Örümcek ağında debelenen sinek gibiyiz...

Eğitim, bir toplumun geçmişten geleceğe yaptığı varoluş yolculuğunun zihnî ve rûhî, kültürel ve fikrî temellerini atan, yaratıcı ve kurucu beyingücü'nü yetiştiren en hayatî "sermaye"sinin dölyatağıdır.

O yüzden, eğitim meselesi, esaslı bir medeniyet fikri çerçevesinde ele alınarak anlaşılabilecek ve çözümlenebilecek çok yönlü, çok katmanlı bir meseledir.

Eğitim sorunlarına, medeniyet ölçeğinde yaklaşamayan toplumların eğitim meselelerini bir bütün olarak kavrayabilmeleri de, hâl yoluna koyabilmeleri de, dünyaya bilimde, sanatta, düşüncede, kültürde ve hayatın bütün diğer alanlarında esaslı, imajinatif ve gönendirici katkılarda bulunabilmeleri de imkânsızdır.


* * *
Türkiye'nin en hayatî meselesidir eğitim meselesi: Türkiye'nin bağımsızlığıyla ilgili bir meseledir bu: Geçmişine nasıl baktığıyla, geleceğini nasıl ön/gördüğüyle ilgili varoluşsal bir meseledir.

Eğitim faslında, izini sürmemiz gereken temel soru şu: Türkiye'nin bir Arşimet noktası var mı? Türkiye'nin, bütün farklılıkları kucaklayabilecek, üzerinde ittifak edilmiş kanatlandırıcı bir hedefe doğru emin adımlarla, topyekûn yürümesini sağlayabilecek bir Arşimet noktası yok, ne yazık ki.

Asıl ürpertici nokta şu, burada: Bu toplumun bir Arşimet noktası olup olmadığı meselesi bu ülkenin entelijansiyasının zihnini meşgul edebilecek bir mesele katına bile yükselebilmiş değil henüz. Bir ülkenin başına gelebilecek bundan daha büyük bir varoluşsal felâket olabilir mi?

Türkiye'nin bir Arşimet noktasının olmaması, Türkiye'nin, pergelini şaşırdığı, kendiyle, tarihî tecrübesiyle, kültürel dinamikleriyle ve medeniyet birikimiyle barışık olmadığı, bilakis kavgalı olduğu anlamına gelir.


* * *
Buraya kadar yaptığım teorik gözlemleri, somut örneklerle sınadığımda, bana hak vereceğinizi sanıyorum: Sözgelişi, Batı uygarlığı, Yahudi-Hıristiyan ve Grek-Roma temelleri üzerine kurulan, bu temeller üzerinde/n yürüyüşünü sürdüren bir uygarlıktır. Batı uygarlığına mensup toplumların istisnasız hepsinin eğitim sistemlerinin temellerini Batı uygarlığının bu iki temel kurucu aksı oluşturur.

Örneğin Amerikan eğitim sisteminin çimentosu, Yahudi-Hıristiyan ve Grek-Roma uygarlık fikri ve tecrübeleri üzerine atılmıştır. Neil Postman, Building a Bridge to the Eighteenth Century (2000) başlıklı kitabında şu hayatî tesbiti yapar bu bağlamda: "Amerika'da eğitim, Amerika'nın kuruluş safhalarında, neredeyse bütünüyle dinle irtibatlandırılarak inşa edilmişti" (s. 158). Ardından Postman, icatlar yapan bir bilim adamı vasfına sahip Franklin başta olmak üzere, Amerika'nın bütün "kurucu babalar"ının Amerikan eğitim sistemini, Yahudi-Hıristiyan ve Grek-Roma uygarlığının temelleri üzerine bina ettiklerine dikkat çeker. Ve Fransa'daki ortaöğretim kurumlarının üçte birinin Katolik okulları olduğunu söyler (s. 159).


* * *
Eğitim, bir ülkenin beyingücü'nü yetiştirir. Bu beyingücü, köklü ve muhkem temeller üzerine inşa edildiği zaman, toplum, kendiyle ve tarihiyle barışık, geleceğe emin adımlarla yürüyebilecek bir toplum olma imkânına kavuşur. İşte bu nedenledir ki, Türkiye'de bir üniversite'nin kampüsüne cami yapmak büyük ve yapay sorunların patlak vermesi için kâfidir; ama örneğin bir Chicago Üniversitesi'nde üç büyük katedralin, bir havra'nın ve -nefis, estetik- bir cami'nin bulunması son derece tabiî karşılanır.

Türkiye'nin eğitim sistemi, Amerika'da ya da diğer Batı ülkelerinde olduğu gibi, sağlam bir Arşimet noktasına sahip ve pergelin sabit ayağını hangi sarsılmaz temeller üzerine basacağını bilen, dolayısıyla beyingücü'nün imaginatif kaynaklarını harekete geçirebilen bir eğitim sistemi midir, peki?

Ne yazık ki, hayır. İşte bu nedenledir ki, Türkiye'de, derin nefes alabilen, bu ülkenin -Kur'ân'ın üflediği ruhla hayat bulan- medeniyet burçlarını, entelektüel ufuklarını, kurucu şahsiyetlerini ve temellerini özümseyen ve harekete geçirebilen bir beyingücü yetiştiren köklü bir eğitim sisteminden değil, aksine, bütün bu burçları yıkan, ufukları yok eden, kurucu şahsiyetleri yoksayan bir beyingöçü yaşatan, Arşimet noktasını yitirmiş, pergelini şaşırmış, tastamam örümcek ağında debelenen bir sineği andıran şizofrenik bir eğitim sisteminden sözediyoruz yalnızca.

Çocuklarına bizim medeniyetimizin temellerini atan Yunus'ların, Mevlânâ'ların, İbn Arabî'lerin, Sinan'ların, Itrî'lerin, Fuzûlî'lerin, Şeyh Galiplerin de; başka medeniyetlerin Konfüçyüs, Buda, Eflatun, Descartes, Kant, Hegel, Heidegger gibi burçlarının da hiçbir anlam ifade etmediği, hiçbir şey söyleyemediği, ruh üfleyemediği bir eğitim sistemi, örümcek ağında debelenip duran bir sineğin hâl-i pür melâlini andıran örümcek kafalı, ruhsuz, ufuksuz, kimliksiz, pergelini şaşırmış bir eğitim sistemi değil de nedir acaba? Böyle bir ülkenin kültürel ve entelektüel bağımsızlığından sözedebilmek nereye kadar mümkündür, birisi çıksın da söylesin bana!

Yeni Şafak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.