Orhan Okay Hocamız darı uhraya göçtü

Hocamız ircii emri celiline inkıyad eyleyip icabet eylediler, darı uhraya. Yavuz Sultan Selim’in hayatını bir sinema gibi anlatır, Yahya Kemal ünlü şiiri Selimname’sinde. Ben o şiirin büyük cihangiri anlatan ölüm kısmını buraya aldım. Herkes okurken bahisleri sayın Hocam Orhan Okay’a adapte edebilir mi edemez mi orasını düşünmem ama çağrı çağrıdır.

Rıhlet 1520
Bir gün çalındı nevbet-i takdir rıhlete
Ukbada yol göründü Hüda’dan bu davete.

Bir gün Orhan Okay Hocama öteye göçün davetiyesi sunuldu, nebvet-i takdir sırası ona gelmişti. Ve o zarif beyefendi, itidal ve onur sahibi, kalemi ile bir cihangirin ülkeleri kılıç ile fethettiği gibi insanların kalbini bu büyük milletin edebiyatına, düşünce, ruh ve hayal alemine çağırdı. Bugünün savaşları böyleydi. Fakültede köylü bir ana ve babadan birden edebiyat okumak için onu dinlemeye başladığımda bir kavak ağacının hızarın altına girdiği gibi kendimi hissettim. O kadar yüksek bir ironi tabakasından konuşuyordu ki uzun süre ona kulağımı vermek ve anlamak istedim. Zamanla rahlesinde ateşte kızaran ve şekillenmeye müsait olan demir gibi ruhumuz biçimlenmeye başladı. Hele gülmesi hiç yüksek frekanslı değildi, hiç kimse onun gibi gülemezdi, gülmesi de itidaldi.

Öğrencilik yıllarında hayalimde böyle bir insan olmak çekirdeği konmuştu nedense. O yıllar sadece dinledik, okul bittikten sonra yüksek lisans yapmayı düşündüm. Ahmet Kutsi Tecer’i tez olarak almıştım. İstanbul’a gittim merhum şairin eşi Meliha Tecer’i buldum bana şairin metrukatı ne varsa getirdi, ortaya doktora tezi gibi bir çalışma çıktı.

Hocam benim araştırmacı olabileceğime dair bir şeyler hissettirdi, ben de zaten öyle düşünmüştüm. Orhan Beyefendi hocam tezimi beğendi. Arkasından doktora yıllarım geldi, galiba ben ilk doktora öğrencisiydim. İstanbul’da beş yıl durmadan gidip gelip çalıştım. Yazdığım metinlerin müsveddelerinde kaleminin üzerini çizip yerine yeni ifadeler koyduğu kağıtları hala saklarım. Nabizade’nin şiirine altı ay çalışmıştım. Beğenmedi bir altı ay daha çalıştım. Şimdi altı ayda doktor daha sonra yardımcı doçent akabinde doktora yönetiyor bizim yeni yetme araştırmacılar.

Bana başta sabrı ve beklemeyi ve özümsemeyi öğretti, kapısında beklerdim. Yarım gün geçer sonra “gelebilirsin Himmet“ derdi. Konuşurduk, çalışmamı ben okurdum o gerekli gördüğü yerlerde eklemeler yapar eleştirirdi. Bir okuldu her şeyi ile.

Erzurum’a Mehmet Kaplan gibi bir insan lise öğretmeni olarak gelir. Bu kültür felsefesine inanan bir yeni devrin yansımasıdır. Daha sonra üniversite kurulunca Mehmet Kaplan Hocam üniversiteye geçer. Orhan Bey Efendi hocam, İstanbul’dan Erzurum’a asistan olarak gelir. Mehmet Kaplan‘la Erzurum’da bir devir, dünya açılır. Üniversitemiz, gerçekten bir hücre-i talim olur. Kaya Bey, o hep maverada gibi yaşayan adam hocam ve diğerleri ile başbaşa verir, ülkeye büyük milletin edebiyatını yansıtırlar. Haluk Bey o da başka bir dünya idi, o da başka bir itidal ve ahenkti. Çayı buz gibi yaptıktan sonra içer sizin ayakta durduğunuzu farkedince “yer senden kuvvetli otursana“ derdi. Biz hocalarımızın huzurunda pat diye oturamazdık, onlar izin verirse, fark ederlerse oturabilirdik.

Orhan Bey hocam İstanbul’a gittiğimde Mehmet Kaplan’a uğramamı söylemişti. Gittiğimde bana Wellek’in Edebiyat’ın Teorisi kitabının İngilizcesini, Enderun kitabevinden almamı söylemişti. O kitap o zaman bir yeni dünya idi, tercümelerini getirmiş fakültede hocalara dağıtmıştım. Kaplan Hoca’nın çizdiği program çok da uygulanmış olmadı. Orhan Beye felsefe okumasını söylemişti, bana da felsefe okumamı özellikle muhafazakar ve muvahhid bir batılı olan kitabı basımdan kalkmış şahsın kitabını tavsiye etti. İstanbul’da aradım bulamadım, daha sonra çoğaltılmış nüshasını almıştım. Kitabı Vehbi Eralp çevirmişti. Bana estetik okumayı tavsiyenin ötesinde söyledi ve okuduğum bazı kitapları birlikte yorumladık, hatta karşı bir estetik olan Marksist Estetiği okutmakla dar bir koridorda gitmemi engelledi. Orhan Bey ufuk adamdı. Klasik Türk edebiyatı algısını değiştirmek istedi. Ama bu büyük milletin edebiyatı estetik, sanat felsefesi, felsefe tarihi, yorum bilim, kelam ve tefsir gibi başka bakış açıları ile zengin yorumlanmalıydı, o da öyle yaptı.

Erzurum‘da daha sonra Türkiye’nin başka üniversitelerine yayılan ufuk adamlar yayıldı. Kimi Halk edebiyatını kimi Divan Edebiyatını yeni gözle yorumladılar. Mustafa İsen gibi ufuk adam, hami insanlar meydana çıktı. Bütün bunlar Erzurum’un mayasından ileri geliyordu. Kazım Karabekir nasıl milli mücadelenin tohumlarını Erzurum’da atarsa, hocam ve benzerleri de edebiyatımızın zarifane nesillere intikalini sağladılar.

Efe’nin “Erzurum kilid-i mülk-ü İslamın“ demesi bu idi. Milli mücadele ve edebi mücadele bu büyük şehirde tezgaha konmuştu. Varlığın maverasında ruhlar besliyordu bu şehri. O ruhlar Mehmet Kaplan, Kaya Bilgegil, Orhan Okay, Mustafa isen gibi ruhları çağırmışlardı. Erzurum’da üniversite açılınca öğrenciler büyük oranda din dışı kişilerdir. Mehmet Kırkıncı Hoca Bediüzzaman’a mektup yazar ve üniversiteyi şikayet eder, “burası bizden kopmuş” der. Bediüzzaman “orası benim üniversitem olacak“ der. Bütün bunlar Erzurum’un medarı iftiharı tablolar. Ateizmin rüzgarı estiği bir dönemde bu sözü söylemek nasıl bir şey?

“Doldukça doldu gözleri eşk-i firak ile
Kudretli padişah veda etti millete
Tevhid maksadıyla geçirmişti ömrünü
Refetti armağanını dergah-ı vahdete.”

Hocam güzel şeyler yaptı, çünkü güzel adamdı. Zerafet ve edeb sembolü idi. Allah (cc) “inna caalne ma alel ardi, ziyneten leha, liyeblüvehüm eyyühüm ahseni amela. Ben dünyayı süslü yarattım ta ki siz de daha güzel şeyler yapasınız diye” buyuruyor. Hocam da güzel şeyler yaptı ve gitti. Şimdi ahirette onun suladığı ağaçlar, çiçekler, uhrevi meyveler şeklinde önüne konur ne kadar mutlu olur.

“Rayatı gölgesinde feda-yı hayat eden
Ervaha pişdar olarak girdi Cennet’e
Yekser riyaz-ı huld-i berin oldu cilvegah
Her cengden getirdiği binlerce rayete
Didar-ı Fahr-i Alem’i görmekti  gayesi
Gark-ı huşu çıktı Risalete
Alnından öptü fahr ederek Fahr-i Kainat
Şabaş  sundu sarf edilen bunca himmete.”

Hocamız “ahir zamanda harpler harflerle olacak“ diyen büyük Nebinin hitabı gereği harflerle mücadele etti ve bize gücümüz nisbetinde öğretti. Sağolsun var olsun. İnşallah onu da Fahri Kainat (asm) alnından öper.

“Divan-ı Hak’ta mağfiret-i Girdigar’dan
Şayetse gördü cürm ü günahın şefaate
Dur olmasıyla böyle büyük bir padişahtan
Gark oldu nas matem-i bihadd-ü gayete.
Yer yer misal-i bid-i hazan oldu tuğlar
Sultan Selim’e girye künan oldu tuğlar.”

Nedim, “İstanbul’un evsafını mümkün mü beyan hiç, maksud sadr-ı keremkara senadır” diyor. Ben de uçaktan indim bir mekanda gece saat dörtte bu yazıyı yazdım. Bu şiirde Yavuz Sultan Selim Hazretlerinin rıhletinin epizodu anlatılır, biz de hocamızı o temenni ile ahirete uğurluyoruz.

Uğurlar olsun hürmetamiz hocam, mekanın cennetül Firdevs olsun. Bütün edebiyat camiasının, özellikle ailesinin, çocuklarının, başı sağ olsun, ülkenin başı sağolsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum