Onlar ellerini peygamberlerin ağızlarına götürdü

Onlar ellerini peygamberlerin ağızlarına götürdü

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), İbrahim Sûresi 8-12. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

8-Mûsâ yine dedi ki: “Eğer siz ve bütün yeryüzünde bulunanlar, nankörlük ederseniz, artık şübhesiz ki Allah, elbette Ganî (hiçbir şeye muhtaç olmayan)dır, Hamîd (hamd edilmeye hakkıyla lâyık olan)dır.”

9-Sizden öncekilerin, Nûh, Âd ve Semûd kavminin ve onlardan sonrakilerin haberleri size gelmedi mi? Ki onları(n gerçek mâhiyetini) ancak Allah bilir. Peygamberleri onlara apaçık delillerle geldi de (onlar) ellerini (peygamberlerin) ağızlarına götürüp (onların teblîğine dahi karşı çıkarak): “Doğrusu biz, kendisiyle gönderildiğiniz şeyleri inkâr ettik ve gerçekten biz, bizi kendisine da‘vet etmekte olduğunuz şeyden kuşku veren kesin bir şübhe içindeyiz” dediler.

10-Peygamberleri dediler ki: “Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şübhe olur mu?(1) (O,) günahlarınızın bir kısmını(2) sizin için bağışlamak ve sizi(n ecelinizi) belirli bir vakte kadar ertelemek için sizi (îmâna) da‘vet ediyor (tâ o vakte kadar size mühlet veriyor).” (Onlar) dediler ki: “Siz de ancak bizim gibi bir insansınız. Bizi atalarımızın tapmakta olduklarından men‘ etmek istiyorsunuz; öyle ise bize apaçık bir mu‘cize getirin!”

11-Peygamberleri onlara dediler ki: “(Evet) biz de ancak sizin gibi bir insanız; fakat Allah, kullarından dilediğine lütufta bulunur. Hâlbuki Allah’ın izni olmadıkça, size bir mu‘cize getirmemiz, bizim için mümkün değildir. O hâlde mü’minler, ancak Allah’a tevekkül etsin!”

12-“Hem bize yollarımızı dosdoğru göstermişken, neden Allah’a tevekkül etmeyelim? Bize yaptığınız eziyetlere de mutlaka sabredeceğiz. Tevekkül edenler ise, artık ancak Allah’a tevekkül etsin.”

(**) “Şu âyet-i kerîme, istifhâm-ı inkârî (olumsuz soru) ile ‘Cenâb-ı Hakk hakkında şek (şübhe) olmaz ve olmamalı!’ demekle, vücûd ve vahdâniyet-i İlâhîye (Allah’ın varlık ve birliği), bedâhet derecesinde (apaçık) olduğunu gösteriyor.” (Lem‘alar, 23. Lem‘a 185)
“Mâdem şu kâinât ve mevcûdât var ve içinde ef‘âl (fiiller) ve îcad (vücud verme) var. Hem mâdem muntazam (intizamlı) bir fiil, fâilsiz (onu yapan olmadan) olmaz. Ma‘nîdar bir kitab, kâtibsiz olmaz. San‘atlı bir nakış, nakkaşsız olmaz. Elbette şu kâinâtı dolduran ef‘âl-i hakîmânenin (hikmetli işlerin) bir fâili (yapanı) ve yeryüzünün mevsim be mevsim tâzelenen hayretfezâ (hayreti arttıran) nukuşlarının (nakışlarının), ma‘nîdar mektûbâtının (ma‘nâlı mektublarının) bir kâtibi, bir nakkāşı vardır.” (Sözler, 31. Söz, 243)
Allah’ın varlığının isbâtı için, bakınız; (Asâ-yı Mûsâ, 11. Hüccet-i Îmâniye, 191; Tılsımlar, 22. Söz, 45; Lem‘alar, 23. Lem‘a, 185; Mektûbât, 33. Mektûb, 310; Şuâ‘lar, 7. Şuâ‘, 93; Mesnevî-i Nûriye, Nokta Risâlesi, 219)

(**) Burada geçen “günahlarınızın bir kısmını” ifâdesi, kul haklarının değil, sâdece Allah’a karşı işlenen günahların affedileceğine işârettir. (Beyzâvî, c. 1, 514)