Onuncu Sözde anlatıcı

Kurmaca veya tahkiye türü eserlerde bütün metin boyunca bir anlatıcı vardır. Anlatıcılar farklı şekillerde isimlendirilirler. Bediüzzaman hem olayın dışında hem de olayın içinde bir anlatıcıdır.

Haşir Risalesinde iki şahıs vardır, biri haşir itikadına inanmak istemeyen diğeri de onu ikna etmeye çalışan şahıs. Bediüzzaman bu iki şahsın dışında durduğu zamanlar bir karakter anlatıcı değil, hakim bakış açısı kullanır. Girişteki anlatıcı bu tip bir anlatıcıdır. “Bir zaman iki adam, Cennet gibi güzel bir memlekete  gidiyorlar. Bakarlar ki  herkes ev, hane, dükkan kapılarını açık bırakıp  muhafazasına dikkat etmiyorlar. Mal, para meydanda sahipsiz kalır. O adamlardan birisi her istediği şeye elini uzatıp ya çalıyor, ya gasbediyor. Hevesine tebaiyet edip bir nevi zulmü, sefaheti irtikap ediyor. Ahali de ona çok ilişmiyorlar. Diğer arkadaşı ona dedi ki; Ne yapıyorsun? Ceza çekeceksin, beni de belaya sokacaksın.”

Burada anlatıcı her iki şahsı belli bir anlatıcı mesafesinden gören ve onların tavırlarına göre onları anlatan anlatıcıdır. Anlatıcı iki adamın dışındadır, onların ne yaptığını görür ve ona göre yazar. Konuşmaları yönetir, onların dilinden anlatır.
Anlatıcı yorum yapan bir anlatıcıdır, kişisini suçlar. “Fakat o sersem inad edip dedi!” Yanlış düşüneni sersem ve inatçı olarak ifade eder. Daha sonra ona yine sersem der. Devamında ona “hain sersem” der. Tavrını “Temerrüd” olarak ifade eder. Diğer arkadaşın adı ise “emin arkadaş”tır. Burada olayın dışında kalmakla birlikte yorumcu, anlatıma zaman zaman dahil olan bir anlatıcıdır. Kötü adamı suçlayıcı bir dil kullanır. Ama objektif kalır, yani kişilerini bağlayıp sadece kendi konuşmaz, kahramanlarına bağımsızlık verir. Olayı onlarla idare eder.

Eserde anlatıcı rolünü emin arkadaş üstlenir, bütün suretler boyunca anlatıcı emin arkadaştır. Bu şahıs gözlemci, gözlemlere bakıp diğer arkadaşını düşündürmeye çalışan bir dil kullanır. Dünyayı, olayları, insanları, canlıları gören ve onların ahiret inancına göre duruşlarını izah eden geniş perspektifli bir anlatıcıdır. Bu aslında Bediüzzaman’dır ama burada kahramanının kimliğine bürünmüştür. Onunla birlikte sürekli bakarlar, ona bakmasını öğretir. Anlatım boyunca zaman zaman emin arkadaş arkadaşına “senin gibi sersemler” diye hitap eder.

Bediüzzaman bütün eserlerinde bir eğiticidir, en başta vermek istediği olayları bakmak ve görmek bilincidir. On iki surette bütün dünya emin arkadaşın gözlem perspektifi içindedir.

Anlatım öğeleri içinde padişah vardır, bütün eylemleri yapan yöneten odur. Bu Allah’a tekabül eder. Bazan padişah “misilsiz zattır.” Mekan olan bir memleket vardır. Padişahın memleketi orada görülen olaylar izah edilir. “Yahu şu görünen memleket bir manevra meydanıdır.” Bir başka yönden mekan “sanayi-i garibe-i sultaniyenin meşheridir.” Bir başka yönden “Muvakkat temelsiz misafirhanelerdir.” Bir hükümet vardır anlatım içinde buna “hikmet-i hükümet“ der. Hikmet ve adaleti olan bir padişah ve hükümettir. Mekan bir yönü ile sergidir. Bir başka yönden bir misafirhanedir. Eserde Padişah Allah’tır onun özellikleri ayrıntılı anlatılır. Bütün alem sergi, ilan ve dellallar ile doludur. Anlatıcının anlatım ve gözlem alanına şahıslar, olaylar ve mekanlar girer, özellikle olay yorumları yoğunluktadır. Eserde anlatıcı çok geniş bir olaylar, insanlar ve mekanlar dizisi kullanır.

Emin arkadaş olayları takip eder, yorumlara itiraz etmez, anlatıcı karakter ona artık “arkadaş“ der. O artık kabullenmiştir. Anlatıcı onu anlata anlata, göstere göstere, yorum yapa yapa eğitmiştir.

“Şimdi ey arkadaş. Söz senindir, söyle. Ne diyorsan de.
“Ben ne diyeceğim, daha buna karşı bir şey denebilir mi? Gündüz ortasında güneşe karşı söz söylenir mi? Yalnız derim ki Elhamdülillah. Yüzbin defa şükür olsun ki  vehim ve heva tahakkümünden, nefis ve heves eseretinden kurtulup daimi hapis ve zindandan halas oldum ve inandım ki, bu karmakarışık kararsız misafirhanelerden  başka kurbu şahanede bir diyar-ı saadet vardır, biz de ona namzediz.”

Hain ve mütemerrid arkadaş artık inanmıştır. Ama anlatıcının işi bitmemiştir. Seçtiği iki şahsın alanını genişlendirir, onları birer kişi olmaktan çıkarır, kötülükleri emreden nefis ile kalbi temsil eden, Felsefe ile Kur’an’ı temsil eden iki kişilik, Müslüman ümmeti ile küfür milletini temsil eden iki kişilik olarak ortaya koyar.
Anlatıcı diğer arkadaşının inanç alanını  büyütür ortaya bir peygamber bahsi dahil eder. Mutlak nübüvvet ile peygamberimizi anlatır. Sorun kabulsüzlük meselesi gittikçe büyür. Haşir meselesi diğer imani meseleler ile birlikte anlatılır, ama haşir penceresinden. Bediüzzaman inançsızlığı muhtelif şubeleri olan bir duruma getirir, şubeleri tek tek yorumlar, şahsın dünyasını, itikad ve varlığı anlamlandırma çabasını genişletir.

Anlatıcı on iki hakikatta çok daha geniş bir perspektif kullanır. Esma okumaları tarzında ahirete giden on iki büyük yol açar ve yolların keyfiyetini ve ne şekilde ahirete açılan kapılar olduğunu anlatır. Anlatıcının anahtar kelimesi mümkün kelimedir. Dördüncü işarette dört yerde birbirine kuvvet verir tarzda mümkün kelimesinden hareket eder. Allah’ın fiili ile ahiretin imkanını sorgular. Bunlara on iki hakikatte on iki “hiç mümkün müdür ki” cümlesini ilave eder. Esmanın mutlaklığı ile eylemin sınırlılığı arasındaki tezadı gösterir ve mümkün kelimesinden doğan tezadı belli eden cümleyi kullanır ve ahiretin varlığına gider.

Anlatıcı mümkün kelimesinin bahislerin başına koyar, arkasından esmanın mutlaklığını anlatır esas cümle ile, onun arkasından esmanın dünyadaki örneklerini verir, akabinde esmanın görüntülerinden mutlak isimlere gider ve ahireti isbat eder.
Burada da bak fiilini özellikle kullanır. Bütün gözlemler ve kelimeler bakmak, görmek, düşünmek, üzerinde oluşturulur. Gözlem ve muhakeme, yorum ve sonuç anlatıcının en önemli anlatım unsurlarıdır.

Arkadaşı oldukça mesafe almıştır, artık onu suçlamaz, daha kibar ifadeler kullanır. “Hem anlarsın ki” der. “Hiç kabil midir ki” der. “Acaba”, “fehmettin ise” der.
Sonra birkaç isim ile anlattığı haşir hakikatını bütün esmaya nakleder.

“Geçen hakikatlerden anlaşıldı ki, haşir meselesi öyle râsih bir hakikattir ki, küre-i arzı yerinden kaldıracak, kırıp atacak bir kuvvet o hakikati sarsamaz. Zira, o hakikati Cenâb-ı Hak bütün esmâ ve sıfâtının iktizasıyla tesbit ediyor. Ve Resul-i Ekremi bütün mucizat veberâhiniyle tasdik ediyor. Ve Kur’ân-ı Hakîm bütün hakaik ve âyâtıyla onu ispat ediyor. Ve şu kâinat bütün âyât-ı tekvîniye ve şuûnât-ı hakîmânesiyle şehadet ediyor. Acaba hiç mümkün müdür ki, haşirmeselesinde Vâcibü’l-Vücud ile bütün mevcudat -kâfirler müstesna olarak- ittifak etmiş olsun; kıl kadar kuvveti olmayan şüpheler, şeytanîvesveseler, o dağ gibi hakikat-i râsiha-i âliyeyi sarssın, yerinden kaldırsın? Hâşâ ve kellâ!”

Bediüzzaman’ın kullandığı anlatıcı tarzı bütün edebiyat nazariyelerini altüst edecek kadar grift bir anlatıcıdır. Zola, Balzac, Stendhal, Flaubert gibi anlatım sanatının devleri ona hayran olurlar. Onlar dünyanın dar duvarları ile bile değil hayatın maddi ve süfli hayatın dar sınırları içinde kalmış anlatıcılardır. Bediüzzaman ise bütün zaman ve mekanları, varlığın bütün tabakalarını, insanlık ve dinler tarihini içine alan bir zenginlikte düşünür.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.