İlkay KAYATÜRK

İlkay KAYATÜRK

Osmanlı ile Cumhuriyet ortasında

Kral Faruk, 1940’ların Mısır’ındaki tek otoritedir. Bir gün Prens Abdulmunim’in evinde gördüğü, duvarda asılı olan değerli bir kılıcı alıp götürmek ister. Bu kılıç Kanuni Sultan Süleyman’a aittir. (Abdülhamid, vaktiyle bu kılıcı devlet adına, Mısır Hidivi’ne hediye etmiş.) Genç bir kadın itiraz eder Kral’a.  Zinhar Vermem! der. Herkes şaşırır.  Bu sözleri söyleyen kadın, evin gelini, Prens Abdulmunim’in eşidir. Herhalde orada bulunanların “Aman Kral Hazretleri lafı mı olur, buyurun alın” demeleri beklenirken, asla alamazsınız diye Kral’a itiraz eden ve şimşekleri üzerine çeken bu genç kadın, son padişah Vahidettin ve son halife Abdülmecit’in torunu Fatma Neslişah Sultan’dır.

Osmanlı Hanedan defterine kaydı geçen son Osmanlı… Doğumu 121 pare top atışıyla kutlanan, adına sınırlı sayıda altın sikkeler bastırılan ve atalarının nüfus kayıtlarının bulunduğu Defter-i Hümayun’a, adı kaydedilen son Osmanoğlu... Hanedan’lık onun vefatıyla bitti. Geriye kalanlar sadece Osmanoğlu ailesi artık.

Vakti gelen gidiyor. Zamanını dolduran yerini bir başka şeye, yeniye bırakıyor elbet. Ama son doksan yılın sır perdeleri bir bir aralandıkça, yüzleştiğimiz şeyler nasıl bir oyunun içinde olduğumuzu da gösteriyor. Bu oyun, bizim milli oyunumuz. Susma ve susturma oyunu!

Şahıslara gereğinden fazla anlam yüklemek ya da ecdat perestlik değil niyetim. Ama…

İlkokuldan başlayarak, tahayyülümüzde bizi sömüren padişahı ve ailesini kimbilir kaç kere kovduk keyifle değil mi? Başları önünde, bu ülkeden, terü taze cumhuriyetimizden kovulan bir grup kan emiciler olarak düşünmedik mi onları?  Öyle hayal etmedik mi, marşlar söyler, andlar içerken. Padişah soyup soğana çevirmişti memleketi, yetmemiş düşmanla işbirliği içine girmişti, halife insanlara göz açtırmayan bir zalimdi neredeyse. Ya aileleri? sefahat düşkünü, bolluk içinde yüzen gamsızlardı.

Öyle miydi peki?

Vatanı sattıklarını! okuduğumuz bu insanlar gerçekte nasıldı? Oysa, yukarıdaki örnekte farklı bir resim çıkıyor karşımıza, bir krala dedesinin hatırasını bile vermeyen ( ki nitekim vermemiş) bir torun resmi.

Artık kapalı kapılar aralanıyor, mühürlü dudaklar açılıyor, kilitli kalemler yazmaya başlıyor. Doksan yılın bulanıklığı içerisinden, hakkaniyet ve vicdanın tecellileri yansımaya başlıyor.

Osmanoğulları da bunun örneklerinden biri.  Birkaç gün gibi kısacık bir sürede apar topar sürgün edilirler ülkeden. 155 aile mensubu yollara düşürülür. Mülklerine, varlıklarına el konulur. Oysa bugünkü belgelerden anlıyoruz ki, bu mülkler zaten onlara değil, Hazine-i Hassa’ya aittir. Eğer bir mücevher dahi takmaları gerekiyorsa protokol için, makbuz karşılığı izin alıp takabiliyor ve geri bırakmak zorunda kalıyorlar. Yaşadıkları mekanlar da yine şahıslarına değil Devlet-i Hümayun’a ait.

Fransa’ya, Mısır’a ve dünyanın değişik yerlerine dağılan aile mensupları zorluklar içinde hayatta kalmaya çalışıyorlar. Kimileri açlıktan, kimileri uğradıkları hakaretten hayatlarına son veriyor. Kimileri mezarlıkta bekçilik yapıyor, kimileri daracık, izbe evlerde yaşamaya çalışıyor.  Neslişah Sultan gibi nasipli olanlar ise soylu ailelere gelin gidip hayatlarını idame ettiriyorlar. Vahidettin’in kızı Sabiha Sultan, (Neslişah Sultanın annesi) sürgünde olduğu Fransa’da, vefat eden Müslüman kadınların cenazelerini yıkıyor. Ama babası Vahidettin’in naaşının olduğu tabut, haciz yüzünden kırk gün boyunca kaldırılamıyor. Vatan hasreti ve yoklukla geçen bu hazin yıllar boyunca hep susuyorlar. Zaten bizimle devam edemezdi, artık önemli olan Türkiye diyorlar. Ve hiçbir emperyal ailenin yapmadığını yapıp, siyasetten uzak duruyorlar. Bir geri dönüş intikamı, siyasi oyunlar veya halkın vefa duygusunu kışkırtıp, menfaat sağlamaya tenezzül etmeden sessiz kalıyorlar. Peki nerede o çocukluğumuzun öcüleri?

Cumhuriyet kurulurken, çirkin ve acımasız bir reddi miras yapıldı. Silinmeye çalışıldı Osmanlı izleri. Tarihimizin olduğu dilimizi kaybettik. Bugün dilini bilmediğimiz bir tarihimiz var. Bir camii, türbe veya herhangi bir tarihi eserimizin önündeki kitabeyi okuyamıyoruz eğer yanında bugünün diliyle açıklayıcı bir başka tabela yoksa. Geçmiş orada bize nasıl sesleniyor duyamıyoruz. Turistten daha çok turistiz mazimize.

Bir şehri tepeden seyrettiğimizde, son yüzyılımıza dair anlamlı bir siluet göremiyoruz. Bir mabede bakamıyoruz örneğin, bir sanatı temaşa edemiyoruz. Gördüklerimiz yine aynı mazinin hatıraları, camileri, anıtları!

Cumhuriyetimize, Osmanlı’dan ödünç alıyoruz kültürü, sanatı, estetiği. Yine ondan besleniyoruz, reddettiğimiz o mirastan yani.

Bir istiklal harbi sonunda, aradan neredeyse bir asır geçti. Ne kadar yol kat ettik? Hala örtbas edilenler, gizlenenler, bize dayatılanlarla boğuşuyoruz. Hala örtüleri hakikatlerin üzerinden kaldırmakla, yüzleşmekle meşgulüz.

Bir toprağı memleket yapan ruhu, maneviyatı yok etmeye kalktığınızda, irfanına, vicdanına musallat olduğunuzda kilit taşları çözülmeye başlıyor. Ne kadar baskılarsanız baskılayın. Kardeşlik bağları, birlik, beraberlik, hak, vicdan, insaf çözülüveriyor. Bizi bir arada tutacak olan ve bizi yine birbirimize hatırlatacak olan ortak dil maneviyatla konuşulur. Vicdan ve adaletle... Bu dili bulmaya, derdimizi birbirimize anlatmaya çalışıyoruz.

Cumhuriyetin anlamını, cumhuriyete hakkıyla verebilmek için en başa dönüp, düşünmek gerek belki de. Osmanlı ile cumhuriyetin ortasında durup, Bediüzzaman’ın yerdeki karıncalarının yolunu takip etmek... Bizi cumhuriyete o karıncalar götürecek.

Bugün, örneğin Vahidettin’in kızının bırakın sefahat içinde olmasını, dimdik bir Osmanlı resmi sergileyebilmek için, eskiyen elbiselerini ters yüz edip giydiğini biliyorum. Ve çocukluğumun hayallerindeki o yüzler başkalaşıyor. Başka birçok gerçekler gibi.

Duayla. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.