Risale-i Nur Bağlamında Emek

Emek, gayret, çabalamak, çalışmak insanın olmazsa olmazı. Heyecanlı bir fıtratı olan insan ancak çalışmakla, alın teri akıtmakla ve göz nuru dökmekle rahat edebilir. Çalışmanın bir konfora dönüşmesi ise ancak şefkat ve tefekkür eksenli olması iledir. Evet çalışmak ama şefkatin başkasına fayda verme ikliminde ve hikmetin akla ayar vermesi ile çalışmak. Eğer verilen emeğin arkasında şefkat ve hikmet yok ise çok zaman ve emekler heba olmakta ve ne hizmet veren ne de hizmet alan verim alamamaktadır.

Mesela bir anne azami fedakarlık ile çalışır uyku ve yemek gibi temel ve zaruri ihtiyaçlarını bile zar zor karşılar bir haldedir fakat fıtrî vazifenin şevki ve Rahmetin bir lem’ası olan şefkati ile işini yapmaktan çekilmez. Bir anneler günü vesilesi ile hazırlanan video gerçekten de farkındalık oluşturmak açısından etkileyici idi. Bir iş duyurusu yapılıyor ve arayanlara bir annenin çalışma koşulları (izin yok, tatil yok, her an çıkabilecek kritik durumlarda müdahale gerekebilir ve ücret de yok, uyku çok kısıtlı ve daha bunun gibi bir annenin her zaman karşı karşıya olduğu durumlar) sıralanıyor ve bu işi kabul etmeleri için ikna edilmeye çalışıyorlar. Elbette işi kabul eden olmamakla beraber “siz ne diyorsunuz böyle haksızlık ve insanın hürriyetini bu kadar kısıtlayan bir iş olabilir mi?” gibilerden sitemler de ediyorlar. Başvuruda bulunanlara “sizin anneniz bu koşullarda çalışmıyor muydu?” sorusu yöneltildiğinde tabi büyük bir minnet ile annesini hatırlıyorlardı başvuruda bulunanlar. Evet, anne dur durak bilmeden çalışır çünkü fıtratındaki şefkat ve bebeği ile olan bağ onu lezzet ile bu meşakkatli işte çalıştırır. Hem hizmet alan bebek hem de hizmeti veren anne razı ve memnundurlar.

Aynı misal üzerinden aklı ve fikri işin içine katacak olursak çocuk büyüdükçe terbiyesi için gittikçe uzak takip yaparak yaşamayı öğrenmesine yardımcı olmak gerekir. Boğan ve hayatın her aşamasına müdahale eden bir şefkat, şefkat olmaktan çıkıp eziyet olur. Hem veren hem de alan için. Demek, emek verilirken şefkat varsa lezzet vardır ve hikmet varsa rahatlık vardır.

Bir işçi veya bir devlet memuru için de aynı iki unsur çok ehemmiyetlidir. İnsanları seven ve onlara yardım etmekten lezzet alan bir hemşire ile sadece para kazanmak için bu işi yapan ve mecburiyetle yapan bir hemşire elbette verdiği hizmetten kendi memnuniyeti de ve hastaların memnuniyeti çok farklı olacaktır. Bir işçi düşünelim ki şeker fabrikasında çalışıyor ve çalışırken “Rabbim beni insanları temel ihtiyaçlarının karşılanmasında çalıştırdığın için sana şükürler olsun; bu şekeri, yiyenler için maddi ve manevi şifa ve hidayet vesilesi eyle” diye dualar ederek çalışıyor. Bir başka işçi de “güya bu şeker tatlıdır ah bu çalışmak bana ne kadar da acıdır” diyor. Elbette ikisi arasında çok fark var.

Öyle ise bir çalışmak ki o çalışmada şevk var, zevk ve lezzet var, iştiyak var işte bu emek ve hizmet veren için de alan için de güzeldir, istifadelidir. Şefkat temelli bir emek tatlıdır her kese yarar. Şefkatin olmadığı yerde ise merhametsizlik ve muhataba zulmetme baş gösterir. Makamlarını insanları ezmek ve onların ihtiyacının karşılanmasını zorlaştırmak için kullananlar tarihte olmuştur. İnşallah o günler geride kalmış “bugün git yarın gel”cilerin nesli tükenmiştir.

Şefkat, mutlaka tefekkür ile, sağlam bir fikir alt yapısı ile desteklenmelidir. Hizmet veren emekçi çok şefkatli olup hikmetli şekilde emeğini sarf edememesi ise sömürülmesine ve emeğini israf etmesine yol açar. Mesela; bir hemşire yardım etmek isteği ile tansiyonunu ölçtüğü hastaya gerekli olmadığı halde bir de yemeğini yedirmeye girişir ise iğne olmayı bekleyen bir başka hastanın hukukunu çiğnemiş olabilir. Ya da birisine yardım etmek isterken meslek kurallarını ihmal ederse aklın gereğini yerine getirmemiş olur.

