu sayede insanlık aleminde özellikle ehl-i kitap içinde Kur’anın i’cazını yaymak; bu güçle Şeriat-ı Muhammediyeyi tatbik etmeye çalışmak..

e) Başta Müslümanlar arası ittihadı temin edip, bu ittihadın açılımı ve gücüyle âlem-i insaniyette sulh-u umumiyi temin etmek..

Üstad, mehdiyetle ilgili mektuplarda hulasa olarak üç vazifeye dikkati çekmekle beraber, Birçok mektup ve risaleden anlaşıldığı üzere; Kur’anın anlaşılması ve sulh-u umumi de Risale-i Nurun temel hedefleri içindedir, diyebiliriz.

Risale-i Nur, kendine bu beş maksadı seçmekle beraber, Risale Akademi’nin başlık olarak kaleme aldığı 15 vazifeyi de Cemaate yüklüyor. Yani Risale-i Nurun o beş ana maksadının tam tahakkuku için Cemaate on beş vazife düşüyor. Risale Akademi bunlar için 15 soru soruyor. Bu soruları toplayarak iki soruya indirebiliriz:

1) Bu 15 vazife iç içe midirler? Yoksa ayrı ayrı mıdırlar?

2) Cemaat olarak bizim bu 15 vazifeyi yerine getirmemiz için nasıl bir usul ve yöntem takip edeceğiz?

Evvela: Madem Kur’an bütün kâinatın ve hayatın bir tercümesidir. Ve madem kâinat ve hayatta bütün ilim dalları vardır. Elbette hiçbir ilim ayrımını yapmadan Cemaatin, her ilim dalında bir kişiyi veya bir heyeti mütehassıs olarak yetiştirmesi lazımdır, deriz. Nitekim Üstad Eski Said döneminde Kur’an Tefsiri için böyle bir oluşum düşünüyordu.

Bununla beraber ilim dalları içinden üçü olmazsa olmazıdır: a) Yüksek derecede dil ve edebiyata hâkim olmak. b) Yüksek derecede fen ilimlerini bilmek. c) Tefekkür ve kuvve-i içtihadiyeye sahip olmak.. Yani mukallit olmamak..

Ve işi yaparken yükü bir kişiye bırakmamak.. Zaten Üstad “Bu vazifeler, Cemaatin kuvvet-i ihlâsından ve tesanüdünden tevellüd edecektir.” diyor.

Cemaat, ilim dallarının gelişmesiyle mahiyetleri yeni yeni anlaşılan bazı teferruatta, istişare ve içtihada dayanarak selef-i salihinden ve Risalelerden farklı düşünebilir. Bu, dinin ve Üstadımızın bizden beklediği bir davranıştır. Hâşâ! Üstada ve selef-i salihine hakaret değildir. Nitekim kendisi Barla Lahikasında; Teferruatta Üstadınızı layuhti bilmek hatadır, Fakat Risale-i Nurun esasatı layetezelzeldir, diyor. Mesela tevhid, haşir, nübuvvet, kader ve sair hakaik-i Kur’aniye esasattır.

Üstad Hz.lerinin Cemaate bıraktığı bu 15 vazifeyi biraz daha netleştirirsek şöyle bir program takip edebiliriz: Cemaatte küçük de olsa dil, fen ve serbest tefekkürde mütehassıs bir heyet-i ilmiye tesis edebilirsek; evvela: Bu on beş vazifeyi muhtelif zamanlarda dahi olsa gerçekleştirebiliriz.

İkinci olarak: Risale Akademinin öngördüğü bütün yol ve yöntemleri belli bir program çerçevesinde uygulayabiliriz. Şöyle ki:

Bu heyet-i ilmiye, Risale-i Nurla ilgili hizmetlerini ihmal etmeden önce kitap yazabilecek seviyede Arapça öğrenmeli. Bunu yaparken de materyalizmin ve deccaliyetin silah olarak kullandığı fen ilimlerini öğrenip Risale mantığıyla yeni bir ilim anlayışını ve epistemolojiyi oluşturmaları gerektir. Daha sonra bu iki ihtisas sahasını Cemaatin efradının seviyesine göre yaymak da işi büyük çapta insanlara ve hayat-i içtimaiyeye mal ettirir.

İşte bu iki adımdan sonra üçüncü bir adım da, Risale-i Nurun bütünlüğünü ve fıtri olan sırasını ihmal etmeden; ehl-i ihtisas için bilim dallarına göre birer kitap oluşturmak; mesela Kur’anın tefsiri için Risalelerde 7000 anahtar kavram var. Bunları tefsir için toplamak.. Ve mesela usul, metod ve epistemoloji için, Risalelerde özellikle Eski Said eserlerinde 1500’e yakın kaide var.

Tenkid gibi algılamayın; ama bugün Üstadın, Kur’anın anlaşılması için koyduğu kurallardan hiçbiri bilinmiyor veya uygulanmıyor. En başında teferruat esasatın yerine geçmemeli, dediği halde, Cemaat daima teferruatta boğuluyor.

Fakat bu, Cemaatin samimiyetsizliğinden veya ferasetsizliğinden dolayı değildir. Bunun daha başka üç temel sebebi var: 1) İlmi altyapı yeteri kadar hazırlanmamıştır. 2) Siyasi gündemler, ilmin yerini işgal etmiştir. 3) Asrın tahribatı çok yoğun ve sertçe saldırıyor.

Bu heyet-i ilmiye, Risaleleri ehl-i ilmin istimal edeceği bir surette yayarsa, Risaleler akademik dünya için büyük bir hazine olacaktır. Oradan hayatın bütün safhalarına Nurun anlayışı ve feyzi yayılacak.

Bunun ardından hayatta birçok ihtisas heyetleri ortaya çıkacak… Bu heyetlerin kimi, şerh ve izah yapacak; kimi tefsire devam edecek… Kimi bu manaları medyada neşredecek; kimi yeni konular için telif kitaplar hazırlayacaktır. Kimi vaizle, kimi sohbetle Kur’anın bu semavi sofrasını önce Müslümanlara, sonra bütün insanlığa sunacaktır.

Bütün bunları yaparken istişare ve şura heyetlerinin kurulması, hizmetin binası için önemli bir ayak olduğu gibi; bu istişare gruplarının ihtisasa hizmet ve hürmet etmesi de ikinci bir ayak olur. Risale-i Nur bütün renkleriyle cihan-ı cihada çıkar. Âlem-i insaniyet hiçbir tarihte görülmedik bir şekilde maneviyata, saadete ve nura mazhar olur.

Fakat bu gemi o kadar çok hassastır ki; ince bir telin kopması dahi bizim sahil-i selamete varmamıza mani olabilir.

Hulasa: Risale-i Nurun yolu ilim yoludur. İlmin de kaide ve kuralları vardır. Bunlar asla görmezlikten gelinmemeli.

Bence Cemaatin bütün samimiyetine rağmen şimdiye kadar bütün sıkıntılarımızın sebebi, Medresetüz- Zehra’nın işlemeyişidir. Cemaatin idaresinde ve hizmetin başındakilerin ilmî bir şura kuramayışıdır.

Bunun da kötü bir neticesi olarak Cemaatin bütün enerjisini teferruatta bitirmesidir. Hâlbuki eğer Cemaat; dil, fen ve tefekkürde âlimler yetiştirseydi ve bunlar, kudret, ilim ve irade-i İlahiyeyi fen ilimleri çerçevesinde gösterebilselerdi, şimdiye kadar muvaffakiyet elde edilebilirdi. Yanlış anlaşılmasın; Risale-i Nur bu üç temel hakikati bin sayfa ile gayet açık olarak göstermiştir. Fakat Cemaat bunları fen ilimleri çerçevesinde gösterememiştir. Mesela bugün fen, kudrete enerji, ilme yazılım, iradeye evrim süreci diyor.

Son olarak bu mektubu kısa bir müzakere-i ilmiye ile bitirelim:

“Lübbü (özü) bulamayan kışırla (kabukla) uğraşır.” Bakın Üstadın bu kaidesinden anlıyorum ki; eğer halis-muhlis Nur cemaatinin eline ilmi projeler verilseydi, bugün biz Avrupa ilimleri ile hesaplaşabilirdik. Fakat proje olmayınca Cemaat, teferruatta boğuldu. Avrupa ile hesaplaşmak şöyle dursun, Risale-i Nurun esasları bile anlaşılmadı.

“Lafız meale, meal manaya, mana harici manaya engel olur.” Yine bu kaideden anlıyorum ki: Kur’an ve onun manevi bir tefsiri olan Risale-i Nur, kâinatın tercümesidir. Kur’an denilen bu Arabî tercümede kâinat, maddi müşahhas manadır. Cemaat bu manada kâinata yani fen ilimlerine geçemiyor. Ve gerçek mana olan bu harici manaya varamayış, bütün sistemi tıkıyor. Mesela kudret ve kuvvet kelimelerinin farkını veya çağdaş karşılığını bilmiyoruz?

Bunun gibi atladığımız binlerce hakikatler var. Anlaşılan biz ibtidai kalmışız. Onun için elifba ve dil ilminden başlamalıyız. Başta ehl-i hizmet olan bütün ağabeyler ve cemaatin efradına sonsuz selamlar ve hürmetler ederim..

En son olarak Heyet-i İlmiye hakkında daha önce yazdığım hususi bir mülahazamı burada bir daha zikretmekte fayda var; şöyle ki:

Nur Cemaatinde bir heyet-i ilmiyenin kurulması için yaptığım tekliflerimde gördüm ki; hizmetin bütün kurum ve grupları, heyet-i ilmiye ile heyet-i idariye arasında bir fark görmüyorlar.. Veya bu farkı anlayacak ilmî altyapıdan mahrumdurlar. Lisan-ı halleriyle İslamiyet ve Risale-i Nur bütün ilmî meseleleri halletmiştir. Böyle ilmî bir heyet, bizim tarz-ı hizmetimize müdahale eder; fitneye sebep olur, diyorlar. İnsanların yüzde 90’ının dinin hakikatinden bî-haber olmasını, Cemaatin mesuliyet ve vazifelerini ifa etmediklerine değil de; insanların imtihanlarını kaybettiklerine hamlediyorlar. Sırr-ı teklifin tahakkukunun şartlarından bî-haber olduklarını gösteriyorlar.

Sırr-ı teklif tahakkuk etmiyor, derken hâşâ! Kur’an ve onun hakiki bir tefsiri olan Risaleler yetmiyor, demek istemiyorum. Demek istediğim şudur: Âlem-i İslamda ilmî ve fennî araştırmalar bi-hakkın yapılmadığı için, halkta ve dinî konularda halk seviyesinde olan hocalarda çocuksu bir inanç oluşuyor. Feylesofane nazara sahip ehl-i ilim ve ehl-i tahkike Din böyle ise biz bunu istemiyoruz dedirtiyor.. Üstad Hz.leri, bu durumu Meclis-i Mebusan-ı Osmanî’ye söylediği üç parçalı nutukta tekrarla dile getiriyor. Bunun da en birinci sebebi istibdattır, diyor. İstibdattan klasik statükocu geleneği zor ile devam ettirmeyi kast ettiği anlaşılıyor.

Evet, Türk milleti asker bir millettir. Askerlikte ise, önemli olan kuvvet ve idaredir. Nitekim bugün Türkiye’de kırka yakın strateji enstitüsü var. Hepsinin de araştırma alanları, askeri ve güvenlik konularıdır. İlim üzerine herhangi bir think tank yoktur.

Ben, bu tarz bir yöntem önermekle belki, Risale Akademinin Nur Cemaatinin 15 vazifesi hakkında öngördüğü çerçevenin dışına çıkmış olabilirim. Fakat kesinlikle inanıyorum ki; eğer merkezi bir heyet-i ilmiye ve ona bağlı ihtısas komisyonları tesis edilmezse, bu 15 görevden hiç biri yerine getirilemez. Nitekim şimdiye kadar hiçbir şey yapılamamıştır. Çünkü Risale-i Nurun ilmi seviyesi çok yüksektir. Dolayısıyla böyle bir meseleyi avam-ı cemaatten beklemek fazlaca hüsn-ü zan olur. Bediüzzaman bütün kâinatla beraber yüzyıldır böyle bir netice (Medresetüz-Zehra) için dua ediyor. Bizim onun duasına katılmamız gerekiyor.

Bütün kardeş ve ağabeylerime selam eder; hurmet ve muhabbetle ellerinden öperim.

BS

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum