Psikanalitik ve Estetik Yönden Şiir Tahlilleri

Psikanalitik ve Estetik Yönden Şiir Tahlilleri

Ulaş Bingöl'ün yazısı...

  
Giriş
 

Şiir tahlili; şiir metni hakkında konuşmak, yorum yapmak, metni başka metinlerle karşılaştırmak, şiirin şairin ruh dünyası ile olan ilişkisini ortaya koymak, şiir metni ile devir ve kültür arasındaki geçişleri yakalamaktır. Şiir tahlili en nihayetinde bir eleştiri yazısıdır. Yorum felsefesi (Hermenutics), psikoloji, tarih, din ve estetik bilmeden yapılacak şiir eleştirisi denemesi bir noktada eksik kalır. Himmet Uç, şiir incelemeleriyle ilgili kitaplarında özellikle estetik ve psikolojik yönden metne yaklaşarak, izlenimci bir eleştiri yerine daha geçerli olan bir yol takip eder. Uç’un bu yöntemi, Türk edebiyatı eleştiri geleneğinde eksik olan estetik ve psikanalitik yaklaşımı güçlendirmiş ve Mehmet Kaplan’ın öncülüğünü ettiği şiir tahlillerine yeni bir hava getirmiştir. Himmet Uç’un; Şair ve Romancı Nabizade Nazım, Tevfik Fikret’in Psikobiyografisi, Dev ve Dahi Necip Kısakürek, Psikanalitik Edebiyat, Huzurun Adamı Ahmet Kutsi Tecer, Namık Kemal, Şiirimize Estetik ve Felsefi Bakışlar adlı kitapları şiir tahlili konusunda yaşanan birçok probleme çözüm niteliğindedir. Uç’un şiir eleştirisi tekniğine değinmeden önce edebiyatımızdaki eleştiri tarihine kısaca göz atmakta yarar vardır.
Türk edebiyatında eleştiri geleneği, çok eski bir tarihe dayandırılabilir. Klasik Türk edebiyatında, şuara tezkireleri ve Divan şairlerinin divanların başında yazdıkları dibacelerin içinde barındıkları malzemeyle birer poetika hüviyetine sahip oldukları gibi şiir hakkında yorumları da içlerinde barındırırlar. Tezkireler ve dibaceleri modern anlamda şiir eleştirisine tıpa tıp örnek göstermek zorlama bir yorum olsa da yazıldıkları dönemin şiir ve şairlik anlayışı hakkında zengin bir bakış açısı sundukları bir gerçektir. “Tezkireler sadece şairlerin hikâyelerini özetleyen ve şiirlerinden örnekler verilen sıradan kaynaklar değil… Devrin edebiyat eleştirisi örneklerini de bulabileceğimiz çok özgün eserlerdir” (Kalpaklı 2001). Divan şairleri, dibacelerde, gazellerde, kasidelerde beğendikleri ya da sevmedikleri şairler hakkında söz söyler ve çoğu zaman kendi şairliklerinin büyüklüğünü anlatırlardı. Bütün bunlar aslında bir nevi şiir hakkında yorum yapmaktır. Divan edebiyatında, şiir eleştirisinin daha derin bir konu olduğunu muhakkaktır. Nitekim Himmet Uç, Divan edebiyatında tenkit anlayışı üzerinde çok yüzeyden kanaatlerin tekrar edilip durduğunu söyler. Hâlbuki Divan edebiyatı tenkit geleneğinin mukayeseli çalışmalarla aydınlanabileceğini ifade eder. (Uç 2003: 39)
Modern anlamda, şiir eleştiri Türk edebiyatına Tanzimat Dönemi’nde gelir. Ziya Paşa’nın Şiir ve İnşa makalesi, Namık Kemal’in Tahrib-i Harabat, Recaizade Mahmut Ekrem’in Talim-i Edebiyat’ı, Abdülhak Hamit’in Makber Mukaddimesi,  Nabizade Nazım’ın Şairiyyet makalesi bu dönemde yazılan belli başlı şiir eleştirisi örnekleridir. Şiir eleştirisi, asıl sıçramayı Servet-i Fünun Dönemi edebiyatında gerçekleştirir. 1896-1901 yılları arasında, başta Cenab Şahabeddin, Tevfik Fikret, Ahmet Hikmet, Ahmet Şuayb, Hüseyin Cahit, Halit Ziya ve Mehmet Rauf olmak üzere birçok isim sadece şiirle ilgili değil, roman ve diğer sanat türleri hakkında tenkit yazar.(Ercilasun 2009: 223) Fecr-i Ati ve Milli edebiyat dönemlerinde de edebi eleştiri gelişimini sürdürür. Cumhuriyet döneminde ise 1950’li yıllara kadar Nurullah Ataç ve Mehmet Kaplan dışında edebi tenkite birkaç kişi dışında eğilenin olmadığını görmekteyiz. (Özçelebi 2003) 1960’tan sonra eleştiri alanında görülen asıl önemli nokta izlenimci eleştiriden nesnel eleştiriye geçiştir. Özellikle bu dönemde Marksist eleştiri geleneği Türkiye gelir. 1960’tan günümüze Berna Moran, Tahsin Yücel, Akşit Göktürk, Murat Belge, Şerif Aktaş, Doğan Aksan, Gürsel Aytaç gibi isimler edebi eleştiri alanında adlarını duyurmuşlardır.
1. Psikanalitik ve Şiir Tahlilleri
Psikanaliz, Sigmund Freud'un çalışmaları üzerine kurulmuş bir psikolojik kuramlar ve yöntemler ailesidir. Bir psikoterapi tekniği olarak psikanaliz, hastaların zihinsel süreçlerinin bilinçdışı unsurları arasındaki bağlantıları ortaya çıkarmaya çalışır. Analistin amacı hastanın transferansın sorgulanmamış ya da bilinçdışı engellerinden, yani artık işe yaramayan ve özgürlüğü kısıtlayan eski ilişki kalıplarından, serbest kalmasına yardım etmektir. 19. Asrın ikinci yarısına kadar insan ruhu, bilimin araştırma konusu değildir.  Sigmund Freud, insanın psişik durumunu en iyi açıklama yolunun cinsel dürtüler olduğuna inanır. İnsan benini id, ego, süper ego diye ayırarak bilincin karanlık noktaları ile davranışlar arasında bir bağlantı kurar. Psikanalizin edebiyatla ilişkisi gene S. Freud’un sanatçılar hakkındaki düşüncelerine dayanır. Sanat ve Sanatçılar Üzerine adlı kitabında, Freud sanatçıları birer ruh hastası olarak ele alır. Sanat eseri ile sanatçının ruhu arasındaki bağlantıları ortaya koymaya çalışır. Yine Düşler ve Yorumları adlı eserinde sanat eserlerini gündüz düşleri diye adlandırır.
Freud’un sanat ve sanatçılar ile ilgili düşünceleri, birçok kişi tarafında geliştirilerek sanat eleştirisinde kullanılır. Freud; Marx ve Nietzsche ile beraber 20. yüzyılda Avrupa düşüncesini en fazla etkileyen kişidir. Düşünceleri zaman zaman eleştirilse de açtığı kapılar bilim ve sanata yeni bakışlar kazandırmıştır. Himmet Uç,  psikanalitikten birçok şiiri yorumlarken faydalanır. Bu konuyla ilgili yazdığı Psikanalitik Edebiyat kitabı özellikle psikanalitikin edebi metne uygulanması noktasında önemlidir. Uç, kitabın önsözünde psikanalitik edebiyat kuramını şöyle tanımlar: “ Psikanalitik edebiyat kuramı, sanat eserine ve sanatçıya iki ayrı perspektiften bakar. Sanat eseri ile onu meydana getiren şahsın, hayatı, onun sanatını hazırlayan nedenler üzerinde durur. Sanat eserinden sanatçıya, sanatçıdan sanat eserine nesnel ipuçlarından, gizli olaylardan hareketle gider ve yorumlar meydana getirir.” (Uç 2008: 1) Sanatçıyı tanımak ve sanat eserini açıklama noktasında geniş bir çerçeve sunan psikanlizmi şiir tahlillerine uygularken Uç, şu yolları takip eder:
Şiir sanatının vücuda gelmesinde, şairin ruh dünyasının büyük bir etkisi vardır. Şiir metninin dokusunda, şairin psikolojik durumundan izlere rastlamak mümkündür. Himmet Uç, şiirin psikanalitik açıdan normal durumlarda doğmadığından bahseder ve sözlerine şöyle devam eder: “Şairler bütün insanlardaki ortak istek ve ruh haletlerine sahip olmakla birlikte, onlardaki normal ve patolojik ruh halleri ve algılama farklıdır. Onları