Halil KÖPRÜCÜOĞLU

Halil KÖPRÜCÜOĞLU

Risale-i Nur külliyatı, terke nasıl bakar-(2)

Müspet-menfi bütün tenkitleriniz için Allah razı olsun. Hatalarımı boynumdaki akrep kabul ederim. Yalnız yazım altı(6) bölüm. Daha devam etmesi lazım.Onlar da yayınlansın ben tenkitlerinizi not aldım.Daha sonra yine eksiğim kalmış ise inşallah maal iftihar düzeltir kusurumu da kabul zederim.Şimdiden Allah razı olsun.

Risale-i Nurlar canlı varlık gibidir. Samimi olmayana sırrını vermez; mahreme peçesini açmaz nadide bir güzeldir O. İhlasla davrananlara, O da samimi yaklaşır; kendisine suhuletle ulaşma imkânı veren bir dostluk kuruverir. Paradigmalarına kullanmak için müracaat edenler ise, O’nu kolay kolay anlayamazlar.

Şükür Risalesinde, hep şükretmek nazara verilir. Her şey insana göre ayarlanmıştır. İnsan da rızka muhtaç yaratılmıştır. Rızıklardaki şekiller, kokular, tatlarla, bütün duyu organlarımıza hitap eden lezzetlerle insanlar şükre davet edilmiştir. Yani burada “Allah’ın nimetlerini, O’nu tanımak, sevmek ve O’na şükretmek için yiyebilirsiniz” mânâsı ortaya koyulur, hatırlatılır. Yememek, içmemek, burada da söz konusu değildir. Rezzak tanınıp sevildikçe, O’na hamd edildikçe, hiç bir tehlike de yoktur

İslam fıkhı, yenemeyecek şeyleri belirlemiştir, Haramlar azdır, helal daire keyfe kâfidir. Anlatıldığı, iddia edildiği gibi, helâl dairedeki lezzetleri, kesben terkle ilgili bir durum yoktur.

Bu arada bazı müminlerin tutmasına rağmen, Peygamberimizin, aralıksız üç ay süreli oruç tutmadığını İlahiyatçı arkadaşlarımın bilgilerine istinaden söylemek istiyorum. Ayrıca, Bediüzzaman Hazretlerinin, devamlı oruç tutup bitkin olan bazı talebelerine ders sonrası ders baklavası hükmündeki lokumu yedirerek, nafile oruçlarını bozdurduğunu, iyi ve doğru haber veren kaynaklardan duyduğumu da ifade etmek lüzumunu hissediyorum.

Bunları söylerken haftanın belli günlerinde oruç tutan, teheccüte kalkan, asla fazla yemeyen, dünyevî hiçbir şeye, çok önem vermeyen, onları kalbine koymayan imrendiğim hâlis arkadaşlarımı asla bu kategoride düşünmediğimi de açıkça ortaya koymak lüzumuna inanıyorum.

Dinî yayın yapan bir TV Kanalında, üzülmeme sebep bir film seyretmiştim. Beyninde tümör olan babasını hastaneye getiren bir evlat var. Hastanede babasının başında sıkıntılarla beklerken yorgunluktan uyuyup kalıyor. Rüyasına sakallı bir pir-i fani, ona, “Babanı eve götür, oku…” filan diyor. O da babasını eve getiriyor. Başında Kur’an okuyor. Babası iyi olup kalkıyor.! Şaşırmamak elde değil.

Mübarekler (!), şifayı sadece Allah’ın vereceğini anlatayım derken, maalesef İslâm dışı bir şeyleri ortaya koyduklarının farkında değiller.

Müminler galiba, tevekkülü yanlış anlıyorlar. Mülk âlemindeki Allah’ın koyduğu, uyulması zorunlu olan kevnî kanunlara riayet etmeyerek dünya hayatında perişan oluyorlar. İnançsızlar ise mülk âleminde perde olarak yaratılan esbabı, hakiki güç sahibi gibi kabul edip onlara riayet ettiklerinden, dünyada muvaffak oluyorlar ama bu şirklerinin cezasını başka bir âlemde elbette çekecekler. Bu konunun “dîn” kelimesinde detaylı izahı vardır. (İ.İcaz–1162)

Bizler, mesela, arabamızı sürerken trafik kaidelerine uyup, hızımızı makul tutup, bakımlı ve iyi arabalara binerken de Bismillah deriz. Çünkü sebeplerin arkasında muhafaza eden hakiki Hafîz O’dur. Hıfzı,  O’na vermek, imanımız ve akıl gereğidir.

En iyi yerde bulunan yerimizde, iktisadın kaidelerine azamı riayet ederek iyi bir esnaflıkla, en iyi malı, en iyi fiyata satıp para kazanınca da yine perdeler, sebepler arkasında, Rezzak-ı Hakikinin elini görmeliyiz.

En iyi doktorlarla, en iyi ilaçlarla tedavi olurken de esas şifa verenin O olduğunu, Şafi-i Hakiki O’nun olduğunu, hiç unutmayız. Bu davranışların doğruluğuna inanırız.

İyi niyetler için de olsa hakikati saptırarak, İslâm’ın anlatılması elbete yanlıştır. Dünyanın ve lezâizin terkinde de böyle bir durum istemeden de olsa söz konusu oluyor galiba.

Bediüzzaman Hazretlerinin,  Avrupa ve Felsefe ile alakalı da çok menfi söylemleri vardır. Ama bu, bazı müminlerin düşüncelerinden çok farklıdır. BSN. her şeyde olduğu gibi bu meselelerde de analizci-sentezci bir yaklaşım sergiler. O’nun eserlerin bir küll olarak görebilenler onun Avrupa’yı da felsefeyi de ikiye ayırdığını,  müspet ve menfi taraflarını açıkça ortaya koyduğunu, müspet yönlerine taraftar olduğunu kolayca görürler. Müzikte de, ayni şekilde toptancı bir davranış sergilemez.

İktisat Risalesinin girişinde de”(657) “Hâlık-ı Rahîm, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde şükür istiyor.” denilerek yine ayni mânâ te’kit edilir. Yani, kuvve-i zaika kapıcı görüldüğü ve ona fazla bahşiş verilmediği sürece insan lezzetini takip edebilir.

Arkadaşlarım da benim gibi, birazda Manisa’nın, oldukça hür bir zemin olmasından da olsa gerek, inandıkları fikirlerinden hemen kolay vazgeçemiyorlar. Bir defa da, İktisat Risalesinde bahsi geçen, Şeyh Geylânî' Hazretleri’nin (KS) terbiyesinde evladı bulunan, nazdâr ve ihtiyâre hanım’dan bahsederek; o hanımın evladının kuru ekmek, şeyhin ise kızarmış tavuk yemesine itiraz edişi üzerine,  şeyhin o hanıma söylediklerini davalarına delil olarak sunanlar olduğunu belirttiler.

Şeyh Geylânî'nin : "Ne vakit senin oğlun da bu dereceye gelirse, o zaman o da tavuk yesin." dediğini; yenmiş tavuğu yürütmenin bizler tarafından mümkün olamayacağından da, bizlerin öyle tavuk falan yiyemeyeceğimiz,  dolayısıyla “ lezaizi terk etmek” anlamının çıkacağı, söyleniyor, dediler.

Hâlbuki BSN. bu hikayeden çıkarılacak ders için, olayı, özü ayni kalmakla beraber kendi tarzında, çok farklı bir şekilde açıyor ve:

“İşte, Hazret-i Gavs'ın bu emrinin mânâsı şudur ki:

Ne vakit senin oğlun da

-ruhu cesedine,

-kalbi nefsine,

-aklı midesine hâkim olsa ve

-lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir.(658)” diyerek bu asrın fehmine ve akla çok daha fazla uyan İSLÂM’IN GÖRÜŞÜNÜ ortaya koyuyor. Mümin olursan, mânâ-i harfiyle bakabilirsen, şükür için yersen, olur;  sen de yiyebilirsin diyor.

Evet bir başka yerde de:

“Bil, ey hodgâm! Bu dünyada saadet, terk-i dünyada.
Hüdâbin
isen, O kâfidir, bıraksan da bütün eşya lehinde.

Ger hodbin isen helâkettir, ne yaparsan bütün eşya aleyhinde.
Demek terki gerektir her iki halde bu dünyada.”(78)
diyerek, yine terkin zaruretini anlatıyor; ancak hemen arkasından da, bunun ne anlama geldiğini de açıklıyor:

“Terki demek: Hüdâ mülkü, Onun izni, Onun namıyla bakmakta .”

Bir arkadaş da, aşağıdaki satırların “Dünyanın ve ona ait her şeyin berbat ve kötü olduğunu” anlatmak için delil olarak sunulduğunu ifade etti.

Beni dünyaya çağırma, Ona geldim fenâ gördüm.

Demâ gaflet hicab oldu, Ve nur-u Hak nihan gördüm.

Bütün eşya-yı mevcudat-Birer fâni muzır gördüm.

Vücut desen, onu giydim, Ah, ademdi, çok belâ gördüm.

Hayat desen onu tattım-Azap-ender azap gördüm”(84) diye devam eder.

Evet her şey kötüdür. Çünkü imansızlık her şeyi ters yüz eder. İnsan, 23. Sözde, köprübaşındaki cep fenerine güvenen şahsın durumuna düşer. Kurtulmak için onu yere çarpmalı, vahye kulak vermelidir ki bu yanlış ve farklı bakıştan, realite dışı görüşten kurtulabilsin.(84)

“Akıl ayn-ı ikab oldu, Bekayı bir belâ gördüm.

Ömür ayn-ı heva oldu, Kemal ayn-ı heba gördüm.

