Onlar yeryüzünde Allah’ı âciz bırakıcı kimseler değillerdir

Onlar yeryüzünde Allah’ı âciz bırakıcı kimseler değillerdir

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Hûd Sûresi 18-24. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

18-Hem Allah’a yalan söyleyerek iftirâ edenden daha zâlim kim olabilir? İşte onlar (kıyâmet günü) Rablerine arz olunacaklar ve (kendileri aleyhine) şâhidler (olarak melekler, peygamberler ve kendi uzuvları da): “İşte Rablerine karşı yalan söyleyenler bunlardır!” diyecek. Dikkat edin! Allah’ın lâ‘neti o zâlimlerin üzerinedir!

19-Onlar ki, (insanları) Allah yolundan men‘ ederler ve ona (o yola) eğrilik (bulmak) isterler.(*) Ve onlar, âhireti inkâr edenlerin ta kendileridir.

20-Onlar yeryüzünde (Allah’ı) âciz bırakıcı kimseler değillerdir ve onların Allah’dan başka, (kendilerini kurtarabilecek) hiçbir dostları yoktur. (Âhirette) onlara azab kat kat artırılır. Çünki (kendilerine anlatılan hakikatleri) ne (tahammül ederek) dinleyebiliyorlardı, ne de görebiliyorlardı.

21-İşte onlar kendilerini hüsrâna uğratanlardır ve uydurmakta oldukları şeyler (o hesab günü) kendilerinden uzaklaşmıştır.

22-Hiç şüphesiz, doğrusu onlar, âhirette en fazla hüsrâna uğrayanlardır.

23-Muhakkak îmân edip sâlih ameller işleyenler ve Rablerine gönülden boyun eğenler var ya, işte onlar Cennet ehlidirler. Onlar orada ebedî olarak kalıcıdırlar.(**)

24-Bu iki zümrenin (mü’minlerle kâfirlerin) hâli, kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir. Hiç bunlar misâlce birbirine eşit olurlar mı? Artık ibret almaz mısınız?

(*) “Kâinâtı idâre eden İlâhî kānunların şuâ‘larını (ışıklarını) ve insan âlemindeki o hakāikın (hakīkatlerin) düsturlarını süflî hevesâtlarına (alçak heveslerine) ve müştehiyâtlarına (nefsî isteklerine) müsâid görmediklerinden, hâşâ sümme hâşâ (aslâ, öyle değil!), o İlâhî kānunlarda ve düsturlarda eğrilik, yanlış ve noksan bulmak istiyorlar.” (Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 1. Şuâ‘, 89)

(**)“Lezzetin hakīkī lezzet olması, ancak zevâl görmeyerek (sona ermeyerek) devâm eden lezzetlerdir. Zîrâ, elemin zevâli lezzet olduğu gibi, lezzetin de zevâli elemdir, hattâ zevâlin tasavvuru (düşünmesi) bile elemdir. Evet, bütün mecâzî (İlâhî olmayan) aşkların âh u enînleri (âh edip inlemeleri), feryâd ü figanları (bağırıp ağlamaları), bu kısım elemdendir ve onların bütün dîvanlarında (şiirlerinde) yaptıkları ağlamaları, vâveylâları (feryadları), hep mahbublarının (sevdiklerinin) firâk (ayrılık) ve zevâllerini tasavvur etmelerinden neş’et eden (meydana gelen) elemdendir. Evet, pek çok muvakkat (geçici) lezzetler vardır ki, zevâlleri dâimî elemleri intâc ettiği (netîce verdiği) gibi, çok elemlerin de zevâli, leziz lezzetlere bâis (sebeb) olur. Lezzet ve ni‘met ise, devâm etmek şartıyla lezzet ve ni‘met sayılabilir.” (İşârâtü’l-İ‘câz, 198-199)