şiire iten sanatsal, sosyal ve ferdi nedenleri sayalım. Stres, tutku, yabancılaşma, yanılsama, yansıtma, dini, felsefi, psikolojik ve sosyal kaçış, izleme, iltici uyarıcı, içe bakış, kaygı korku, mizaç, nesne algılamaları, değişim, psikoanaliz, psikodrama, ruh çözümlemesi, sosyal uzaklık, dürtü, düş, düşünce, görsel gerçeklik, gözlem, haz, huzursuzluk, aksiyon potansiyel, aksiyon, aktarım, çatışma, ayıklama, belirginleştirme, bilinç alanı, çağırışım, duyum, duygu, duyuş.” (Uç 2007: 262) Özellikle Uç’un Cumhuriyet Dönemi şairleri ile ilgi incelemelerinde sözü edilen psikolojik durumlar göz önünde tutulduğu fark edilir. Mehmet Kaplan da bu konuya dikkat çeker: “Çocuklukları I. Dünya Harbi, İstiklal Savaşı ve inkılap yılları içinde geçen bu nesil, Türk cemiyetinin altüst olduğu, içtimai kıymetlerin tam bir anarşiye uğradığı bir devrin sarsıntılarını derinden duymuşlar; tarihe, dine, aileye olan bağlılıklarını kaybetmişler; yalnızlık, can sıkıntısı, boşluk duygularından kurtulmak için işi avareliğe vermişler, tesellilerini, bira Paris taklidi olan bohem hayatında ve içkide aramışlardır. (Kaplan 2004: 217)
Psikanalitik bir tahlilde, önemli olan sanat eserinden sanatçının ruhuna gidebilmek olduğu için, Himmet Uç yazılarında şairlerin hayat serüvenlerine dikkat çeker. Şairin şiiri hangi tarihte, hangi şartlar altında yazdığına önem veren Uç, bu şekilde şiirin yazıldığı şartlar ile şair arasında bağlantıları ortaya koyar. Örneğin Necip Fazıl hakkındaki çalışmasında nasıl bir yol takip ettiğini şöyle ifade eder: “Eserimizde, Necip Fazıl’ın davaları, çektikleri, hastalıkları, dünyasını, savunmalarından bir kesit vererek şairin yazarlık yanında, hapishane hayatı, tarassutla geçen ömrü, mahkemelerde kendini ve davasını savunmasını, sahipsizliğini, parasızlığını, bunun yanında daima dik durmasını, satın alınamadığını, prensiplerinden fedakarlıkta bulunmadığını yansıtan bölümler ortaya koyduk, şairi onların daha iyi tanıttığını, bir perde önünde duran şairliğinin arka planını verdik. Çünkü sanat adamlığı, özellikle büyük sanat ve davalar büyük belalar ve çilelere tahammülle elde edilir, lüks içinde hiçbir hakikat bulunmaz, hiçbir hakikat çilesiz tesirli hale gelmez.” (Uç 2012: 4) Dikkat edilirse şiir metnin arka planını aydınlatmak Uç’un başlangıç noktasını oluşturmaktadır. Burası, psikanalitik tahlil için önemlidir. Çünkü psikanalitik edebiyat eleştirisinin sağlıklı neticeler verebilmesi, ancak sanatçının çilelerinin, ıstıraplarının ve tutkularının iyi bilinmesi ile olur. Bu gibi psikolojik haller sanat eserine doğrudan yansıdığı için psikolojik rahatsızlıklara yol açan nedenlerin de iyi tespiti şarttır.
Freud, şairlere özel bir ilgi gösterir. Şairler ve filozofların kendisinden önce bilinçdışını keşfettiğini ve kendisinin bilinçdışının incelemesini sağlayacak bilimsel yöntemleri keşfettiğini söyler. (Phillips 2007: 28) Psikolojik olarak şiirlerin Freud’un bahsettiği kadar zengin olması, akademik çalışmalar yapan kişiler için yeni ufuklar sunar. Fakat Türkiye’de Oğuz Cebe’nin Psikanalitik Edebiyat Kuramı adlı kitabı dışında psikanalitik yöntemle edebiyat eleştirisini ele alan bir çalışma yoktur. Yapılan çalışmalar, birer makalenin ötesine geçememiştir. Bu noktadan bakıldığında Himmet Uç’un birçok eseri, Türkiye’de eksik olan psikanalitik eleştirinin yerinin doldurulması için önemli bir adımdır. Uç, psikanalitik eleştirinin önemini şu şekilde açıklar: “Geleneksel eleştirinin normatif yapısı insana çok fazla söz bırakmaz, belli şeylerin dışına taşmayan bir eleştiri disiplini ortaya koymuştur. Ama psikanalitik eleştiri yazarın veya şairin hayatı boyunca ruhunda meydana gelen değişmelerin haritasını çıkarır.” (Uç 2009: 11)
Dil ile psikanalitik arasında sıkı bir ilişkinin olduğunu Freud, ileri sürer. Freud, Düşler ve Yorumları ile Espriler ve Bilinçdışı İlişkileri adlı kitaplarında dil ile psikolojik durum arasında bağlantı kuramaya çalışır. Ona göre bazı duygular her ne kadar zevk ilkesi ile baskılansa da tamamen kaybolmamakta ve dil sürçmesi ve espri şeklinde yeniden ortaya çıkmaktadır. Yazarların ve şairlerin dili kullanmalarında da aynı yöntemi kullanan Freud’a göre edebi esere yansıyan kelimeler ile bilinçaltı arasında bazı ilişkiler söz konusudur.
Himmet Uç, dil ile psikolojik durum arasında bağlantıların mevut olduğunu söyler. Ona göre, “kelimeler hem bir şairin kültür kuramı, hem de kelimelerin arkasında gizlenen ruhsal dünyasını vermektedir.” (Uç 2009: 48) Tevfik Fikret’in Psikobiyografisi kitabında Uç, şairin kullandığı kelimeleri dikkatlice inceler ve Fikret’in ruhunun şemasının çizer. Bu bağlamda sanat eserlerinin birer gündüz düşü olduğunu vurgulayarak Per-i Şiirim ve Ömr-i Muhayyel şiirlerini örnek verir.
Psikanalitik edebiyatta sanat eserinin gündüz düşü olarak adlandırılması üzerinde durulması gereken bir konudur. Nitekim Uç, psikanalitik tahlillerinde sık sık kullandığı bir kavram da gündüz düşüdür. Freud, yaratıcılıkla eş değer gördüğü sanatçının eserlerinin birer gündüz düşü olarak ifade eder. Peki, ne demektir gündüz düşü? Her insan toplumsal baskılar ve doyurulmamış duygular karşında fantezi kurar. Bu bir bakıma kaçınma ve bastırmadır. Sıradan insanlar, toplumsal baskılar ve psikolojik bunalımları cinsel zevkle ya da alkol ve uyuşturucu gibi yollarla aşmaya çalışır. Sanatçılar ve dehaların baskılar ve psikolojik bulanımlar karşısındaki tutumu sıradan insanlara göre farklıdır. Sanatçılar, zulüm ve baskılar karşında sanat eseri meydana getirirler ve bir noktada zulümlere sanatla cevap verirler. Sanat eserleri, aynı zamanda sanatçının fantezilerinin de vücut bulduğu yerdir. Himmet Uç, edebiyatımızın gündüz düşleri ile dolu olduğunu ve Cahit Sıtkı, Orhan Veli, Namık Kemal, Ziya Paşa, Tevfik Fikret’te gündüz düşlerinin mevcut olduğunu söyler. Esas itibariyle Tanzimat’tan Cumhuriyet’in sonrasına kadar birçok şairin eserinde toplumsal ve kişisel nedenlere bağlı psikolojik durumun yansımasına rastlanır. Psikanalitik edebiyat kuramına bağlı eleştiri yöntemlerinin artmasıyla yüz elli yıllık zaman diliminde yaşanan siyasi ve toplumsal olayların sanatçıların eserlerine nasıl etki ettiği daha iyi anlaşılır.
Şairin ruh dünyasındaki hareketler ile bilinçaltında yatan birtakım bastırılmış istekler arasındaki münasebetlerin iyi anlaşılması, şairin sanatının teşekkülünün açıklanmasının ön koşuludur. Şairlerin ruh dünyasındaki hareketler içten dışa ve dıştan içe doğrudur. Yoğun bir karamsarlık altında olan birinin dışa yansıyan ruhu da karamsardır. Aynı şekilde dış dünyadaki nesnelerin şairin ruhu üzerinde etkisi de negatiftir. Himmet Uç’un şiir eleştirisi çalışmalarında önemli bir noktayı da şairlerin ruhsal hareketleri ve değişimleri oluşturur. Uç, özellikle şiirleri analiz ederken şiirlerin kronolojisini göz önünde tutar. Uç’un Necip Fazıl, Tevfik Fikret, Ahmet Kutsi Tecer ve Nabizade Nazım hakkında yazdığı kitaplarında bu noktaya dikkat etmesi önemlidir. Şiir kronolojisinin iyi bilinmesi ve şairin şiiri yazarken nerede olduğu ve nasıl bir ruh haline sahip olduğunun bilinmesi psikanalitik tahlili kolaylaştırır.
Freud’a göre hazzı yönlendiren eros ve tanatostur, yani cinsel güç ve ölümdür. Şiir sanatı göz önünde alındığında denilebilir ki en fazla işlenen iki konu aşk ve ölümdür. Bu iki konu da eros ve tanatosla doğrudan ilgilidir. Himmet Uç, şiir tahlillerinde dönemlere göre bu iki gücün şiir metinlerine yansımasını çözümler. Örneğin Tevfik Fikret ile ilgili şu tespitleri söz konusu durumla uyuşur: “Fikret’in 1895 yılına kadarki şiirlerinde yaşam ve cinsel güçler noktasında normal bir görüntüsü vardır. Aşk şiirleri yazar, tabiatı sever, ilgi duyulan her şeye elinden geldiğince ilgi duyar. Ama bu yıldan sonra sıkıntı, bunalım, tenkid, buhran gibi yıkıcı içgüdüler baş gösterir. Bunu bir çizgi halinde ifade etmek istersek, ruh halleri bir istatistik çizelgesi gibi alçalmalar, düşmeler, yükselmeler gösterir.” (Uç 2009: 25)
Uç, şairin ruh hareketleri hakkında en güzel tespitlerinden biri Necip Fazıl’la ilgilidir. Necip Fazıl’ın Çile şiirinde nasıl bir ruhsal değişime ve uyanışa tutulduğunu izah edikten sonra şu sonuca varır: “Necip Fazıl’ın şuuraltı, muayyen bir rengi olmakla birlikte uyumlu bir fikir düzen göstermeyen yüksek dağların muhtelif boyuttaki tepeleri ve çukurlarından oluşan bir kaos manzarası gösterir. Çile şiirinde düşük bir konumdan birden bire şaşırtıcı bir dünya ile karşılayan şairin ilk tepkileri ve bunların devamı görülür.” (Uç 2012: 38)
Her sanat eseri, onu vücuda getiren sanatçının ruhundan izler taşır. Bu izler sanatçının benine giden yollardır. Peki, psikolojik açıdan “ben” ne demektir? Selçuk Budak Psikoloji sözlüğünde “ben”i şöyle tanımlar: “En genel anlamıyla kişinin kendini başka herkesten ve her şeyden ayrı, eşsiz bir bütünlük olarak hissetmesi, bunun bilincinde olması ve bu şekilde bilincinde olunan tümel varlık şeklinde tamamlanabilecek olan benlik kavramı, felsefede olduğu kadar psikolojide de ağırlıklı bir yer tutar. Felsefi yönelime bağlı olarak tanımı değişse de hepsindeki ortak öğe, kendi varlığının bilincinde olma ve iradi eylem yetisidir.” (Budak 2005: 122) Ben’in varlığı için bir “öteki”nin varlığı kendiliğinden zorunludur. Çünkü “ben”, “öteki” ile kendini farkına varır.  Lacan, ben’in oluşumunu gelişimin Ayna Evresi ile açıklamaya çalışır. Lacan’a göre ayna evresinde altı-yedi aylık olan bebek aynada ilk yansımasını gördüğünde kendinin farkına varır ve annesiyle özdeşleşmeden kurtulur. Freud’un narsist dönemine denk gelen ayna evresinde imgesellikten simgeselliğe geçilir ve bebek aynadaki yansıması ile gerçek bedeni arasında bir ayırım yapar. Çocuğun kendinin farkına varması için illa bir ayna şart değildir. Ebeveynlerinden birinde de kendi yansımasını görebilir. Burada önemli olan çocuğun kendinin farkına varması için bir ötekinin olmasıdır.
Lacan’ın ayna evresi kuramı, şiir tahlillerinde sanatçının kurduğu empatilerin, benlik anlayışının ve benlik problemlerinin çözümlemesinde kullanılabilir. Sanatçı, ya baskılardan ve endişeden kurtulmak için empati kurar ya da sevincini, mutluluğunu paylaşmak istediğinde empati kurar. Himmet Uç, Cahit Sıtkı ve Tevfik Fikret’i baskı ve endişelerden kurtulmak için empati kurduklarını söyler. Cahit Sıtkı hakkında şunları söyler: “Cahit Sıtkı’nın şiirlerindeki portresinin temel özneleri şunlardır. O yalnız, kimsesiz, anlaşılmamış ve bütün insanlardan farklı olduğunu söyler. Sürekli bir korku, endişe, şaşkınlık ve buhran içindedir. Her insanın sürekli ve geçici sığınma öğeleri vardır. Cahit Sıtkı’nın sığınma öğeleri başta tabiat, aşk, çocukluk hatıraları ve şiirdir. Bunlar mutluluk öğeleri de denebilir. Zevkleri kadın ve içkidir.” (Uç 2005: 125) Cahit Sıtkı’nın şiirini yorumlamasına benzer bir yorumu da Tevfik Fikret’in şiirine getiren Uç, Tevfik Fikret’in zaman içerisinde benine neferin yerine merhametin eklendiğini söyler.
Himmet Uç’un psikanalitik yöntemden faydalanarak şiir tahlillerine girişmesi, daha önce bilinen fakat bilimsel verilere dayandırılmayan gerçeklerin yerli yerine oturtulmasını sağlamıştır. Tevfik Fikret’in nefret dolu şiirleri yazdığı birçok kere tekrarlanmıştır; fakat şairin ruh dünyasına inilmeden ve şiirindeki ruhsal dalgalanmalar ortaya konulmadan yapılan bu yorumlar çok eksik kalmıştır. Uç, Türkiye’de bir şair hakkında yazılan ilk psikobiyografinin sahibidir.
2. Estetik
Himmet Uç’un şiir tahlillerinde kullandığı ikinci yöntem estetik eleştiri yöntemidir. Şiir de sonuç itibari ile bir sanat olduğundan gerek işlediği tema gerek biçim olarak estetiğin konusudur. Estetik eleştiri ne demektir? Bu soruya verilecek cevap estetiğin ne olduğuna verilecek cevap ile ilgilidir. Estetik, kısacası güzelin bilimidir ve sanat eserlerinde güzel ve güzellikle ilgili problemleri inceler. Estetik eleştiri de güzel ve güzellikle ilgili konuları merkeze alır ve sanat objesinin estetik değerini ortaya çıkarmaya çalışır. Estetiğin felsefeden ayrılması ve bir disiplin olması her ne kadar 18. yüzyılda olsa da estetik alanı hakkında söylenenler çok daha eski tarihlere kadar gider. Eski çağlarda Platon, Aristo, Plotinus gibi felsefeciler, Yeni ve Yakın Çağ’da E. Burke, İ. Kant, Baumgarten, Hegel, Schelling, Schiller gibi düşünürler estetik hakkında önemli çalışmalar ortaya koymuşlardır.
Estetiğin edebiyatla olan ilişkisine gelince, edebi ürünlerin büyük bir kısmının kişin estetik duygularını doyurmasından dolayı doğrudan bir ilişkiden söz edilebilir. Edebiyat ürünlerinin temel malzemesi dildir ve edebiyat dil ile meydana gelen bir sanattır. Bir tablo veya bir heykel karşısında öznenin duyduğu zevke bir şiir veya bir romanla da ulaşabilir. Şüphesiz edebi ürünlere karşı öznenin takındığı tutum, estetik bir tutumdur. Bu açıdan bakıldığında estetik kuramların edebiyata uygulanması, edebi metinlerinin değerlendirilmesinde önemli bir adım olacaktır. Himmet Uç, şiir tahlillerinde kadim estetikçilerden modern estetikçilere kadar birçok büyük düşünürün görüşlerini sistematik bir şekilde kullanır.
Estetikte en önemli kategori “güzeldir”. Fakat güzelle beraber mutlak, yüce gibi kategoriler de birçok estetikçi tarafından incelenmiş ve güzelden ayrı ele alınmıştır. Himmet Uç, bu estetik kategorilere göre şiirlerde estetik bir çözümleme geliştirmeye çalışır. Örneğin Ahmet Haşim’in O Belde şiirinde, şiirin dokusuna sinmiş olan “müphem”i bir estetik kategori tarzında ele almıştır. Uç, Haşim’in şiirini meydana getiren dört unsur olarak kadın, şair, kadın ve akşam olduğunu belirtir. Bu dört kavramın sanatsal değerleri üzerinde duran Uç, bir bütün olarak şiiri çözümler. “Sanatta en çok kullanılan dört şey; kadın, şiir, akşam ve denizdir.” Diyerek sanata tarihi ile ilgili önemli bilgiler verir.
Himmet Uç, estetikte Edmund Burke ve Kant’tan beri güzelden ayrı olarak ele alınan Yüce (sublime) kategorisi hakkında yazılar kaleme alır. “Bir Estetik Kategori olarak Yüce ve Yahya Kemal, Kant’tan Yahya Kemal’e Yüce” adılı yazısında, yüceyi şöyle açıklar: “Yüce hayal gücü ile aklın uyuşmazlığından doğar. Manzaranın hayal gücünü zorlamasıyla doğan düşünce yücedir.” (Uç 2005: 10) Kant, Yargı Yetisinin Eleştirisi (Kritik Der Urteilskraft) adlı eserinde Yüce kavramından uzunca bahseder ve yüce duygusunu güzel duygusundan ayırır. Estetik disiplini için bu kadar önemli olan bir kavramın şiir eleştirisine konu olması ve işlenmesi önemli bir gelişme olarak ele alınmalıdır. Bilakis Yahya Kemal’in şiirinin dokusuna sinmiş olan estetik kategorileri çözümlemek, şiir tahliline girişecek genç araştırmacılara yeni kapılar açar.
Himmet Uç’un, şiir tahlillerine psikanalit ve estetik yönden yaptığı katkıların hepsini burada saymak hem olanaksız hem de bu yazının amacını aşar; fakat ilgili olan kişilerin kaynakçada Uç’un vermiş olduğumuz kitaplarına başvurabilirler.

KAYNAKÇA
BUDAK, S. (2005), Psikoloji Sözlüğü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınevi.
ERCİLASUN, B. (2009), Servet-i Fünun’da Edebi Tenkit, Ankara: Akçağ Yayınevi.
KALPAKLI, M. (2001), Divan Şiirinde Mahlas Üzerine, Kitaplık, S. 45, Ocak-Şubat.
KAPLAN, M. (2004), Edebiyatımızın İçinden, İstanbul: Dergah Yayınları.
ÖZÇELEBİ, H. (2003), Cumhuriyet Döneminde Edebi Eleştiri(1923-1960), Hece Eleştiri Özel Sayısı, Mayıs-Haziran-Temmuz.
PHİLLİPS, A. (2007) Hep Vaat Hep Vaat Edebiyat ve Psikanaliz Üzerine Denemeler, İstanbul: Metis Yayınevi.
UÇ, H. (2003)  Edebiyat ve Eleştiri, Ankara: Bizim Büro Basımevi.
UÇ, H. (2005) Şiirimize Estetik ve Felsefi Bakışlar, Ankara: Bizim Büro Basımevi.
UÇ, H. (2007) Huzurun Adamı Ahmet Kutsi Tecer, Ankara: Bizim Büro Basımevi.
UÇ, H. (2008) Psikanalitik Edebiyat, Ankara: Bizim Büro Basımevi.
UÇ, H. (2009) Tevfik Fikret’in Psikobiyografisi, Ankara: Bizim Büro Basımevi.
UÇ, H. (2012) Dev ve Dahi Necip Fazıl Kısakürek Şiir ve Ruh Dünyası, Ankara: Bizim Büro Basımevi.
UÇ, H. (2012) Namık Kemal Kitabı, Ankara: Bizim Büro Basımevi.
.