Amel ayn-ı riya oldu, Emel ayn-ı elem gördüm.

Visal nefs-i zeval oldu, Devâyı ayn-ı dâ gördüm.

Bu envar zulümat oldu, Bu ahbabı yetim gördüm.

Bu savtlar nây-ı mevt oldu, Bu ahyâyı emvat gördüm.

Ulûm evhâma kalb oldu, Hikemde bin sakam gördüm.

Lezzet ayn-ı elem oldu, Vücutta bin adem gördüm.

Habib desen onu buldum, Ah, firakta çok elem gördüm.”(133)  der feryat eder.

Hâlbuki bu levhanın başında:

Birinci Levha-Ehl-i gaflet dünyasının hakikatini tasvir eder levhadır diye yazmaktadır

Ayrıca bize, ehl-i imana ait bakış açısı, doğru görüş ise 2.Levhadadır (85):

“Ehl-i hidayet ve huzurun hakikat-i dünyalarına işaret eder bir levhadır.

Demâ gaflet zeval buldu, .....

Vücut burhan-ı Zât oldu, Hayat, mir'ât-ı Haktır, gör.

Akıl miftah-ı kenz oldu, Fenâ, bâb-ı bekadır, gör…..

Bütün eşya enis oldu, Bütün asvat zikirdir, gör.

Bütün zerratmevcudat-Birer zâkir, müsebbih gör.………

Eğer Allah'ı buldunsa-Bütün eşya senindir, gör.

Eğer Mâlik-i Mülke memlûk isen-Onun mülkü senindir, gör.” (85)

Fakat İman gözüyle bakamazsan, emaneti O’na satamazsan:

“Eğer hodbin ve kendi nefsine mâliksen-Bilâ-addin belâdır, gör,

Bilâ-haddin azaptır, tad, Belâ gayet ağırdır, gör.”  mânâsı;

Eğer iman gözüyle  bakabilirsen, emaneti O’na satabilirsen:

“Eğer hakikî abd-i hüdâbin isen, Hudutsuz bir safâdır, gör,

Hesapsız bir sevap var, tad, Nihayetsiz saadet gör.” mânâsı söz konusu olur.

Yine, 17.Sözün arkalarında ayni konuyu detaylandırır  (78):

“Kur'ân'ı dinleyen insana,…Dünya bir kitab-ı Samedânîdir. Huruf ve kelimâtı nefislerine değil, belki başkasının Zât ve sıfât ve esmâsına delâlet ediyorlar. Öyleyse mânâsını bil, al; nukuşunu bırak, git.

"Hem bir mezraadır. Ek ve mahsulünü al, muhafaza et; muzahrafatını at, ehemmiyet verme.

"Hem birbiri arkasında daim gelen, geçen aynalar mecmuasıdır. Öyleyse onlarda tecellî edeni bil, envârını gör ve onlarda tezahür eden esmânın tecelliyâtını anla ve Müsemmâlarını sev….

"Hem seyyar bir ticaretgâhtır. Öyleyse alışverişini yap, gel; ...

"Hem muvakkat bir seyrangâhtır. Öyleyse nazar-ı ibretle bak ve zahirî, çirkin yüzüne değil, belki Cemîl-i Bâkîye bakan gizli, güzel yüzüne dikkat et, hoş ve faydalı bir tenezzüh yap, dön; ve o güzel manzaraları irâe eden ve güzelleri gösteren....

"Hem bir misafirhanedir. Öyleyse, onu yapan Mihmandar-ı Kerîmin izni dairesinde ye, iç, şükret. Kanunu dairesinde işle, hareket et. Sonra arkana bakma, çık, git. ....

“İşte Kur'ân şu beş veche işaret ettiği gibi, başka hususî vecihlere dahi âyât-ı Kur'âniye işaret ediyor.

Arkadaşlarımızın muhatap olduğu başka bir iddia da  şöyle ifade edildi :

-“Lezzetin zevali elem” olduğu için, lezzetleri terk etmek evladır.

Ancak aşağıdaki metne dikkat edildiğinde, ayni eksik görmenin söz konusu olduğu  anlaşılır:

“Dünyasının âkıbetini küfür sâikasıyla adem-i mutlak olduğunu tevehhüm eden adam için de terk-i lezâiz evlâdır. Çünkü, o lezâizin zevaliyle vukua gelen hususî ve mukayyed ademlerden, adem-i mutlakın elîm elemleri her dakikada hissediliyor. Bu gibi lezzetler o elemlere galebe edemez.”(1326)

Evet lezzetin zevali elemdir;  amma bu, küfür saikasıyla, her şeyin akıbetinin adem olduğunu vehmetmekten kaynaklanır. Ehli iman olanlar için bu söz konusu bile değildir.

Not: Verilen sayfa numaraları, 2 Ciltlik Risale-i Nur Külliyatına aittir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum