Planlı çalışma, zuhurat ve Bediüzzaman

Planlı çalışma, zuhurat (1) ve Bediüzzaman

Kainatın küçük bir şekli olan insanın yapılışında ve yaratılışında bir intizam, bir hikmet ve bir vahdet mührü olduğu gibi; İnsanın büyültülmüş bir şekli olan kainatın yapılışı ve yaratılışında da bir intizam, bir hikmet ve bir vahdet mührü vardır. İntizam ve düzen vahdete yani Allah’ın birliğine aynadır. Onu gösteriyor. Vahdet de (Allah’ın bir olması da) intizamı sağlıyor. Bu vaziyet, Allah’ın vahid ve ehad yani bir ve tek oluşunun en büyük delilidir. Allah bir olmasaydı hâşâ kâinatta ne birlik kalırdı ne düzen. Nitekim buna işaretle Cenab-ı Hak: “Yerin ve göklerin yönetimini elinde tutan Allah’tan başka ilahlar olsaydı yer- gök fesada giderdi.” (2)  buyurmaktadır. Bir memlekette iki padişah, bir köyde iki muhtar olmaz.

O Yüce Sanatkâr, kâinattaki bu sünnetini ve sistemini, kâinatın bir küçük örneği olan insana da yerleştirmiştir. Bütün organların yönetimini tek bir beyne bağlamıştır. İnsanda tek beyin, tek akıl olduğu içindir ki organlar arasında müthiş bir denge, fevkalade bir ahenk ve düzen, her takdirin üstünde bir yardımlaşma vardır. Eğer insanda aynı özellikte iki beyin olsaydı insanın vücudundaki bütün organlar felç olur, ne denge, ne düzen, ne birlik ve ne de yardımlaşma olur, her organ perişan olur giderdi. Sinek kanadından gök kandillerine, bedendeki hücreciklerden gök cisimlerine kadar, öyle bir intizam var ki zerre kadar şirki (ortaklığı) kabul etmez.

Kur’an’da da aynı birliği, aynı intizamı, aynı plan ve programı görmek mümkündür. Bırakın peşpeşe gelen âyetler arasındaki tenasüp ve uygunluğu, Kur’an’ın başındaki Fatiha sûresi ile sonundaki Nas süresinin arasında bile sıkı bir diyalog, güzel bir mana ve maksat birliği vardır.

Mesela: Fatiha da RAB ismi var. Nas suresinde de RAB ismi var. Fatiha da MALİK var.  Nas sûresinde MELİK var. Bunlar lafız benzerliği ve mana birliği olan kelimeler. Fatiha da gazaba uğramışların ve azıp sapmışların yoluna gitmekten ALLAH’a sığınma var. Nas’da da azmış ve sapmış şeytanın vesveselerinden Allah’a sığınma vardır. Gazaba uğrayan ve azıp sapanlar da sonuçta şeytanın güdümüne girdikleri için gazaba uğramış ve azıp sapmışlardır. Bunlar hiç düşünmeden ilk göze çarpanlar..Bu durum Kur’an’ın tek kaynaktan çıktığını, O’nda bir bütünlüğün, bir insicamın ve intizamın varlığını göstermektedir.

Bu hal ve keyfiyet bizim de ister fert bazında deyin, ister cemaat bazında deyin bir plan ve program çerçevesinde hizmet etmemizi emretmekte ve ders vermektedir. Zira biz “Tahallakû bi  ahlakıllah= Allah’ın ahlâkıyla ahlaklanın.” kaidesince Allah’ın ahlakıyla ve sünnetiyle ahlaklanmakla mükellefiz. Planlı, programlı vifak ve ittifak içinde, ihlaslı ve intizamlı yaşamakla görevliyiz.

Gerek insana, gerek kainata ve gerekse  Kur’an’a i’caz, îcaz, vahdet, hikmet, tenasüb ve intizam damgasını vuran Yüce Allah’ın, Hakîm ismine mazhar olmuş bir Üstad’ı okuyanlar, onun talebesi olmayı kabul edenler, eğer okudukları külliyattan plan ve program dersini almaz veya o anlamı çıkaramazlar, hayatı ve hizmeti “Zuhurata” bırakırlarsa  Risale- Nur’un meslek ve meşrebine,  Sünnetullah’a,  Kur’an’ın emirlerine ve Resûlullah’ın Sünnetine aykırı bir yola girmiş olurlar. Zîrâ Risale-i Nur’un müellifi,  Cenab-ı Hakk’ın Adl ismini (3) işlerken Rahman suresinin ilk ayetlerini zikretmektedir. Bediüzzaman’ın orada Yüce Allah’ın “ölçü” ve “denge” anlamlarına gelen “vezn” ve “mîzan” (4) kelimelerini dört defa kullanması, “Haddinizi aşmayasınız diye ölçüyü koydu” (5) buyurması, Güneş ve Ayın bir hesapla cereyan ettiğini (6)  yağmurun bile bir ölçü, bir miktarla indirildiğini (7) söylemesi,  “Biz her şeyi bir miktar, bir ölçü, bir plan ve proje ile yarattık” (8) buyurması,  ibret  almak için bize yeterli bir ders değil midir?

Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’ de “Yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki Kitab-ı Mübin’ de olmasın.” (9) buyuruyor. Bu ayetten yola çıkarak biri kalksa madem her şey Kur’an’da var öyleyse ne lüzum vardı bunca tefsire ve kitaba?  dese  haklı ve tutarlı olabilir miydi? Elbette olamaz. Bu mantık tutarlı ve haklı olsaydı, bugün bir şaheser  ve bir irfan hazinesi olan Risale- i Nur da elimizde olmayacaktı.

Bu gün nasıl Kur’an varken ne lüzum vardı Risale-i Nur’a diyemiyorsak, ve diyenlere acıyor ve yadırgıyorsak; Risale- i Nur varken ne lüzum var plan ve programa, ne lüzum var başka kitaba, ne lüzum var gazete ve dergiye, ne lüzum var konferansa ve sempozyuma, ne lüzum var sisteme, kuruma   ve kurumlaşmaya, ne lüzum var internete ve televizyona, ne lüzum var Kur’an kursuna, okula ve üniversiteye diyemeyiz. Bunu diyen mantığa veya mantıksızlığa da asla sahip çıkamayız. Her şeyi, kameti kıymetince değerlendirmeliyiz. 

Genel kaideler açısından her şey Kur’an’da var. Ama detay açısından her şeyi  Kur’an ‘da bulmak  her babayiğidin işi değildir. Onları yani furuat ve teferruatı, diğer bir ifade ile detayı erbabı bulacak ve çıkaracaktır. Bulamayanlar da: “Bilmiyorsanız erbabına sorun.”(10)  meâlindeki âyet-i celile gereğince işi, erbabına teslim ve havale edecektir.

Mesela Kur’an: “Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz (11) der. İsrafın haram olduğunu söyler. Ama bir şeyler yapılacaksa “Ne, Nerede, Nasıl, Niçin ve Ne kadar” yapılırsa daha ekonomik olur. meselesini ve bununla ilgili plan ve programı erbabına bırakır.

HAYATINDA BİR SAATLİK DAHİ İNTİZAMSIZLIK OLMAYAN BİR ÜSTAD!

“Benim hayatımda bir saatlik kadar da olsa intizamsızlık yoktur” diyen bir üstadın, mesailerin tanzimini isteyen, (12) bir üstadın, Allah Teala’nın Hakîm ismine mazhar olmuş bir üstadın, Risale-i Nur’un hemen hemen her yerinde Cenab-ı Hakk’ın HAKÎM ismini nakış nakış işleyen, Onun kainattaki akılları hayrete düşüren hikmetini ve intizamını izah eden bir üstadın arkasından gittiğini söyleyenlerin intizamsız, düzensiz, hikmetsiz, plansız, programsız, başsız, ayaksız yaşamaya hakları yoktur. ”Zuhurat” dedikleri şey aslında beceriksizliğin, düzensizliğin, plansızlığın, programsızlığın daha doğrusu düzensiz yaşamanın adıdır. Hiçbir Nur Talebesi böyle yaşayamaz. Böyle yaşayan da Nur Talebesi olamaz. Çünkü Kur’an’ın, bu asırda en güzel yorumlarından biri olan Risal-i Nur’un, buna izni ve rızası yoktur. Hatta bu anlayışın, “Hayatımda bir saat bile intizamsızlık yoktur.”diyen bir Üstadı gücendirdiğine ve derinden yaraladığına inanıyoruz.

Muhterem Üstadın: “Ey evliyay-ı ümûr! Tevfik isterseniz, kavanîn-i âdetullaha tevfik-i hareket ediniz. Yoksa tevfiksizlikle cevab-ı red alacaksınız.” (13)  sözündeki “evliyay-ı ümûr” u sadece devleti ve milleti yönetenler olarak anlamıyorum. Bununla beraber, imana ve Kur’an’a hizmeti omuzlayan veya omuzlamış görünen kimselerin de bu sözden pay almaları lazım geldiğine inanıyorum. Öyleyse biz, yukardaki sözü şu şekilde tercüme edebiliriz: Ey milletin yönetimini ve Kur’an’a hizmetin sorumluluğunu üzerine alanlar! Eğer başarılı olmak istiyorsanız, Allah’ın kanunlarına uygun hareket ediniz. Yoksa istek ve arzularınıza Allah’ın vereceği cevap başarısızlık olacaktır.


SORGULAMANIN ZAMANI GELMEDİ Mİ?

Nuruyla çağını aydınlatan, gür sesiyle asrını çalkalayan, Sözler’iyle akılları teslim alan, tevazu ve mahviyetle gönüllere giren, vera ve takvasıyla herkesi hayrete düşüren, istiğnasıyla vicdan sahiplerini kendisine hayran bırakan, İslâmî ilimlerin tamamını üç ayda okuyan, (14) bir çoğunu ve Kâmûs-u Okyanus’u sin harfine (15) kadar ezberleyen, kütüb-ü İslâmiye’yi harmanlayıp onlardan asrın hastalıklarına en uygun reçeteyi yazan ve onu 6000 küsur sayfalık Risale-i Nur Külliyatı olarak aleme sunan, aynı zamanda çağın fen ve felsefesini okuyan,(16)  ilmiyle ilim ehlini kendisine gıpta ettiren, harika ilminden dolayı “Bediüzzaman”,(17)  kıyafetinden dolayı “Bid’atüzzaman”, Hadis’in müjdesine (18)  mazhariyetinden dolayı “Garibüzzaman”, dünyalık adına bir şeyi olmadığından, tevazu ve mahviyetinden dolayı “Ebûlâşey”, hep yeni ve orijinal düşüncelerinden dolayı “İbnüzzaman” (19) ünvanlarını alan, imanı ve şecaatıyla zındıkların ödünü koparan, Muhammedî (s.a.v) ahlakıyla Allah’ın tevfik, takdir, ve rızasını kazanan, fen ilimleriyle din ilimlerini barıştıran ve barışık olduğunu söyleyen,(20)   Kur’an’ı, kâinatın ezeli bir tercümesi ve kainattaki tekvini ayetlerin  ebedî bir tercumanı (21)  gören, “Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor, içinde evladım   yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. Ben o yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum...”(22)  diyen bir üstadın yangından kurtardığı insanlar olarak bizler bu hususta acaba o şanlı üstada,  o itfaiye kahramanına ne kadar yardımcı olabildik. Acaba Onu, Ona layık çapta okuyabildik ve anlayabildik mi?  “Bana ıstırap veren yalnız İslam’ın maruz kaldığı tehlikelerdir...”(23)  deyip, Alem-i İslam’a indirilen darbelerin en evvel kendi kalbine indirildiğini hissedecek  kadar (24)  dertli ve ıstıraplı olan bir insanın dert ve ıstırabına bizden beklendiği kadar ortak olabildik mi? Kendi kendimizi sorgulamanın zamanı gelmedi mi acaba?.

Geçenlerde bir toplantıda imanı ve vicdanı olan bir iş adamının bir feryadını dinledik.  Çocuklarının, yeğenlerinin ve gençlerin isimlerini sayarak: Bu gençlerimize sahip olun, ellerinden tutun, toplantılarınıza katın, dedi, adeta yalvardı. Yerlerimizi, evlerimizi ihtiyaç halinde istediğiniz gibi kullanabilirsiniz, her türlü desteğe hazırız, yeter ki evlatlarımızı ahlâksızlık ateşinden, inkârcılık akımlarından, ibadetsizlik ve başıboşluk belasından, gayr-i meşru eğlencelerin dejenerasyonundan kurtarın, dedi.

“BİZ MUHABBET FEDAİLERİYİZ.”

“Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur.”(25)  diyen bir üstadın eserlerini okuyan kimseler sevgiye, sevmeye, ve sevilmeye hasret kalmamalıdırlar.

İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni (iki cihanın mutluluğunu) iktiza eder. (26)  Diyen bir üstadın eserlerini okuyanlar, birlik ve beraberlikten, tevekkül ve teslimiyetten ve de iki dünyanın mutluluğundan mahrum kalmamalıdırlar.

“Birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz dünyada birimiz ahirette  de olsak biz yine biriz” (27)  diyen bir üstadın talebeleri birliğe, başkalarının derdiyle dertli olma hassasiyetine hasret kalmamalıdırlar.

Uhuvvet Risalesini okuyanlar uhuvvete hasret kalırsa, İhlas Risalesini okuyanlar ihlasa hasret kalırsa; ciddi bir nedamete, tövbe ve istiğfara ciddi bir toparlanmaya, eteklerdeki taşları atmaya, barışıp-kucaklaşmaya, risaleleri yaşamak niyetiyle okumaya  şiddetle ihtiyaç var demektir.
İhlas Risalesini okuyanlar da ihlaslı olmazsa, Uhuvvet Risalesini okuyanlar da sevgi ve kardeşlik duygularından yoksun ve yetim kalırsa başka kıyameti  beklemeye lüzum kalır mı?  O kimselerin kıyameti çoktan kopmuştur. Bu akıbetten Allah’a sığınıyoruz.

“İ’lay-ı Kelimetullahı hedef ve maksat yapan bir cemaat, hiçbir garaza vasıta olamaz. İsterse  de muvaffak olamaz. Zira  nifaktır. Hakkın hatırı alidir, hiçbir hatıra feda olunmaz.(28)  Şer’i hürriyeti ve asayişi korumak ve muhabbet üzerine hareket etmek, başkalarını ayıplı ve kusurlu göstererek kendisini daha üstün göstermemek şartıyla cemaatlerin hepsini tebrik eden ve onlarla ittihada hazır olduğunu” (29) söyleyen, hatta mütecaviz dinsizlere karşı,  gerekirse Hıristiyanların hakiki dindar ruhanileri ile dahi-ihtilaf noktalarını, geçici olarak münakaşa yapmadan -ittihat edilebileceğine işaret eden, İsevilerin hakiki dindarlarının Kur’an ehl-i ile ittifak edeceklerini müjdeleyen, ortak düşmanları olan zındıklığa karşı bu şekilde dayanabileceklerine dikkat  çeken (30)  geniş ufuklu bir üstadın talebeleri kendi aralarında ittifak ve ittihat edemezlerse, Müslümanlar arasında denge unsuru ve ittifak noktası olamazlarsa bu görevi kimlerden beklemeye hakları kalır? Maddi ve manevi hezimetten  nasıl kurtulabilirler?  Bu akıbetten de Allah’a sığınıyor, tevbe ve istiğfar fırsatı vererek rahmetine, yardımına ve tevfikine layık hale getirmesini Onun sonsuz rahmetinden niyaz ediyoruz. Bediüzzaman’ın konumuzla alakalı bir sözü sözlerimizin noktası olsun: “Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem!” (31) yani yaşasın akıl ve planlı, programlı yaşamak!

DİPNOTLAR:
1-Birden oluveren şeyler, hesapta olmayan umulmadık hâdiseler.
2-Enbiya,21/22
3-Nursi,Said,Lem’alar,
4-Rahman,55/7-10
5-Rahman, 55/8
6-Rahman, 55/ 5
7-Hicr, 15/21
8-Kamer, 54/49
9-En’am, 6/59
10-Nahl, 16/43
11-A’raf, 7/31
12-Nursî, Lem’alar, 122
13-Nursi,İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnmesi,s.43
14-Nursi,Tarihçe-i Hayatı,s.34
15-Nursi,a.e, s.39
16-Nursi,a.e.,s.553
17-Nursi,a.e.,s.49
18-bkz. İbn Mace, Fiten, 15; Suyûtî, Celalüddin, el- Camiu’s-Sağîr, I, 120
19-Nursi,Münazarat,s.72
20-Nursi,Sözler,s.356(25.Söz)
21-Nursi,Tarihçe-i Hayat,s.553
22-Nursi,a.e.,s.552
23-Nursi, Tarihçe-i Hayat, s.552
24-Nursi,Tarihçe-i Hayat,s.54
25-Nursi Sözler,s.307(23.Söz)
26-Nursi, Sözler, 23. söz, s.
27-Nursi,Hutbe-i Şamiye,s.88
28-Nursi, a.e,s.87-88
29-Nursi,Lem’alar,s.142(20. Lem’a, dip not)
30-Nursi, İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi,s.63
31-Nursi, İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi,s.63

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum