Pervanelerin aşkı

Eskiden evlerimizi aydınlatmak için gaz lambaları kullanırdık. Hava karardığı zaman babam 7 numaralı gaz lambasını duvardan indirir, önce bir çubuğa sarılmış yumuşak bir bezle camını siler, sonra fitilini makasla düzgün bir şekilde keser, sonra da fitili tutuşturarak, duvardaki büyük çiviye itina ile asardı.

Bir müddet sonra lambanın etrafında küçük kelebekler belirirdi. Sıcak camın çevresinde hızla dönen bu küçük canlılar, biraz sonra kendini kaybederek kamikaze pilotları gibi lamba camının dar boğazından dalışa geçerlerdi. Ne var ki, fitilden çıkan ateş, zar kanatlı hayvancıkların kanatlarını kavurur, camın içine cansız uzanırlardı.

Hep düşünürdüm, "bu kelebekler göz göre göre kendilerini niye ateşe atıyorlar diye. Sonra anladım ki bazı şeyler için ateşe atılmak bir zevk ve saadetmiş. Anladım ki, pervane ateşe düşmeden önce, pervanenin içine ateş düşmüştür. Onlar da içlerindeki bu ateşi söndürmek için kendilerini ateşe atmaktadırlar. Tıpkı Kur’an Nuruna pervane olan Bediüzzaman Said Nursi gibi.

İngiliz Sömürgeler Bakanı Gladstone’nin, “Bu Kur’an Müslümanların elinde bulunduğu müddetçe, biz onlara hakiki hâkim olamayız. Ne yapıp yapıp, bu Kur’an’ı sükût ettirip ortadan kaldırmalıyız. Yahut da Müslümanları ondan soğutmalıyız” dediğini duyunca, Bediüzzaman’ın da ruhunda volkanlar kaynamaya başlar.

“Ben de Kur’an’ın sönmez ve söndürülemez manevî bir güneş olduğunu dünyaya ilân edeceğim” diyerek Kur’an güneşinin etrafında bir pervane olmaya karar verir. Artık hayatını iman ve Kur’an hizmetine adamıştır. Bu hizmeti ifa ederken, çekmediği cefa, görmediği eza kalmaz. Ama O bunların hiçbirisine aldırmaz. İnsanların imanını kurtarmak için kendini ateşe atmaktan hiç çekinmez. İman ve Kur’an hizmeti ne kadar çileli ve meşakkatli ise, o kadar da saadetli ve lezzetlidir.

“Kur’anımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa, cenneti de istemem, orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selamette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.”

Bazı insanlar bu ifadeleri anlamakta zorluk çekiyorlar. Kur’an aşkının, insan sevgisinin, fedakârlığın ve kahramanlığın bu kadarını idraklerine sığdıramıyorlar. Zaten onlar, Hz. Ebubekir’in “Yarabbi, benim bedenimi öyle büyüt ki, cehennemi tamamen doldursun, başka insanlar cehenneme girmesin” sözünü de anlayabilmiş değillerdir.

Başkalarını ateşten korumak için kendisini cehennemin alevleri içine atmaya razı olmak, Kur’an aşkının, insan sevgisinin, şefkat ve merhamet duygusunun zirve noktası olsa gerek. O noktaya ise ancak aşkın kanatları ile çıkılabilir. Bediüzzaman’ın Kur’an aşkı, pervanelerin ışığa olan aşkından daha aşağı değildi. Onun için cehennemin alevleri kendisine bir gül bahçesi gibi geliyordu.

Aşkı en güzel anlatan âşıklardan birisi de Yunus Emredir. Yunus Emre, “hamdım, piştim, yandım" diyerek aşkın aşamalarını anlatmıştır.

Aşk, ateşle imtihandır. Bu imtihanı başarı ile geçenler gerçek âşıklardır. Ateşi gördüğü zaman, “canım yanacak” diye ondan kaçanlar, hakikî âşık olmazlar. Bir pervane kadar yürek taşımayanların aşktan bahsetmeye hakları yoktur.

Pervane

Rabbim bana hayat verdi,
Cansız idim cana geldim.
Vücut verdi, nimet verdi,
Sonra bu cihana geldim.

Yolum uzun, yüküm ağır,
Tabiat kör, eşya sağır,
Dedi bir ses 'Hak'kı çağır'
Hak ismini anageldim

Arıyordum saadeti,
Buldum sonsuz bir serveti,
Attım fâni muhabbeti,
Bu aşk ile yanageldim

Aşkından oldum divane,
Gönül yıkık, kalp virane,
Nuruna oldum pervane,
Döne döne sana geldim.

Abdil Yıldırım

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.