Risale-i Nurlarda ışıldayan İlahî isimler

Risale-i Nurlarda ışıldayan İlahî isimler

Üstad’ın, Esma-i Hüsna’yı ele alışının ve onları İlahi isimlere dayandırırken takip ettiği Kur’anî usül

Engin Tenekeci'nin haberi:

Bediüzzaman Hazretleri’nin  hayatının her anında olduğu gibi Risale-i Nur külliyatında da Kur’anî ve Nebevî ahlâkı kendine rehber edindiği görülüyor. Üstad’ın, Nurların kalbi mesabesindeki Esma-i Hüsna’yı ele alışının ve onları İlahi isimlere dayandırırken takip ettiği usûlün Kur’anî olduğu bir gerçek.

İlâhî beyanda “En güzel isimler Allah’ındır.” diye buyruluyor. Hazreti Malik’in İlahi isimleri (Rahman, Rahim, Kerim) tüm inananların tek ışık kaynağı olagelmiştir. Eşya ve hadiselerin arka planı esmanın hakikatleriyle anlam bulmuştur. Ayrıca inanan gönüller, Kur’an’ın Efendiler Efendisi’ne tafsilen talim buyurduğu İlahi isimlere müracaat edegelmişlerdir.

Sahabe efendilerimizden tabiine, tebe-i tabiinden selef-i salihine kadar tüm Hakk dostları, akıl ve kalb kovalarını İlahi esmanın sınırsız, sırlı ummanlarına daldırarak ümmetin dünyevi-uhrevi hayatlarının kurtuluşu adına birçok eserler ortaya koymuşlardır. İmam Rabbani Hazretleri’nin Mektubat’ı, Gazali Hazretleri’nin İhya-i Ulumiddin’i, Hz. Mevlânâ’nın Mesnevi’si, Bediüzzaman Hazretleri’nin Risale-i Nur külliyatı bu kabil eserlerden.

Bediüzzaman Hazretleri’nin, diğer hakikat ehli gibi bir nevi Kur’an ve hadislerin tefsirini yaptığı Risale-i Nur külliyatında, İlahi isimleri (Esma-i Hüsna) fevkalade yerinde kullandığı görülüyor. Ayrıca Üstad’ın tüm eserlerinde, Kur’anî ve Nebevî ahlak gereği, topyekûn tüm eşya ve hadiseleri Cenab-ı Hakk’ın isimlerine bağlamanın yanında, kendisini tamamen bu kutsi kaynaklara teslim ettiği görülüyor. Hatta bazı eserlerinde, İlahi lütuf olarak kendisinin Rahim ve Hakim isimlerine mazhar olduğunu dile getiriyor. Bununla birlikte Nurlarda, İlahi isimleri harika bir tarzda te’vil ve tefsir ediyor. Kainattaki her ilmin İlahi bir isme baktığını açıklıyor. Her şeyden, Allah’ı (cc) isim ve sıfatlarıyla tanıma anlamına gelen marifetullaha bir kapı aralıyor.

Onun bu vasfı, Bediüzzaman’ın neredeyse tüm eserlerinde açık şekilde görülüyor. Sözler’den Lem’alar’a, Mektubat’tan Lahikalar’a, Muhakemat’tan Şualar’a kadar tüm kitaplarında hep bu metodu izliyor. Ele aldığı bir konuyu Rabbimizin herhangi bir ismine bağlamada fevkalade hassasiyetli davranıyor. Örneğin âfâka, makro âlemlere, kudrete, hakimiyete bakan konularda Celalî isimlere; enfüsi, şahsi veyahut mikro plana bakan konulardaysa Cemalî isimlere başvurduğu görülüyor.

Zikirhaneye dönüşen bir yeryüzü

Üstad Hazretleri, Yirminci Mektup’un Birinci Makamı’nın Altıncı Kelimesi’nde hususi manada ölüm bahsine değinir. Ölümün Allah (cc)’tan geldiğini, onun, insan için hayat vazifesinden bir terhis olduğunu yazar. Ölümle insanın hizmet külfetinden azad edildiğini, fani hayattan ebedi hayata intikalinin gerçekleştiğini söyler. Yine ölümün insan ve cin için birçok müjdeler barındırdığını nazara verir. Örneğin, onun idam, hiçlik, yokluk ve mutlak ayrılık gibi anlamlara gelmediğini, ‘belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından’ bir terhis, mekân değişikliği olduğunu; ebedi saadet tarafına, asli vatana (âhiret alemine) bir sevkiyat olduğunu açıklar.

Said Nursi Hazretleri’nin dış dünyada cereyan eden olaylara değindiği Yirmi Dördüncü Söz’ün Birinci Dal’ında, denizden ve depremlerden bahseder. Zaten, özellikle, gece boyunca öfkeli bir şekilde kabararak deniz kenarındaki kayalıklara sert şekilde vurarak ses çıkaran denizi gördüğümüzde aklımıza hemen Cenab-ı Hakk’ın celadeti, haşmeti gelir. Hele bir de zemin sallandığında Allah’ın (cc) kudret ve azametinden adeta titreriz. İşte Bediüzzaman, bu sözde fırtınalı denizi, sallanan yeri konuşturur ve onların, ‘Ya Celil, ya Aziz, ya Cebbar’ dediklerini ifade eder. Bu cümlede ise meseleyi doğrudan Allah’ın (cc) Celalî isimlerden olan ‘Celil, Aziz’ gibi kutsi isimlere bağlar. Ayrıca, gerek Ene ve Zerre bahsinde gerekse Haşir ve Ayet-ül Kübra risalelerine başvurulduğunda, yine inanan gönüllere Nur saçan o İlahi isimlerin parıltıları görülecektir.

Said Nursi’nin Ayet-ül Kübra risalesinde de aynı anda birden fazla bazı Cemalî isimlere başvurduğunu okuyoruz. Üstad Hazretleri, bizlere bir nevi gökyüzünde bir balık gibi yüzen yıldızlar âleminden başlayarak, kanımızdaki  alyuvarlara kadar fikri seyahat yaptırdığı bu eserin bazı yerlerinde hayvan ve kuş türlerinin ‘O Allah ki birdir’ dediklerini ifade eder. Hayvanatın hep beraber halî ve sözlü olarak bu kelimeyi zikrederek yeryüzünü bir zikirhaneye çevirdiklerini açıklar.

Hayvanların her birinin birer Rabbani kaside, birer Subhani kelime, anlamlı birer Rahmani harf hükmünde Sanatkar’larının (İlahi) vasıflarını dile getirdiklerini ve O’nu hamd ve sena ettiklerini söyler. Yine hayvan ve kuşların tüm duygularının, hislerinin, cihazlarının, organlarının kısacası her şeylerinin; vezinli, kafiyeli, mükemmel sözler olduğuna parmak basar. Üstad sözlerine şöyle devam eder: “Onlar, bunlarla Hallak ve Rezzaklarına şükür ve vahdaniyetine şehadet getirdiklerine kat’î delalet eden üç muazzam ve muhit hakikatları müşahede etti...” Bediüzzaman Hz.’nin bu bahiste Cemalî isimlerden olan Hallak ve Rezzak isimlerini zikrettiği görülüyor.

Rehberi Kur’anî düstur

Üstad Hazretleri’nin Nurlarda, zaman zaman aynı anda hem Celalî hem de Cemalî isimlere başvurduğu da oluyor. Arapça te’lif ettiği, ‘Risale-i Nur’un fidanlığı’ olarak nitelendirdiği, daha sonra küçük kardeşi Abdülmecid Nursî’nin Türkçeye tercüme ettiği Mesnevi-i Nuriye adlı kitabında bunu görmek mümkün. Örneğin, ey insan! hitabıyla başladığı bir yerde, güneşin azametiyle beraber insanlara bağlı olduğunu, yine insanların hanelerine nur saçtığını açıklar. Diğer taraftan güneşin ısısı ile insanların yeryüzündeki (bağ, bahçe, tarla)  yiyeceklerini (meyve, sebze, tahıl) pişirdiğini belirtir: “Sizin öyle Azîm, Rahîm bir Mâlikiniz var ki, bu şems onun bir lâmbası olup misafirhanesinde sâkin misafirlerini ziyalandırıyor.” Dikkat edildiği takdirde Üstad burada Celalî isimlerden Azîm, Cemalî isimlerdense Rahîm’e başvuruyor. Çünkü güneşi nazara verdiği aynı anda insanlardan da bahsediyor. Yani güneş makro (afakî) âleme, insansa mikro (enfüsî) âleme bakıyor.

Muhataba göre hitap 

Aslında Üstad’ın uyguladığı bu metot, yazının da başında hatırlatıldığı üzere Kur’anî bir ahlâktır. Zira yine Said Nursi Hazretleri’nin eserlerinde sıkça değindiği gibi Kur’an’da İlahi bir tenezzülat var. Yani Yaratan, kelam sıfatından gelen Kur’an vasıtasıyla, kişiyle bir nevi seviyesine göre konuşuyor. Dikkat edildiği takdirde yüce Furkan’da da Celalî ve Cemalî isimler kendini gösterir. Örneğin, Allah, Celalî ya da Vahidî tecellilerinden olan gök ve yeri nazara verdiği aynı anda, Cemalî veyahut Ehadî tecellilerinden olan insanların dillerinden, sineğin kanadından, insanın spermden yaratıldığını hatırlatır. Çünkü afakî yani hariçteki Celalî tecelliyi her akıl kavrayamayabilir. O yüzden fikirler dağılabilir. Bundan dolayı Allah kullarına merhamet ve şefkat edip, akıllarını dağıtmamak için Cemalî tecellisini de nazara veriyor.

Zaman

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.