Öyle ise her emekçi, her hizmetkar akıl ve kalbin birlikteliğinde, şefkatle hikmetin dengesinde yürümekle dengede kalabilir ve verimli bir hizmet verebilir. Sadece rasyonel kaygılar ile, şevk ve zevk olmadan hiç lezzet almadan verilen hizmet ise elbette verimliliği düşük olacak ve hizmeti alana da verene de eziyet haline dönüşecektir.

Bu noktada anne babalara ve rehber öğretmenlere çok büyük iş düşmektedir. Sadece kariyer veya kazanç kaygısı ile gençlerin sevmedikleri ve zevk almadıkları mesleklere yönlendirilmesi hatta zorlanması evlatlarımıza da vatana da zarardır. Mutsuz bireyler üretmeye ve hizmet kalitesini düşürmeye yönelik bir çabadır. Kişinin tekâmülüne ve sosyal kalkınmaya, refaha ve feraha kavuşmaya vurulan bir darbedir.

Şefkat ve tefekkür, Risale-i Nur mesleğinin dört temel esasından ikisidir. Yapılan her işte, atılan her adımda bu ikisinin iki kanat gibi senkronize olması gerekir. Ne zaman biri diğerine galebe etse denge bozulur iktisat zayi olur israf kendini gösterir. Yapılan işten kast edilen neticenin alınması zorlaşır. Meslek esaslarından diğer ikisi ise acz ve fakrdır ki insan acz ve fakrını derk etmekle yaptığı işleri arzda Allah’ın halifesi olarak yapabilir. Yani; verdiği hizmeti Allah namına verebilir. Böylece bilir ki harcadığı kuvvetin, çalıştırdığı aklının, sinesindeki şefkatin sahibi olan Allah, bunların kendi namına işletilmesinden memnun olacaktır. Böylelikle Allah’ın hoşnutluğunu ve rızalığını kazanmanın bir yolu olduğu şuuru ile çalışmak ebedi hayat olan ahiret hayatı namına ve ebedi saadet hesabına geçecektir. İmanlı bir insan için Rabbisinin hoşnutluğunu kazanmaktan daha büyük bir zevk ve şevk kaynağı düşünülemez. Hem imanından gelen rıza ve kanaat ve iktisat ile maddi getirisi çok olmasa da insanlara faydalı olmak yolu ile Allah’ın razı olacağı bir çalışmak eline geçecektir.

Anarşistliğe ve istibdada karşı mücadele eden Risale-i Nur bütün akitleşmelerin, anlaşmaların karşılıklı rıza esasına dayanmasını öngörüyor. Elbette Risale-i Nur Kur’an ve iman hakikatleri mecmuasıdır ve Kuran ne ile mücadele ediyor ise Risale-i Nur da onunla mücadele eder. Bir tarafın diğer tarafı zorlayarak ve tehdit ederek (işçilerin grev yapması ve iş verenlerin işten çıkartmakla tehdit etmesi gibi) varılan bir anlaşma batıldır. Adalet ve hakkaniyet üzere olan anlaşmalar ise iki tarafı da mağdur etmeyecek olan ve karşılıklı hak ve hukukların korunduğu ve tarafların rızaları üzerine kurulu anlaşmalardır. Demek işçi ve işveren arasında dengenin kurulması ve zulme kapı açacak ve karşı tarafın mağduriyetine sebeb olacak davranışlardan kaçınmak esastır. Bunun için de hak ve hukukun korunması önem arz eder. Kanunî düzenlemeler ve uygulamada pratik tedbirler ve gerekli müeyyideler ile bu dengenin korunması hem isçiye hem işverene eşit mesafede durup ikisinin de hak ve hukukunu korumayı vazife bilen ve bu vazifeyi hassasiyet ile kimseyi mağdur etmeden icra eden sosyal devletin görevidir. Elbette duruma göre, mazlum ve mağdur olanın lehine bir pozitif ayrımcılık yapması da beklenir. Bir babanın, zayıf evladına daha ziyade destek vermesi gibi.  Devletin aklına kapı açmak ve gerekli uyarıları yapmak için ise sivil toplum kuruluşları fikir işçiliği ve mağduriyetlere mani olacak içtimalar ile müsbet gayelere hizmet etmelidir. Mağdurları devlete karşı kışkırtarak anarşi çıkarmak ve milletin zararına olan eylemler düzenlemek, hak ve hukukları gözeten STK’ların işi olmasa gerek.   

Netice olarak; azc fakr şefkat ve tefekkür zemininden neşv-ü nema bulan bir emek her kese yarar. Sadece şefkat kaynaklı bir emek ise hem hizmet veren hem de hizmet alanı perişan eder, ciddi bir emek israfına sebeb olur. Sadece akıllı emek insanı zevk ve şevkten mahrum eder. Acz ve fakrını bilmeyenin emeği kendisini firavun, hizmet alanı da köle eder. Acz ve fakrını bilip de şefkati olmayanın emeğinin kimseye faydası olmaz. Öyle ise çalışmalar bu dört temel üzerine kurulmalı ki faziletli medeniyet sarayının ferahlığı gelsin. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum