Mehmet ERDOĞAN

Mehmet ERDOĞAN

Risale-i Nurların şerhi-1

Risale-i Nur Külliyatı önceleri “Tahşiye’’, daha sonra da “Semendel Yayınevi” vasıtasıyla Muhammed Ali Doğan Hoca tarafından “Şerh” edilerek neşredilmektedir. Bu şerhlerin, yayına hazırlama ve editörlüğünü de, Mustafa Kaplan, Bünyamin Ateş ve Burhan Bozgeyik gibi Risale-i Nurlar hakkında birikimi olan şahıslar yapmaktadır. Münazarat,  Kader, Hüve nüktesi ve Ene Risalelerinin şerh ve izahıyla başlayan faaliyet, bilahare Külliyatın pek çok bölümünü kapsayacak şekilde devam etmiş ve etmektedir.

Tarih boyunca pek çok eser, şerh edilmiş ve edilmektedir. Buna kimsenin bir itirazı yok ve olamaz. Eserin orijinalliğine ve esas metne halel gelmemesi; ifade ettiği manaya uygun olması ve mananın daha iyi anlaşılması maksadı ve şartıyla yapılan çalışmalar, takdir ve tebrike şayandır. Risalelerin bu ölçüler içerisinde şerh ve izah edilmesinde, elbette ki, usulen bir mahzurun olduğu söylenemez. Zaten, Risalelerin şerh ve izahının yapılabileceğine bizzat Bediüzzaman’ın kendisi de izin vermiştir:

Risale-i Nur benim gibi âciz ve ihtiyar ve zayıf bir bîçareye bedel, genç, kuvvetli çok Said'leri içinizde bulmuş ve bulacak. Onun için bundan sonra Risale-i Nur'un tekmil ve izahı ve haşiyelerle beyanı ve isbatı size tevdi' edilmiş tahmin ediyorum.... Risalet-ün Nur, size mükemmel bir me'haz olabilir. Ve ondan erkân-ı imaniyenin herbirisine, meselâ Kur'an'ın Kelâmullah olduğuna ve i'cazî nüktelerine dair müteferrik risalelerdeki parçalar toplansa veya haşre dair ayrı ayrı bürhanlar cem'edilse ve hâkeza.. mükemmel bir izah ve bir haşiye ve bir şerh olabilir... Zannederim ki, hakaik-i âliye-i imaniyeyi tamamıyla Risale-i Nur ihata etmiş, başka yerlerde aramaya lüzum yok. Yalnız bazan izah ve tafsile muhtaç kalmış. Onun için vazifem bitmiş gibi bana geliyor...

Ve inşâallah vazifeniz şerh ve izahla ve tekmil ve tahşiye ile ve neşr ve talim ile, belki Yirmibeşinci ve Otuzikinci mektubları te'lif ile ve Dokuzuncu Şua'ın Dokuz Makamını tekmil ile ve Risale-i Nur'u tanzim ve tertib ve tefsir ve tashih ile devam edecek. Risale-i Nur'un samimî, hâlis şakirdlerinin heyet-i mecmuasının kuvvet-i ihlasından ve tesanüdünden süzülen ve tezahür eden bir şahs-ı manevî, bâki ve muktedir bir kuvvet-i zahrdır, bir rehberdir.’’ (Barla Lahikası, 371-372)

Bu beyanlarından, açıkça anlaşılmaktadır ki; Molla Muhammed Hoca ve eserlerini yayına hazırlayan arkadaşları da; bu müsaadeye dayanarak bu şerh ve haşiyeyi yazdıklarını ifade etmektedirler. Ayrıca Yayına hazırlayanlar “Hüve Nüktesi şerhi”nin giriş bölümünde; “Nur külliyatını okuyanlarda –haklı olarak- “Anlamıyoruz” şikayetinin olduğu da vaki’dir. Bu şikayetlere son verebilmek üzere Müellif (r.a.) eserlerininşerh, izah, tekmil, tahşiye, ta’lim, tanzim, tertip, tefsir ve tashih’’ iznini arkadan geleceklere zaten vermiştir. Müellifin (ra) verdiği bu izin muvacehesinde, okuyucuların zihnine bir ufuk açmak üzere, el-Hac Molla Muhammed Ali Doğan Hocamızın riyasetinde mühim bir ulema hey’etinin ma’rifetiyle uzunca bir zaman zarfı çerisinde kaleme alınan ve baskı teknolojisinin en son imkanları kullanılarak tab’edilen bu şerhlerin, ümit edilen “eseri anlama” kolaylığını kazandırabilmesini, Cenab-ı Allah’tan ümit ve temenni ediyoruz.” (Hüve nüktesi şerhi.Sayfa:7) şeklindeki beyanlarıyla, yapılan bu şerhlerin gerekçelerini açıklamış olmaktadırlar.

Bu noktaya kadar bir problem yok. Ancak yapılan açıklamalar, gerçekten oradaki metnin izahı ve şerhi midir? Üzerinde durulması gereken nokta burasıdır. Aslında yapılan şerhler incelendiğinde, bu gerekçelerin “durumdan vazife çıkarma” amacına yönelik bahaneler olduğu anlaşılacaktır. Çünkü yapılan açıklamaların büyük ölçüde konu ile irtibatı yok. Ayrıca bir kişinin yaptığı bu şerhler, “Mühim ulema hey’eti” ifadesi ile “Şahs-ı Manevi“lendirilmek suretiyle i’zam edilmektedir. Yayınevi ismini, “Tahşiye” olarak  nitelendirmek suretiyle de; kendilerini “Risale-i Nurları şerh eden, haşiyelendiren ve açıklayan ekol” olarak adlandırdıkları anlaşılmaktadır. Yani esas maksadın; “Risalelerin daha iyi anlaşılması olduğunu ileri sürmektedirler. Halbuki yapılan bu şerhler vasıtasıyla Risaleler, ana ekseninden koparılmış ve karmaşık hale getirilmiştir.

Esasen, Üstad Bediüzzaman’ın yukarıda çerçeve ve sınırlarını çizdiği; “şerh, izah, tekmil, tahşiye, neşr, ta’lim, tanzim, tertip, tefsir ve tashih” gibi hususlara, bir itirazın olması elbette ki söz konusu olamaz. Zira, yapılan derslerde, sözlü olarak bu açıklamalar -her ne kadar bazen konu dışına çıkılsa da- zaten yapılmaktadır ve yapıyoruz.

Bu hususta “konferans’” adlı risalede geçen; “Bedîüzzaman, bir Nur talebesine Risale-i Nur'dan bazan okuyuvermek lütfunu bahşederken izah etmiyor, diyor ki: "Risale-i Nur, imanî mes'eleleri lüzumu derecesinde izah etmiş. Risale-i Nur'un hocası, Risale-i Nur'dur. Risale-i Nur, başkalarından ders almağa ihtiyaç bırakmıyor. Herkes istidadı nisbetinde kendi kendine istifade eder. Aklınız herbir mes'eleyi tam anlamasa da, ruh, kalb ve vicdanınız hissesini alır. Ne kadar istifade etseniz, büyük bir kazançtır." (Sözler, 772) şeklindeki ifadeler de bu konuda dikkatli olunması gerektiğini ihtar etmektedir.

Ne var ki sözlü olarak yapılan bu açıklamalar, kayıt altına alınmadığı için yapılan yanlış izahlar, eserin orijinalliğine herhangi bir halel getirmemektedir. Sorumluluk burada dersi yapan şahsa münhasır kalmaktadır. Ancak yazılı olarak neşredilen şerhler, kayıt altına alındığı ve neşredildiği için, sözlü olarak yapılan açıklamalardan farklıdır. Bununla beraber yazılı olarak şerh yapılmasına da, usulen ve ilmen bir mani olmadığı gibi; Risalelerde de herhangi bir engel ve mahzur görülmediği anlaşılmaktadır. Tabii ki yukarıda adları geçen kelime ve terimlerin, ifade ettiği mana sınırlarının ve çerçevelerinin iyi tesbit edilmesi ve açıklamaların da ona göre yapılması şartıyla… Çünkü yine Barla Lahikasında, “Yazdığım bazı şeylere dair fikrinizi soruyordum. Maksadım “gördüğüm hakikat acaba hakikat midir? diye sormuyorum. Belki; hakikate açılan yol, acaba umuma yol olabilir mi? diye soruyorum” (Barla Lahikası:135) şeklindeki ifadesi, esas mana ve hakikatlere ilişmeden bu işlemlerin yapılması gerektiğini göstermektedir.

Ayrıca bu şerhlerin ne şekilde olacağının sınırlarını da yukarıda zikredilen mektuptan anlıyoruz: Mehaz olarak Risale-i Nurun gösterilmesi, Risalelerin bir yerini başka bir yerdeki ifadelerle açıklamak, muğlak bir ifadeyi anlaşılır şekilde ifade etmek; aynı konu ile ilgili bölümlerin bir araya toplanması, ağdalı ifadelerin muhatabın seviyesinde izah edilmesi, değişik ebatta Risale tanzimi ve neşri gibi benzeri birtakım tertip ve düzenlemelerin yapılması kastedilmektedir ki; bu tarz işlemler “esas”ı bozacak hususlar olmadığından müsaade edilmiştir.

Aslında bizzat Bediüzzaman’ın kendisi de Risalelerinde başkasından yaptığı iktibaslarda, şerh ve açıklama yapmıştır. Mesela Niyazi-i Mısri’nin Dil bekası, Hak fenası istedi mülk-ü tenim, bir devasız derde düştüm, ah ki Lokman bîhaber!’’ beytini; “Yani: Benim kalbim bütün kuvvetiyle beka istediği halde; hikmet-i İlahiye, cesedimin harabiyetini iktiza ediyor. Hekim-i Lokman da çaresini bulamadığı dermansız bir derde düştüm.” (Lem'alar, 224) şeklinde açıklamıştır. Çarpıtma yok, manaya aykırılık yok. Yalın  ve sade. Orijinal metne tam uygun bir açıklama...

Ancak Muhammed Doğan Hoca tarafından yapılan açıklamalara bu ölçüler çerçevesinde  ‘’Risalelerin Şerhi’’ demek asla mümkün değildir. Çünkü bu açıklamalarla, Külliyat   Muhammed Hocanın kendi bilgi ve müktesebatıyla büyük ölçüde değiştirilmiş, adeta yeni bir te’lifat haline getirilmiştir. Zira “şerh”; “orijinal mefhumları kendi kafamıza ve anlayışımıza göre, istediğimiz şekilde çekip uzatarak açıklama değildir. Hiç şüphesiz bu tarz açıklamalarda rahatsızlık veren husus, “şerh”in yapılması değil; “şerh” ve “izah” adı altında yapılan tahrifat ve tağyirattır. Çünkü, kendi yorum ve düşüncelerini, Bediüzzaman’ın düşünceleri imiş gibi takdim etmeye çalışmak, onun adına beyanda bulunmak, ilave ve eklemeler yapmak haksızlık ve insafsızlık ve sorumsuzluk olduğu gibi,  ahlaki de değildir. Zira bu şerhlerde yapılanların pek çoğu, “şerh” ve “izah” dışı, şahsi beyanlardır. Kişisel beyanlar, Bediüzzaman’ın orjinal ifadeleri ile birbirine karışmıştır. Zorlamalı ve dolambaçlı tevillerle Risaleler tahrif edilmiş, ana metnin ifade ettiği manadan çok farklı açıklamalarla mana saptırılmıştır.

Bilhassa kitapların giriş kısımlarında gereksiz sarf ve nahif kaideleri ve Kelami Istılahlar ile yapılan dolambaçlı ve ilmi tabirler ve konu ile ilgisi olmayan bilgi ve malumatlarla, konular iyice muğlak hale getirilmiştir. Hatta öyle ki, zaman zaman Hoca, kendi ifadelerini Risalelerle açıklamaya çalışmıştır. Hulasa-i kelam, yapılan bu “şerh”lerle, eserlerin orijinalliğinin canına okunmuş, icaz, mecaz, kinaye, üslup ve selaset kaybolmuş; edebi vuruculuk gitmiş, belagat ve üslubun güzelliği tamamen ortadan kalkmıştır. Çünkü yapılan bu şerhlerle, Risaleler tabi’ Hoca Efendinin açıklamaları ise metbu’ makamında görünüyor. Bu hali ile Münazarat ve diğer eserler -teşbihte hata olmasın- “At oynamış yonca tarlası”na döndürülmüştür. Müellifin esas ifadeleri parantez arasına alınarak, orijinal metin muhafaza edilmeye çalışılmış ise de, mana ile ilgisi olmayan açıklamalarla acib’üş-şekil bir metin ortaya çıkmıştır.

Devam edecek

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
14 Yorum