Mehmet Ali BULUT

Mehmet Ali BULUT

Risale-i Nur Asya’nın bahtının miftahı mı, görelim!

On gündür kendisi için ‘açılım’ yapılan bölgede idim.
Gördüm ki açılım pek de halkın umurlarında değil! Çünkü onların istediği, basbayağı insanca bir yaşam! İnsanca yaşama da sadece Kürtlerin değil tüm Türk halkının ihtiyacı var. 

Artık uyanmışlar. Bu kesin. Maraba ve tebaa olmak istemiyorlar. Bu da doğru… Fakat kimse ‘ayrıcalıklı’ bir konum filan da istemiyor. İsteyenleri de‘garazkar’ biliyor. Çünkü uzlaşmaya en çok karşı çakanlar Avrupa’da yaşayan Kürtler. Onların sıkıntıları yok, acılara tanık değiller, o yüzden hayal içindeler. Ama yerli halk biliyorlar ki‘ayrıcalık talebi’, daha büyük acılar ve yıkım getirecek! Esasında halkın siyasi bir derdi yok. Onun derdi başka! 
Bir kere fakirliği aşamıyor. Çünkü yol gösteren yok ve yerel akıl ve çabaları birleştirip bir kazanca dönüştürecek, yönetici zekâ yok! Yerel yönetimler, kendi küplerini doldurmakla meşguller. Parti ayırımı yapmadan söyleyebiliyorum bunu…
Evet halk yeterince zeki… Hinlik zekâsı var. Katakulli zekâsı var. Beleşten pay kapma zekâsı var. Yani hinlik, cinlik, beleşçilik tam! Ama ter döküp bir şey kazanma alışkanlığı yok… Bu kadar yüksek zekâvet kisb u kara yönlendirilse memleket abad olur.
Onları yüzlerine karşı eleştirirken birden fark ettim ki, hemen hepsi netice verecek pratik çözümlere teşnedirler. Gözle görüler elle tutulur projeler, yöntemler, imkân ihtimalleri anlatılsa hemen tatbike koyuluyorlar. 

O zaman anladım ki milletin nesnel çözümlere, sonuç verecek, hayatına katma değer katacak projelere ihtiyacı var. Küçücük de olsa, hayatını değiştirebileceğini umduğu bir iş önerdiğiniz zaman yapıyor. Yoksa yan gelip yatıyor. Ya halkın ya devletin elindekine göz dikiyor!
Elbette her milletin tufeylisi, beleşçisi, haini vardır. Bed asle üniforma necabet kazandırmazelbet ama ilim, iman ve marifet –marifet; iman ile aydınlanmış aklın, eşyanın hikmetini kavraması hali- insana asalet de kazandırır, necabet de!.
Üniforma bir elbisedir vücuda giydirilir. İlim, irfan, hikmet –yani Allah korkusu- ise kalpte yerleşir ve bütün davranışlara sirayet eder. Hem necabet verir insana hem asalet!

* * *
Bazı milliyetçilerin ‘açılım’a yanaşmamasının altında ‘Kürtlerin kötü niyetli oldukları’ iddiası var:  Diyorlar ki “Şikâyetleri TC’nin bir takım uygulamaları ve icraatları ise aynı zulmü ve sıkıntıları biz de çektik. Cumhuriyeti kuranların dayatmaları sadece Kürtlere olmadı, Sünni Türk kesimi de ağır sıkıntılar çekti ve fakir düştü. Onlar neden mızıklanmıyor da hep Kürtler ve Aleviler mızıklanıyor?”.
Doğrudur. Böyle bir itiraz getirmeye de hakları olabilir ama unutmamalılar ki, Sünni ana aks, asırlardır Türk milletinin yönetici elitidir. Yani onlar, ta Karahanlılar’dan bu yana hep idareciler. Varsa bir hata onların hanesine yazılır. Nasıl ki, biz, İslam’ın şeref defterine geçmiş kahramanlıklarımızla övünme hakkına sahibiz, o dönemlerden itibaren birikip gelmiş hatalarımızdan hâsıl olan sıkıntılardan daha mesulüz.
Demek ki, biz çözmekle mükellefiz! Bir takım kötü niyetli ve hain insanların -bir önceki yazıda onlara da değindim- tüm engellemelerine rağmen!

* *  *
4 Ağustos 1994 günü başlayıp 5 gün devam etmiş bir yazıma rastladım. Ortadoğu Gazetesi’nde yayınlanmış “Biz çözüm üretemezsek...” başlıklı yazımı okuyunca şaşırdım O gün Ortadoğu Gazetesi’nde yazdıklarımı bugünkü hiçbir milliyetçi gazeteyayınlamazdı sanırım! 
Geçen ki bir yazımda, MHP’yi kast ederek, “Ben, o tabanı iyi tanıyan biri olarak,  MHP’nin bu hayırlı hizmete –yani açılıma- mani olacağı kanaatinde değilim” demiştim. Bunu söylerken o dönemdeki deneyimlerime dayanmıştım. En azından bugünkü tepe idarecilerini de eskiler kadar basiretli sanarak... 
Ama bakıyorum, bunların bildikleri tek çözüm, meselenin dışında kalmak! Irak’ı da Irak’a girmeyi ret ederek çözmüştük ya(!) (Burada sevgili dostum; o zamanki genel yayın müdürümüz Nazif Okumuş’un ne kadar engin bir anlayışa sahip olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Benden dolayı bayağı başı ağrımıştır eminim! İrfan Ülkü yönetimi ele alır almaz, ilk iş yazılarımı kesmişti çünkü!)
Keşke imkânım olsaydı o yazıları bir kere daha aktarabilseydim…

* * *
Onları okurken, birden bire fark ettim ki, ikide bir Bediuzzaman’ı Kürtlerin gözünün içine sokan bizler de ondan istifade etmemişiz! Yahut hep ezberden gitmişiz. O gün de şimdi olduğu gibi ondan sayısız paragraflar ve pasajlar aktarmışım. 
Yazıda, “Biz çözmeliyiz, biz çözemezsek, birileri gelir -ki geldi o; yani Amerika!- bize rağmen çözer ve hepimizin canı yanar. Problemi çözelim derken, aramıza, asırlar sürecek acılar ve kinler sokup giderler’ nevinden cümleler var. 
Yer yer “şu yapılmalı, bu yapılmalı” demişim ama nesnel, elle tutulur; “şunu şöyle bunu böyle yapmalıyız ki şu yara kapansın” nevinden bir öneride bulunamamışım. 
Daha doğrusu meseleyi bütün olarak ele alan ve bütün unsurlarını içeren ayağı yere basan proje şeklinde sunmamışım. Zaten ben bunu yapamazdım. Yapsam bile o zamanlar bunu dinleyecek ve yapabilecek hükümetler de yoktu.

* * *
Şimdi bir hükümet var. Bunu yapmak istiyor. “Getirin tatbik edelim diyorlar!” Her fikre açıklar. “Yeter ki bu yara sarılsın” diyorlar. 
Bugüne kadar Bediuzzaman’ın konuyla ilgili sayısız ifade ve önerilerini aktardık. Ama hep sayfalarda kaldı. Şimdi tam zamanıdır ki, onun eğitimden dile, teşrik-i mesaiden, üniversitelerin teşkiline, üniversitede takip edilecek program ve lisana varıncaya kadar, bütün alanlarla ilgili önerilerini, zamanın ihtiyaçlarına uygun bir proje haline getirip, hükümetin önüne koymalıyız. Bunu yapacak bir ekip acilen oluşturulmalı. Hem de şu bu grup demeden cemaatin tüm dalları bir araya gelip bunu yapmalı. 
Eskiden, yaklaşan siyasi gelişmeler ve olaylar karşısında hemen toplanır ve bir layiha yayınlarlardı. Acaba sosyolog, ekonomist, bilim adamı, din adamı, tarihçi ve bürokrat her ne ise ilgili kesimlerden Risale-i Nura’a da vakıf şu insanlar, gönüllü bir şekilde bir araya gelip hükümetin eline, ayağı yere basan ‘zülcenaheyn’ bir proje veremezler mi?
Eğer Nurcular bunu bugün başaramazlarsa, 80 yıldır sürdürdükleri tüm dialarını  kaybederler!
Ben bir gazeteciyim; başka bir marifetim yok. Ama böyle bir projenin oluşturulmasında gönül hoşluğu ile yer alır ve hizmet ederim. Çünkü bu proje gerçekten bir insanlık projesidir. 
Türk milletini incitmeden, Kürt meselesine getirilebilecek bir çözüm, çağımızın büyük ihtilaflarının ‘insanî’ zeminde çözülebileceğinin dâhiyane bir ‘numune-i timsal’i olur. 

Dünyanın birçok sorunlu bölgesine, ihtilafların, kan dökülmeden de çözülebileceğini göstermiş oluruz.
Bu millet bunu başarmaya layıktır! Böylece bizi kanunda ve ahkâmda Batıya dilenci yapanlara da tokat gibi bir cevap vermiş oluruz.
Evet, Bediuzzaman’ın çözüm önerilerini benimseyen Kürt ve Türk aydınlar, bir araya gelip hükümetin önüne uygulanabilir bir ZÜLCENAHEYN PROJE koyabilirlerse şu mesele rahatlıkla çözülür. Şerefi di milletin olur!
‘Zülcenahayn’ tabiri de Bediuzzaman’a attir; bölgeye gönderilecek memurların niteliğini izah için kullanmıştır. Der ki, “bölgeye gidecek memurlar, Kürt’ü incitmeyen ama Türk’ü de rahatsız etmeyen yapıda olmalı”. Yani Türkleri hoşnut etmeyen bir Kürt açılımını Bediuazzaman da benimsemiyor.
Çünkü böyle bir açılımın, Anadolu’yu tevaif-i mülük dönemine, yani beylikler çağına sürükleyeceğini ve Anadolu’yu parçalayacağını söylüyor. 
Aynı hassasiyeti, ilkokulda farklı bir dil ile eğitim verilmesi konusunda da sergiliyor.
İşte en kritik iki konuda iki öneri… Eğitim dilinin Türkçe olması şart! Ama o, üniversite boyutunda ümmetin birlikteliğini esas alıp “Arapça farz, Türkçe vacip, Kürtçe caiz” der. Çünkü dönemin Müslümanlar arasındaki beynelmilel dili Arapça... Bugün olsaydı ‘İngilizce olsun’ der miydi, sanmıyorum. Türkçe yönetim dili! Kürtçe caiz! Yani olabilir. Bu demektir ki, üniversitelerde diğer diller de okutulabilir. 

Uzatmaya gerek yok. Risale-i Nur’dan beslenmiş uzmanlar, şu dönemde bir yararlılık gösteremezlerse, sonrasında oluşacak sosyal problemlerin çözümünde kimse onların fikrine ihtiyaç duymaz. Oysa Bediuzzaman ne diyor: “Türk milleti, bu eserlerle, diğer İslam kavimlerine karşı övünecek!”
Demek ki, Risale-i Nur çare olacak. Ve olmalı. İşte şimdi Nurcu aydınların kendini gösterme zamanıdır! Risale-i Nur, Asya’nın Bahtının miftahı mı göstermeliler!

Haber 7

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum