B. Said ÇİFTÇİ

B. Said ÇİFTÇİ

Risale-i Nur'da Amerika, Amerika'da Risale-i Nur

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dünya gündeminden düşmeyen bir ülkedir. Doğrudan veya dolaylı tüm dünya ülkeleri, ya kendileri ABD ile bir şekilde ilgilidir ya da ABD onlarla ilgilidir. Hollywood gibi bir etkileyici bir gücü elinde tutmasıyla dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın herkese kendisini duyurmuştur. Dünya tarihinde, belki de seveni de sevmeyeni de bu kadar fazla olan bir ülke olmamıştır.

ABD, Birinci Dünya savaşında İngiltere'nin gölgesinde kalmışsa da, kısa sürede siyasi, ekonomik ve silah gücüyle 2. Dünya savaşıyla birlikte dünya hâkimiyetini ele geçirmiştir. Bu hâkimiyet önce BM'nin kurulması ve BM içindeki Güvenlik Konseyindeki ağırlığı ile tam yerine oturmuştur. 50'lilerden itibaren dünyanın pek çok ülkesindeki ekonomik ve siyasi dengelerde varlığını hissettirmiştir. Kendisi alabildiğine demokrat ve özgür, alabildiğinde rahat insanlar ülkesi olduğu halde, dünyanın pek çok ülkesinin iç ve dış işlerine doğrudan müdahale ederek rahatsız etmesini de çok iyi bilen bir ülkedir. Dünyadaki genel politikası, özellikle Komünizm zamanlarında hak ve özgürlükler, demokrasileri gelişmesi, din ve dindar insanların himaye edilmesi üzerinde yürümüştür. Ama ekonomik çıkarları iyi gitmediğinde İngiltere'nin kaptırdığı sinsi ve nazik “sömürü” mantığını, harbiden, açıkça ve utanmaksızın tepe tepe kullanmasını bilmiştir.

ABD aslında şekilsiz bir ülkedir. Ona şekil veren “lobi” ve bu lobilerin beslendiği kaynaklardan biri olan “Düşünce Kuruluşları”dır. Bu iç dinamiklerden, özellikle ekonomik ve siyasal bakımdan güçlü olanlar onun dış politikalarına egemen olur. Nitekim İsrail konusu başta olmak üzere ne kadar yamuk dış politika yanlışlıkları varsa, söz konusu o lobiler yüzündendir. Ancak “Başkanlık” sisteminin yürüdüğü bu ülkede, seçilen her başkanın illa da lobilerin etkisinde kalacağı yargısı da doğru değildir. Carter ve Clinton gibi Demokrat Partili başkanlar çoğu kez bu lobilerle ters düşmüş ve çeşitli aleyhte kampanyalara maruz kalmışlardır.

ABD aleyhine ne kadar yazı yazılırsa yazılsın, onu dünya hâkimiyeti noktasında ayakta tutan sır “din ve vicdan hürriyeti” konusundaki samimiyetidir diyebiliriz.

İslam âleminde ABD düşmanlığı tarihinin zirvesindedir. Çünkü İsrail'in devlet terörüyle İslam âlemine verdiği zarar düşmanlıktan nefrete dönüşmüştür. Afganistan ve Irak'ı işgali de bu nefterin tuzu biberi olmuştur. Aslında Türkiye'de körü körüne düşman olanlar dahil, İslam âlemi oldum olası ABD düşmanıdır. Ama ABD' de yaşamayı da en çok da İslam dünyasından Müslümanlar istemektedirler. İslam ülkelerinin pek çoğu Komünist bloğun çöküşü öncesinde “Sosyalist”tiler. Yani o zaman da ABD'ye ideolojik olarak düşmandılar, şimdi de düşmanlar. Bir siyasal İslam hareketi olan “İhvan-ı Müslimin” düşüncesi de bu düşmanlığı sürekli beslemiştir. Özetle İslam dünyasının ABD'ye bakışı “şaşıdır”. Yani nasıl ve hangi açıdan bakacağını bilememektedir.

İşte ABD'ye bakarken, Bediüzzaman'ın bakış açısına ihtiyaç vardır.

Bediüzzaman Hazretleri'nin ABD ile ilgili olarak özellikle “Lâhikalar”da pek çok ifadesi vardır. 71 muhtelif yerde “Amerika”dan söz etmektedir. Yeni Başkan “Burak Hüseyin Obama”nın tahta cülûsuyla birlikte bunları yeniden hatırlayalım:

BM merkezinin ABD' de olacağını bilmesi:

Nasıl ki, meselâ Amerika'da, bütün milletler umumî bir kongreye davet edilse, her millet büyük gemisine biner, oraya gider” (Mektubat, 3. Mektup, s. 22). Bu mektubun yazıldığı tarih BM kurulmadan öncedir.

Risale-i Nur davasında bulunanların Türkiye siperini terk etmemesi gerektiği:

Saniyen: Bana karşı hürmet yerine hakaret görmek noktasını mektubunuzda beyan ediyorsunuz. "Mısır'da, Amerika'da olsaydınız, tarihlerde hürmetle yâd edilecektiniz" dersiniz.” (Emirdağ Lahikası -I  s. 169) Bu mektubun devamında iman-Kur'an mücadelesinin Türkiye'de olması gerektiği ve Amerika'da da ya da Mekke'de de olsak buraya gelip bu hizmetin yapılması gerektiği; kısacası, kişilerin bulundukları yerde hizmetlerine güç vermesi gerektiğinden söz eder. 

Amerika'nın Risale-i Nur'u gündemine alacağı müjdesi:

İstanbul'daki Amerika Sefiri vasıtasıyla Amerika'daki Müslüman heyetine Zülfikar'ı ve bir Asa-yı Musa'yı göndermesini isteyen o dostumuz ve kardeşimize deyiniz ki: Sefirlerin kafası siyasetle meşgul olduğundan ve Risale-i Nur, siyasetle alakası olmadığından, siyasi bir kafa çabuk takdir edemiyor. Hem Risale-i Nur, müşterileri aramaz; müşteriler onu aramalı, yalvarmalı. Amerika, buranın en küçük bir havadisini merakla takip ettiği halde, buranın en büyük bir hadisesi olan Risale-i Nur'u elbette arayacaktır. Bundan sonra her meselemizde emir, Risale-i Nur'un şahs-ı manevisini temsil eden has şakirtlerin ve sizlerindir. Benim de şimdi bir reyim var.” (Emirdağ Lahikası -I s.195)

Amerikan Üniversitelerinin ve düşünce kuruluşlarının Risale-i Nur'u inceleyeceklerini müjdelemesi: 

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Evvela: Leyle-i Kadirde kalbe gelen pek uzun ve geniş bir hakikate pek kısaca bir işaret edeceğiz. Şöyle ki: Nev-i beşer, bu son Harb-i Umuminin eşedd-i zulüm ve istibdadıyla ve merhametsiz tahribatıyla ve bir düşmanın yüzünden yüzer masumu perişan etmesiyle ve mağlupların dehşetli meyusiyetleriyle ve galiplerin dehşetli telaş ve hakimiyetlerini muhafaza ve büyük tahribatlarını tamir edememelerinden gelen dehşetli vicdan azaplarıyla ve dünya hayatının bütün bütün fani ve muvakkat olması ve medeniyet fantaziyelerinin aldatıcı ve uyutucu olması umuma görünmesiyle ve fıtrat-ı beşeriyedeki yüksek istidadatın, mahiyet-i insaniyesinin umumi bir surette dehşetli yaralanmasıyla ve ebed-perest hissiyat-ı bakiye ve fıtri aşk-ı insaniyenin heyecan içinde uyanmasıyla ve gaflet ve dalaletin, en sert, sağır olan tabiatın Kur'ân'ın elmas kılıcı altında parçalanmasıyla ve gaflet ve dalaletin en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesi olan siyasetin ru-yi zeminde pek çirkin, pek gaddarane hakiki sureti görünmesiyle; elbette, hiçbir şüphe yok ki, şimalde, garpte, Amerika'da emareleri göründüğüne binaen, nev-i beşerin maşuk-u mecazisi olan hayat-ı dünyeviyesi böyle çirkin ve geçici olmasından, fıtraten beşerin hakiki sevdiği ve aradığı hayat-ı bakiyeyi bütün kuvvetiyle arayacak.

Ve elbette, hiç şüphe yok ki, bin üç yüz altmış senede her asırda üç yüz elli milyon şakirdi bulunan ve her hükmüne ve davasına milyonlar ehl-i hakikat tasdikle imza basan ve her dakikada milyonlar hafızların kalbinde kudsiyetle bulunup lisanlarıyla beşere ders veren ve hiçbir kitapta emsali bulunmayan bir tarzda beşer için hayat-ı bakiyeyi ve saadet-i ebediyeyi müjde verip bütün beşerin yaralarını tedavi eden Kur'ân-ı Mucizü l-Beyanın şiddetli, kuvvetli ve tekrarlı binler ayatıyla belki sarihan ve işareten on binler defa dava edip, haber verip, sarsılmaz kat'i delillerle, şüphe getirmez hadsiz hüccetlerle hayat-ı bakiyeyi kat'iyetle müjde ve saadet-i ebediyeyi ders vermesi, elbette nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse ve maddi ve manevi bir kıyamet başlarında kopmazsa, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere'nin Kur'ân'ın kabulüne çalışan meşhur hatipleri ve din-i hakkı arayan Amerika'nın çok ehemmiyetli dini cemiyeti gibi, ru-yi zeminin kıt'aları ve hükumetleri, Kur'ân-ı Mucizü l-Beyanı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh-u canlarıyla sarılacaklar. Çünkü, bu hakikat noktasında katiyen Kur'ân'ın misli yoktur ve olamaz ve hiçbirşey bu mucize-i ekberin yerini tutamaz. (Emirdağ Lahikası–I s. 216)

ABD'nin siyaseten İttihad-ı İslam'a taraftar olması ve ayrıca yukarıdaki konuya açıklık getirmesi:

Rehber Risalesindeki Leyle-i Kadir meselesi, şimdi hem Amerika, hem Avrupa'da eseri görülüyor. Onun için, şimdiki bu hükûmetimizin hakikî kuvveti, hakaik-i Kur'âniyeye dayanmak ve hizmet etmektir. Bununla, ihtiyat kuvveti olan üç yüz elli milyon uhuvvet-i İslâmiye ile ittihad-ı İslâm dairesinde kardeşleri kazanır. Eskiden Hıristiyan devletleri bu ittihad-ı İslâma taraftar değildiler. Fakat şimdi komünistlik ve anarşistlik çıktığı için, hem Amerika, hem Avrupa devletleri Kur'ân'a ve ittihad-ı İslâma taraftar olmaya mecburdurlar.” (Emirdağ Lahikası –II s. 297)

ABD'nin İttihad-ı İslam'a muhtaç olması

Şimdi milletin arzusuyla şeâir-i İslâmiyenin serbestiyetine vesile olan Demokratlar, hem mevkilerini muhafaza, hem vatan ve milletini memnun etmek çâre-i yegânesi, ittihad-ı İslâm cereyanını kendine nokta-i istinad yapmaktır. Eski zamanda İngiliz, Fransız, Amerika siyasetleri ve menfaatleri buna muarız olmakla mâni olurdular. Şimdi menfaatleri ve siyasetleri buna muarız değil, belki muhtaçtırlar.” (Emirdağ Lahikası -II 271)

ABD'nin Yahudileri himayesi ve onların planlarını yapmalarına zemin sunması

Gizli anlaşmanın entrikası; Türklere dinlerini ve din temsilciliğini feda ettirmek şartıyla, sun'î istiklâl işinde gizli anlaşmanın müessiri, tek kelime ile, Yahudiliktir. Buna memur-u müşahhas kimse de, şimdi Mısır Hahambaşısı bulunan Hayim Naum'dur. Bu Hayim Naum, bu korkunç teşebbüse evvelâ Amerika'da Türkler lehinde bir seri konferans vermek ve emperyalizma şeflerine, Türkün maddesini serbest bırakmaları, buna mukabil ruhunu, tâ içinden ve kendi öz adamlarına yıktırmaları fikrini telkin etmek suretiyle başlamıştır. Yani, masonluk hasebiyle Kur'ân'ın ahkâmını kaldırmak, milleti dinsiz yapmak. Hayim Naum müthiş plânının zeminini Amerika'da hazırladıktan sonra İngiltere'ye geçmiş ve hâlis Yahudi olan Lord Gürzon ile temas ederek şu teklifte bulunmuştur:

"Siz Türkiye'nin mülkî tamamiyetini kabul ediniz. Onlara ben İslâmiyeti ve İslâmî temsilciliklerini ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüt ediyorum."

Aynı Hayim Naum Türk murahhaslar heyetine müşavir sıfatıyla sokulmanın da yolunu bulmuş, yani Mustafa Kemal ve İsmet'i kendine dost bulmuş. Onun için üçü birleşmiş. Ve artık arada santralın intizamla işlemesine hiçbir mâni kalmamıştır.

Hayim Naum o sırada Ankara'ya kadar da uzanarak plânın muvaffakiyeti için gereken en mühim ve merkezî şahıs nezdinde-yani Mustafa Kemal yanında-emin bulunduğu tesirinin derecesini ölçmek istemiştir. Öyle ki, bu tesir, mahut mevzuda Hayim Naum'dan daha heveskâr ve gayretli bir İslâmiyet düşmanına tesadüf etmekle muradına ermiş ve artık Türkü içinden vurmanın plânını gerçekleştirmek için her unsur tamamlanmıştır.

İşte bu ehemmiyetli vesika, tam tamına Risale-i Nur tercümanının kırk küsur sene evvel hadis-i şerifin ihbarına dair beyan ettiği hadiseyi tasdik ettiği gibi; ve Şeriat-ı Ahmediyeye ihanet eden o dehşetli şahsın mühim bir kuvveti Yahudi olduğu, Yahudi olan Lord Gürzon ile Hayim Naum o ihbarın hakikatını gösterdiklerini ve yirmi beş seneden beri Nurcuların imhasına keyfî kanunlarla dehşetli zulümlerin hikmetini tam gösteriyor.” (Emirdağ lahikası-II s. 278)

Amerika İslamiyet'e hamiledir; günün birinde bir İslamî devlet doğuracaktır:

"Evet, şimdi olmasa da otuz kırk sene sonra fen ve hakikî mârifet ve medeniyetin mehasini o üç kuvveti tam techiz edip, cihazatını verip o dokuz mânileri mağlûp edip dağıtmak için taharrî-i hakikat meyelânını ve insaf ve muhabbet-i insaniyeyi o dokuz düşman taifesinin cephesine göndermiş. İnşaallah yarım asır sonra onları darma dağın edecek."

"İşte Amerika ve Avrupa tarlaları böyle dâhi muhakkikleri (Mister Carlyle ve Bismarck gibi) mahsûlât vermesine istinaden, ben de bütün kanaatimle derim: Avrupa ve Amerika İslâmiyetle hâmiledir. Günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak." (EL-II 369)

ABD ile siyaseten dost olmak için bu vatanda din lehine çalışanları korumak gerekir:

Hem hiçbir tarihte bir İslâm, Hıristiyan olduğunu ve kanaatle başka bir dini İslâmiyete tercih etmiş olduğu işitilmediğinden, iktidar partisinde bulunan az bir kısım, dinin zararına siyaset namıyla üçüncü cereyana yardım etse de, madem o Demokrat Partisi, meslek itibarıyla öteki iki cereyan-ı azîmenin durmasında ve def etmesinde mecburî vazifeleri olmasından, bu vatana ve İslâmiyete büyük bir faydası dokunabilir.

Bu cihetten biz, Demokratları iktidar yerinde muhafaza etmeye Kur'ân menfaatine kendimizi mecbur biliyoruz. Onlardan hayır beklemek değil, belki dehşetli, baştaki iki cereyana siyasetlerince muarız oldukları için, onların az bir kısmı dine verdikleri zararı, vücudun parçalanmasına bedel, yalnız bir parmağı kesmek gibi pek cüz'î bir zararla pek küllî bir zarardan kurtulmamıza sebep oluyorlar bildiğimizden, o iktidar partisinin lehinde ehl-i dini yardıma davet ediyoruz. Ve dinde lâübali kısmını dahi cidden îkaz edip "Aman, çabuk hakikat-i İslâmiyeye yapışınız!" ihtar ediyoruz ki, vatan ve millet ve onların hayatı ve saadeti, hakaik-i Kur'âniyeye dayanmak ve bütün âlem-i İslâmı arkasında ihtiyat kuvveti yapmak ve uhuvvet-i İslâmiye ile 400 milyon kardeşi bulmak ve Amerika gibi din lehinde ciddî çalışan muazzam bir devleti kendine hakikî dost yapmak, İmân ve İslâmiyetle olabilir.

Biz bütün Nurcular ve Kur'ân hizmetkârları onlara hem haber veriyoruz, hem İslâmiyete hizmete muvaffakiyetlerine dua ediyoruz. Hem de rica ediyoruz ki, bu memleketin bir ehemmiyetli mahsulü ve vatanda ve şimdi âlem-i İslâmda pek büyük faydası ve hizmeti bulunan Risale-i Nur'u müsaderelerden kurtarıp neşrine hizmet etsinler. Bu vatandaki dindarları kendine taraftar etsinler. Ve selâmeti bulsunlar.  (Emirdağ Lahikası-II s. 424)

Risale-i Nur bize Kur'anî bir gözlük takarak dünya çapında siyasi, sosyal ve uluslararası ilişkilerde bu bakışı nasıl kullanacağımızın ölçülerini vermektedir.  Çünkü “ya sev ya nefret et!” mantığı ve kültürü faşizan bir mantıktır. Risale-i Nur bize toptancı yargılama kültürünü değil, her harekete, her parçaya ayrı ayrı bakarak yargılama yapmayı ve bunda da insaflı olmayı öğretmiştir. O bize “Doğruya doğru, eğriye eğri” görebilme ve bunu o şekilde ifade edebilme cesareti vermektedir.

Bugün ABD'de binlerce Nur talebesi üniversitelerde, okullarda, düşünce kuruluşlarında, kısacası bulundukları ortamlarda “Risale-i Nur'u nasıl gündem yaparım” diye girişimde bulunmaktadırlar. ABD'de ilk kurumsal Risale-i Nur hizmeti başlatan ve onları tanımaktan şeref duyduğum Osman, Bekir, Süleyman ağabeyleri minnetle ve saygıyla anıyorum. Daha çok Türkiye'den öğrenci olarak gidip her şartta Risale-i Nur'ları bulundukları ortamlarda gündem yaptıran tüm kardeşlerimden Allah razı olsun. Ektikleri o Nur tohumlarının bugün-yarın birer meyve veren ağaç olacağı günlerin yakın olduğu umudundayım. O gün (1995) Beyaz Saray'a Risale-i Nur'u koyduran Şemseddin ağabeyimin heyecanını unutamıyorum. Unutmasın ki, Risale-i Nur Beyaz Sarayın yeni sakinlerini de kendine çekecek ve kendini onlara okutacaktır.

Kimbilir belki yarın belki yarından da yakın”, Amerika da –Avrupa gibi- hamile olduğu İslam hakikatlerini dünyaya uygulayan bir barış ve esenlik devletine dönüşecek ve “sulh-u umumiyi” temin edecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.