Günümüz ve hadisler

Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“İyi bilin ki, ben kitabı ve bununla beraber bir mislini (sünneti) de (Allah’dan) aldım. Dikkat edin! Karnı tok vaziyette iken, koltuğuna yaslanmış bir şekilde: “Bizim için bu Kur’ân yeterlidir. Onda helal bulduğunuzu helal kabul edin, haram bulduğunuzu da haram kabul edin” diyecek (ve hadislerimi inkâr edecek) olan bir adamın gelişi yakındır.”

(Beyhaki)

Oryantalistler ve hadis

İslâm’ın ikinci ana kaynağı olan hadislerin, doğuşundan günümüze kadar İslâm toplumlarını oluşturma ve yaşatma alanında mühim bir rolü olmuştur. Hadisler İslâm’ın yayılmasına etkide bulunmuş, farklı kültür ve coğrafyada yaşadıkları halde, İslâm toplumlarını birbirine yakınlaştırarak, homojen bir kültürün oluşmasında etkin bir rol üstlenmiş, tarih üstü bir karaktere bürünerek Asr-ı Saadeti sürekli bugüne taşımıştır. İslâm’ın sürekliliğini sağlayan geleneği hadis oluşturmuştur ve bu geleneği korumak için her türlü değişime karşı mukavemet vazifesini de yine hadis sağlamıştır. Bu özellikleriyle sünnet/Hadis İslâm toplumlarını şekillendirme, kimliklerini muhafaza etme ve sömürge karşıtı faaliyetleri beslemede büyük bir ehemmiyet arz etmiştir. Bilhassa 18. asırda oryantalistlerce “militan”, aktivist” ve “fundamantalist” olarak nitelendirilen Avrupalı sömürgecilere karşı ihya hareketlerine hadislerin büyük tesiri olmuş ve bu hareketler İslâm toplumlarının batılılaşmasında en büyük engel teşkil etmiştir. (Bkz. Mehmet Görmez, Klasik Oryantalizmi Hadis Araştırmalarına Sevk Eden Temel Faktörler, İslamiyat, C, 3, sayı, 1, s, 21.)

Sömürgeciliğin keşif kolu vazifesini gören Oryantalistler, Müslümanları dinlerinden uzaklaştırmadıkça, İslâm ülkelerini sömürgeleştiremeyeceklerini ve onların mukavemetini kıramayacaklarını anlamışlardı. Müslümanlardaki mukavemet gücünün, Kur’ân ve hadislerden kaynaklandığını, eğer Müslümanların Kur’ân ve hadislere olan itimadlarını kırarlarsa, bu alanda başarılı olacaklarını düşünüyorlardı. Müslümanları Kur’ân’dan soğutmanın zorluğu, ister istemez hadisler üzerinde daha çok durmayı netice verdi. Hadise vurulacak darbe, Müslümanlar arası homojenliği ortadan kaldıracak, birlik beraberlik ruhunu öldürecek, sömürgecilere karşı direniş kırılacak, aynı zamanda İslâm ülkelerinin batılılaşmasına vesile olacaktı. Oryantalist çalışmalar, bilhassa 1850 – 1950 yılları arasında hadis üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu yıllar sömürgeciliğin de, en revacta olduğu dönemlerdir.

19. yüzyıl sonları ve Birinci dünya savaşı sonrasında Avrupalı oryantalistler, sömürgeleştirilen İslâm ülkelerinde faaliyetlere giriştiler ve kısa zamanda netice aldılar.

Oryantalistlerin çalışmaları neticesinde Müslümanların hadis ve sünnete bağlılığında çözülmeler başladı. Bazı Müslümanlarda hadislerin sıhhatine aşırı bir güvensizlik oluştu. Bir kısım Müslümanlar Kur’ân bize yeter hadise lüzum yok derken, bir başka grup mütevatir hadisleri bile inkâr ediyor, başka bir grup, aklına uyanı kabül edip, uymayanı red ediyor. Bir başka kısım Buhari, Müslim gibi hadis otoritelerinin kitaplarında, mevzu hadis olduğunu söylüyor, bir kısmı da sahabelere dil uzatıyordu. (Bkz. İbrahim Canan. Kütübü Sitte: c.1.s.361)

Tarihi süreç itibarıyla, 20. yüzyıla kadar hadis ve sünnete Müslümanların bu şekilde yaklaşmadığı, bu sünnet düşmanlığı veya sünnete itimatsızlığın geniş boyutlarda bu asırda ortaya çıktığı görülür.

Hadislerin Sıhhati Meselesi:

Hadislere yönelik hucumlara karşı İslâm âlimlerinden; Muhammed Ebu Şehbe, Mustafa Es-Sıbai, Zahid El-Kevseri, Abdülfettah Ebu Gudde gibi pek çok âlim hadisleri müdafaa üzerinde hassasiyetle durmuşlar, hadis düşmanlarıyla mücadele etmişlerdir.

Cahil halk tabakasında hadislere yönelik şüpheler genellikle hadis ilminin tarihi süreci ve hadis alanında yapılan muazzam çalışmaların bilinmemesinden kaynaklanmaktadır. Bu insanlara konu izah edildiğinde kolaylıkla tutumlarından vazgeçiyorlar. Tabii ki, imanı zayıf, garazkâr, enaniyetli ve önyargılı olanlar muhatabımız olunca iş değişiyor. Bunlar içinde bazıları da var ki, bile bile hakkı ketmediyor, görmemezlikten geliyor.

Hadislerin bize oldukça sağlam yollardan intikal ettiği hadis usulü kitaplarında tafsilatlı olarak ele alınmıştır. Burada biz konuyu kısaca üç başlık altında ele almak istiyoruz.

  1. Hadislerin yazılması

Peygamberimiz Kur’ân’la karışır endişesiyle kendi sözlerini yazdırmamış, fakat ezberlenmesi için teşviklerde bulunmuştur. Bununla beraber bazı şahısların hadisleri yazmasına müsaade etmiştir. Onlardan Abdullah b. Amr pek çok hadisi yazmış ve onun yazdığı hadis risalesi “Sadıka” ismiyle meşhur olmuştur. Peygamberimizin ahirete intikalinden sonraki dönemde ise Kur’ân’ın hadisle karışma endişesi kalmadığından hadis yazma işi çoğalmış sahabeler ve onların talebeleri olan tabiin çoklukla hadisleri yazma yönüne gitmişlerdir. Örneğin o dönemde tabiinden Hemmam b. Münebbih’in Ebu Hureyre’den yazdığı hadisler bu gün mevcuttur. Bilhassa hz. Ömer’in torunu olan Ömer b. Abdülaziz (h. 61-101) halife olduğunda bütün şehirlerdeki âlimlere hadislerin yazılması için emirler göndererek bu işi resmileştirdi. O dönemde tabiinden ibni Şihab Ez-Zühri’nin bu alandaki çalışmaları meşhurdur.[1] Daha sonra gelen âlimler ise hadislerin yazılmasını daha sistemli hale getirdiler.

  1. Ezber

Peygamberimiz her ne kadar Kur’ân’la karışır endişesiyle hadisleri yazmayı hoş görmemiş ise de, ezber konusunda hassasiyetle durmuş ve sahabeleri teşvik etmiştir. O dönemde zaten halkın ekseriyetinin ümmi oluşu, yazının yaygın olmayışı, zaruri olarak ezber üzerinde durmaya insanları sevk etmişti. Ayrıca peygamberimizin belagatlı söz söyleyişi, muhatabın durumlarına göre konuşması gibi durumlarda ezberi kolaylaştırıyordu.

Tabiin döneminde hadislerin yazılması yaygınlaşmakla beraber, ezber de beraberinde yürüdü. Hadis âlimleri ezbere büyük ehemmiyet verdiler, hadis ezberlemeyeni hadis alimi saymadılar ve ezber zayıflığını cerh sebebi saydılar. Ezber konusunda içlerinde harikulade şahıslar çıktı. Örneğin Kur’ân-ı Kerim’i sekiz günde ezberlemiş olan İmam Zühri: “Kalbime tevdi ettiğim ilimlerden hiç birini unutmadım. Hiçbir sözü, bir âlimin ağzından dinledikten sonra, bir daha tekrarlatmış değilim. Ezberlediğim hadislerden yalnız birisinde şüphe edecek oldum, onu da, ravisine sordum, ezberlediğim nasıl ise öyle çıktı” demiştir.

Emevi halifelerinden Hişam oğullarından birisi için, İmam Zühri’ye ezberinden 400 hadis yazdırdı. Bir ay kadar sonra Hişam: “O yazılar zayi oldu, onları yeniden yazdır” dedi; Zühri de yazdırdı. Her iki nüsha karşılaştırıldığında hiçbir fazla veya noksan olmadığı görüldü.

Ahmed b. Hanbel bir milyon hadisi ezberlemişti. Bu rakam olağanüstü bir rakamdır. Fikir vermesi için şöyle bir misal verelim: bu gün en geniş hadis koleksiyonu Kenzü’l- Ummal’dir ve bu kitap 16 cilt olup içinde 46 bin hadis vardır. 1 milyon hadis bu ölçüye göre 320 cildin üzerinde bir rakamdır. Ortalama bu kadar kitap üst üste konulduğunda 10 metre yüksekliği bulur.

İmam Buhari 17 yaşındayken 70 bin hadis ezberlemişti. Daha sonraları ise 500 bin civarında hadis ezberlemiştir.

Firuzabadi’nin hafızası da fevkaladeydi. Her gece 200 satır ezberlerdi. Kur’ân sayfalarıyla bu 15 sayfa civarındadır. İmam Müslim’in sahihini bir haftada ezberlemişti.

Hadis ilminde yüz bin hadisi sened ve metinleriyle ezberleyen hadisçiye “Hafız”, üç yüz bin hadis ezberleyene “Hüccet”, peygamberimizin bütün sünnetini hıfz ve ihata edene “Hakim” ünvanı verilmiştir.[2] Hadis âlimi Hafız Ez-Zehebi “Tezkiretü’l-Huffaz” adlı eserinde 1176 hadis hafızının hayat hikayesi vardır.

  1. Cerh ve ta’dil

Bilindiği gibi hadisler senet ve metin olmak üzere iki kısımdan oluşur. Metin peygamberimizin sözü, senet ise bu sözü nakleden şahısların, ravilerin isimlerinden oluşur. Cerh ve ta’dil ise bu hadis ravilerinin tenkidi ve değerlendirilmesi demektir. Hadis rivayetinde ravilerin araştırılması, değişik yönlerden değerlendirilmesi ve ona göre, hadislerin kabulü veya red edilmesi yalnızca İslâm dininde var olan bir özelliktir.

Hadis rivayet eden ravilerin değerlendirilmesi sahabe dönemi gibi çok erken bir dönemde başlamıştır. Tabiinin meşhur âlimlerinden İbn Sirin “Önceleri (hadis rivayetinde) sened sormuyorlardı. Ne zaman ki fitne çıktı, “(Hadis naklettiğiniz) adamlarınızın ismini bize söyleyin” demeye başladılar. Bakıyorlar ehlisünnet olanların hadislerini alıyorlar, ehli bid’anın hadislerini terk ediyorlardı” demiştir.[3] Tabii ki, hadisleri reddedilenler yalnızca ehli bid’a değildi. Hadis âlimleri ravileri tenkide tabi tutarken, bidatçı, fasık, yalancı, unutkan, ezberi kuvvetli olmayan, meşhur ve sahih rivayetlere muhalif rivayet edenler, kim olduğu bilinmeyen meçhul kimselerin de hadislerini almamışlar veya bu tür şahısların rivayetlerini tenkit etmişlerdir. Onlar, “sahih hadis” derken ravilerden Kur’ân ve sünnete son derece bağlı, ilmiyle amil, takva sahibi, güvenilir, zeki, hafızası kuvvetli olanların rivayetlerini kastediyorlar ve daha çok bu hasletlere sahip olanlardan hadis alıyorlardı.

Hadis usulü ilminde hadisin dereceleri, raviler ve ravilerin dereceleri, hadisin kimlerden alınıp, kimlerden alınmayacağı konusunda çok hassas ve titiz araştırmalar yapılmıştır. Sahabe, tabiin, tebeü tabiin ve daha sonraki dönemlerdeki hadis ravilerinin listeleri, hayat hikayeleri ve hadis rivayeti açısından durumları tesbit edilmiştir. Hadis ilminde “Tabakat” ve “Rical” kitapları olarak bilinen kitaplar telif edilmiştir.

  1. Mevzu Hadis alanında yapılan çalışmalar

Hadis âlimleri ravileri tenkid, sahih hadisleri tanıma ve elde etme konusunda büyük bir çaba sarfetmişlerdir. Bunun yanında mevzu yani uydurma hadis alanında da çalışmalar yapılmış, hangi alanlarda hadis uydurulduğu, kimlerin uydurduğu ve bu tür hadisleri tanıma yolları tesbit edilmiş, bu konuda geniş hacimli kitaplar telif edilmiştir.

Yapılan araştırmalar bu tür hadislerin ekseriyetle İslâm düşmanlığından, siyasi veya itikadi düşüncelerle, ırkçılık, mezhep ve fırka taassubu, şahsi çıkar ve menfaat sağlamak, hikâyeci vaizlerin halkı amele teşvik için uydurulduğunu ortaya koymaktadır.

Hülasa; peygamberimizin vefatını müteakip, sahabe ve tabiin döneminde hadislerin yazıya geçirilmesi ve hadislerin ezberlenmesi, hadis rivayetinde cerh ve ta’dil metoduyla ehil olmayanlardan hadis alınmayıp, zihnen ve ahlaken sağlam karakterli şahsiyetlerden hadislerin alınması, hadis uyduranların ve uydurma hadislerin tesbit edilmesiyle, sünnet bize sağlam yollardan intikal etmiştir.

 

[1] Bkz: Talat Koçyiğit, Hadis Usulü, s, 261 vd.

[2] Bkz: Asım Köksal, İslam’da iki Kaynak: Kitab ve Sünnet, s.229, Diyanet Vakfı y, 2005. Ankara

[3] Müslim, Mukaddime, 5.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum