Ramazan Yazıları: Tebdil gezen padişah

Ramazan ayında padişahlar tebdili kıyafet ederek İstanbul’da dolaşmışlardır. Ya bir tütüncü dükkanında veya bir tuhafiyecide geleni geçeni seyreder, ahvali İstanbul hakkında müşahede yaparlarmış. Bazen camilere gider, hafızları, vaizleri dinlerler. Halkın arasına karışırlar. Kimi asker kılığında kimi derviş kıyafetinde veya hürmet gören alimlerin giyiminde halkın arasında dolaşırlar. Kanuni, Sipahi kılığında, İkinci Ahmet Mevlevi şeyhi giyiminde, dördüncü Murat derviş kıyafetinde, ikinci Abdülhamit ise Mekke şeriflerinin kıyafeti ile dolaşırlar. İkinci Osman ise bostancı kılığında halkın arasında dolaşır.

Onları tanıyanların da ifşa etmemesi emirdir, aksi hareket edenler cezalandırılır. Tütünün yasak edildiği dönemde Miskinler tekkesi civarında bir yeri tesbit ettiren Dördüncü Murat, orayı bulur ve içeri girer. Kahveci ona Dede Sultan ne içersiniz der, padişah kahve der. Kahveci tütün içer misiniz der. Sultan Murat hayır der. Kahvecinin aklı başına gelir. Padişahın tebdil gezdiğini düşünür. Kahveyi sunduktan sonra,  Sultan’a “ismi şerifiniz” diye sorar. “Murat” deyince biçarenin benzi atar, eli ayağı titremeye başlar. Tıkana tıkana “efendim, arkasında Han da var mı?” der. Murat “evet” der demez, içerde keyif çatan tiryakilere “ağalar buyurun cenaze namazına“ der. Düşüp bayılır. Kahvecinin bu hali padişahın dikkatine dokunur, hepsini affeder ve oradan ayrılır.

Üçüncü Selim’in bir gezisi de şöyle, “Benim vezirim bugün tebdilen Divan yolundan geçerken fırının önünde bir kalabalık gördüm. Birisi “yiyecek ekmek bulamıyoruz“ diye feryad ediyordu. Mükedder oldum, üzüldüm. Bunun bir çaresine bakılsın. Zira Ramazan-ı Şerif’te Allah ü Taalanın kullarının böyle zahmet çekmesi reva değildir, derhal çaresi ne ise ziyadesiyle yapılsın.”

Üçüncü Selim, bir Ramazan günü saltanat kayığıyla Kağıthane deresinde dolaşırken birkaç kişinin köprü başında sofra kurarak arsızca demlendikleri gözüne ilişir. Saltanat kayığının görünmesiyle ne yapacağını şaşıran adamlar, hemen işret tepsisinin üstüne bir örtü örttükten sonra hep birden namaza dururlar. Muzipliklerden hoşlanan padişah önlerinden geçerken kayığını yavaşlatır. Adamlar dakikalarca ayakta dururlar ne rüku ne secdeye varırlar. Hünkar kıs kıs gülerek yanındakilere
“Bu namazın hiç rüku ve secdesi yok  mu?” diye sorar. Bu kadarcık muzipliği kafi gören Sultan Selim oradan uzaklaşıp gider.

Dördüncü Murat dolaşırken gördüğü sarhoşları cezalandırırdı. Fener mahallesinde bir demhaneye yolu düşer, orada güler yüzlü bir zat kendisine sorar.
“Efendi seni gözüm biraz ısırır gibi oluyor. Filan kahveye gelir misin?” Padişah “hayır”, “o halde Baklacıoğlu’nda görmüş olacağım?” “Hayır oraya da gitmem, yalnız haftada bir gün tebdili kıyafete çıkarım” der. Bu cevap üzerine güler yüzlü sarhoşta bet beniz kül kesilir. Sultan Murat gülümseyerek sorar, “Niçin sustun ya?” Tamamıyla ayılmış olan adam ellerini kavuşturup cevap verir. “Nasıl olsa siz susturacak değil misiniz? Kendiliğimden susayım dedim” şeklinde cevap verir.

Sultan Reşat’ın 1909 Ramazanında verdiği iftara generalinden onbaşısına ve neferata kadar 779 kişi davet edilmiştir. Padişah sıradan neferlerle sofrada oruç açar bunun şeref sayar. O akşam davetlilerin her birine diş kirası verirdi. Albaylara 1800, yüzbaşılara 300 kuruş diş kirası verirken onbaşı ve neferatın hediyesi ise 25’er kuruştur.

Misafirler iftarı edip teravihe gitmek üzere iken hane sahibi tarafından kadife keseler içerisinde geniş tabaklar, kehribar tesbihler, oltu taşlı ağızlıklar gümüş yüzükler de diş kirası olarak ödenir. Fakirlere ise gümüş akçe ve altın paralar verilir.

Tanzimat ricalinden Rıfat paşa Çubuklu semtinde yalısında verdiği iftarda kahyanın getirdiği hesabı görür, beşbin altın olduğunu görünce “Çok şükür bu Ramazanı da ucuz atlattık” der.

Bu kadar insanlara cömert olan devlet adamlarının bulunduğu bir devlet neden dünyanın en uzun süreli devleti olmasın ki. Sadaka ömrü uzatır, devletin sadakası da devletin ömrünü uzatır. Her gün yıkılır korkusu ile en basit fikir suçlarını cezalandıran bir devletin neden bu tür endişeleri vardır, çünkü hayrı ve sadakası ve hasenatı olmayan bir büyük birimdir.

En büyük diş kirası bugünkü edebiyat fakültesi Yusuf Kamil Paşa’nındır. Binanın adı da Zeynep Kamil Konağı’dır. Sultan Abdülaziz konakta iftarını açar hanımefendi ona bütün binanın tapusunu diş kirası olarak verir. Salondaki misafirler nefes alamazlar. Padişah ise “Kabul  ettim hanımefendi ben de bu değerli hediyenizi size hibe ve iade ediyorum” der. Alllah’ı azametine saygı işte devleti böyle büyütür, dostluklar da böyle büyür.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.