Osmanlı Türkçesi Şûrâsının düşündürdükleri

Geçen sene Eylül ayında İsparta’da gerçekleştirilen Birinci Osmanlı Türkçesi Şûrâsından yaklaşık altı ay sonra Ankara ÇASGEM’de gerçekleştirilen İkinci Osmanlı Türkçesi Şûrâsına katılmak nasip oldu çok şükür.

Şûrâya katılan yüzlerce Osmanlıca öğreticisinin gözlerinde müşahede ettiğim parıltı, tarihimizle aramızdaki bağları tesis edeceğimiz o aydınlık geleceğin parıltısıydı belli ki.

Sayısal verileri öğrenince gelecek adına umutlanışımın haksız sebeplere dayanmadığını da anlamış oldum.

Hayrat Vakfı ile Milli Eğitim-Gençlik ve Spor Bakanlıklarının ortaklaşa verdikleri Osmanlı Türkçesi kurslarına 200 bini aşkın kursiyerin katılmış olduğunu öğrenmiştim çünkü.

Üstelik bu kurslar ilk günkü şevkle Türkiye’deki binlerce merkezde; dernek binalarında, yurtlarda, Gençlik Merkezlerinde, Belediyelerde, okullarda hatta TBMM’de bile ücretsiz olarak verilmeye devam ediliyordu.

Osmanlı Türkçesi kurslarının Avrupa’daki elçiliklerimizin ve ataşeliklerimizin desteğiyle DİTİB, ATİB, UETD gibi Türkiye merkezli oluşumların binalarında gerçekleştiriliyor olması da ayrı bir şükür sebebiydi.

Hayrat Vakfı tarafından Avrupa’da kurs vermeleri için eğitilen yüze yakın Osmanlıca öğreticisi, gurbetteki vatandaşlarımıza Osmanlı Türkçesini öğretmeye başlamıştı bile.  

Şûrâdaki konuşmaları dinlerken düşündüm. Birileri neden korkuyor bu kurslardan? Bu milletin geçmişiyle buluşmasını kimler istemiyor olabilir?

Bilhassa da Türküm diyen insanların Türkçe’nin bin yıllık bir dönemini temsil eden Osmanlı Türkçesinin öğrenilmesinden rahatsız oluşundan daha anlamsız bir şey olabilir miydi?

Japon’un Japoncadan, Çinlinin Çinceden nefret etmesi kadar saçma bir şey Osmanlı Türkçesi karşıtlığı!

Üstelik Osmanlıca sadece Türklerin değil, 600 yıl boyunca Osmanlı Devletinin sınırları içinde yaşayan onlarca halkın da ortak dili değil miydi?

Kürtler, Araplar, Boşnaklar, Ermeniler, Rumlar, Arnavutlar ve diğer Osmanlı toplulukları için Osmanlıca, bir kavmin dili olmaktan öte ortak bir iletişim diliydi, bir medeniyetin, bir kültürün, bir birlikteliğin diliydi.

Milletçe Osmanlıca kurslarına bu kadar ilgi gösterdik çünkü;

Bulgaristan’a hurda kağıt fiyatına satılan Osmanlıca belgelerimizi geri almak ve okuyabilmek istiyorduk artık.

Fâtih’in, Yunus Emre’nin, Kanuni’nin, Sultan Abdülhamid’in ve bizim için değerli binlerce tarihi şahsiyetin duygu ve düşünce dünyasına ilk elden, orjinalinden ulaşmak istiyorduk artık.

Tarihimizi okumak istiyorduk çünkü tarih yazmak istiyorduk aynı zamanda. Geçmişimizi öğrenmek istiyorduk çünkü geleceğimizin kurgusunun sadece bize ait olmasını istiyorduk.  

İbraniler, Hintliler, Yunanlar, Almanlar, İngilizler, Japonlar, Çinliler yüzlerce yıl önce yazılmış metinlerini okuyup anlarken, 40 yıl önce yazılmış mahkeme kayıtlarını ya da ilmi yazıları okuyup anlayamamak üzüyordu bizi çünkü.

Şimdi ise geçmişiyle yeniden buluşma şansını yakalayan milletimiz, Osmanlı Türkçesi kurslarının yaygınlaşmasını, Osmanlıcanın ilkokullarda ve ortaokullarda da öğretilmesini, hatta üniversitelerde Osmanlı Türkçesi Öğretmenliği bölümlerinin açılmasını istiyor.

Osmanlı Türkçesi Şûrâsında konuşulan diğer bir konu da Kürtçenin orijinal yazısının yani Kur’an kaynaklı İslami dönem alfabesinin yeniden keşfedilip öğretilmesi oldu.

Ortak bir medeniyetin iki kardeş unsuru olan Kürtler ve Türklerin alfabeleri de, ilmi-edebi terimleri de ortaktı geçmişte.

Bugün bu medeniyet ortaklığını yeniden ihya edecek çalışmaların gerçekleştirilmek üzere olduğunu öğrenmek beni mesrur etti gerçekten.

Osmanlı Türkçesi Şûrâsına katılan Milli Eğitim Bakan Yardımcısı Orhan Erdem’in konuşmasını dinlediğimde ise Osmanlı Türkçesi davasının bizzat devletimizin davası haline geldiğini de anlamış oldum.

Bölgesel hatta küresel bir güç olmak isteyen Türkiye, bunu sağlayacak bütün müşevvik unsurlarını harekete geçirmeye hazırdı artık.

Alevilerle, Kürtlerle ve toplumun ötekileştirilen bütün kesimleriyle arasını düzeltmeye çalışan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, siyah Türkleri de unutmamış, onların değerlerini de öz değerleri olarak benimsemişti.

Osmanlı Türkçesi ise geçmiş demekti, medeniyet demekti, hafıza demekti… İleriye, daha ileriye, muhteşem geleceğe ulaşmak için bin yıllık bir geriliş demekti Osmanlı Türkçesi.

İkinci Osmanlı Türkçesi Şûrâsında daha pek çok mevzu konuşuldu ve bu konuşulanlar zihnimde çok farklı düşüncelerin doğmasına vesile oldu.

Şunu iyice anlamıştım ki, millet olarak bütün değişim dönemlerinde olduğu gibi büyük bir karar vermiştik.

Bizi biz yapan bütün değerleri öğrenecek ve bu değerlere istinad eden yüksek bir medeniyeti inşa edecektik.

Osmanlıca bu değerlerden sadece birisiydi ama geleceğin inşası açısından en önemli kültürel mecburiyetimizdi.

O halde ihlasla, samimiyetle ve sadakatle; makam, kadro, menfaat kaygısı taşımadan sadece ve sadece Allah rızası için yürümeye devam edecektik.

İnsanlığın baharına; hakikate, saadete, barışa, birliğe, gerçek adaletin sonsuz ufuklarına doğru durmadan yürüyecek, her koldan yürüyecek, varışı düşünmeden sabırla yürüyecektik.  (OD)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum