Öncesi gibi

İmana talip hizmetler, en büyük değere, en büyük devlete talip olmuşlar demektir.
Başkaca arz ve tekliflerin onlar katında tercih ettirici bir yanı, cezp edici bir tarafı olamaz, olmamalı; bulunamaz, bulunmamalıdır.

"Gel seni başımıza kral yapalım. En zenginimiz ol, mallarımızı sana sunalım. Yöremizdeki en soylu, en zengin kadınla seni nikâhlayalım" bu ve benzeri teklifler, davasından vazgeçmek kaydıyla, İki Cihan Peygamberi'ne daha işin başında yapılmadı mı? En çok sevdiği ve saydığı amcası Ebu Talib'in hatırı baskı unsuru olarak kullanılmak istenilmedi mi? Bunlardan bir netice elde edilemeyince, sırasıyla alay etmek, hakaret etmek, fiili saldırıda bulunmak, toplumdan soyutlamak, memleketinden çıkarmak gibi barbarlıklar reva görülmedi mi?

Evet, bütün bunlar ve daha kötüleri oldu, yapıldı fakat Allah Resulü'nün tavrında zerre kadar değişiklik, taleplerinde zerre kadar başkalaşma olmadı, görülmedi. O asla, ne işin başında, ne işin ortasında ne de işin sonunda dünya avına benzer bir yaklaşımda, bir davranışta bulunmadı. Dünyaya yenik düşmedi, dünyalıklara meyletmedi. Daim imanı her şeyin üstünde gördü, insanların iman etmiş bulunmasını bütün değerlerin önüne çekti.

Sabrettiyse, bu neticeye ulaşmak için sabretti. Çile çektiyse, çilesini böylesi bir neticeye ilmekledi. Savaştıysa bu netice uğruna savaştı. Fethettiyse, kalpleri, gönülleri, akılları, yerleri bu gaye için fethetti.

Cümlesine hep aynı değeri biçti: "Bir kişinin sizin vesilenizle hidayete ermesi, yeryüzü dolusu kızıl deveyi Allah yolunda infak etmekten daha hayırlıdır" buyurdu. Hidayetine vesile olunacağın ayrıca kimliğini sorgulamadı. Zengini-fakiri, genci-yaşlıyı, güzeli-çirkini, Arap'ı-Acem'i, kadını-erkeği, dinliyi-dinsizi bir tuttu. Yeryüzünü bütünüyle mescit kabul ettiği gibi, her insanı da ümmetinden olmaya namzet bildi. Ve bizlere işte böylesine geniş, böylesine zengin bir hedef gösterdi...

O'nun, "Güneşi bir omzuma, ayı diğer omzuma koysalar, vallahi bu davadan vazgeçmem" diye haykırışı bütün ömründe, bütün ömürlerde aynı şekilde yankılandı. Davasının varisleri hep onun sesinin, sedasının şekillenmiş yankısı oldular. Halleriyle öyle oldular, ahlaklarıyla öyle oldular, ülküleriyle, ülkülerine hayat veren istikametleriyle öyle oldular. Girdikleri bu yüce bezimde, ilk sözü hep iffet gibi korudular, sürçmediler, eğilmediler, düşmediler.

İmam Azam, iç siyasetlerini doğru bulmadığı bir devlete kadı olma teklifini reddetti. Hapse atıldı, kırbaçlandı, dövüldü, hakarete uğradı, ne ki hiçbir caydırıcı müeyyide onu doğru bildiğinden çevirip eğriltemedi. Kendisini zulme alet ettirmedi. Ehli beyte uygulanacak haksızlıklara iştirak gibi bir zilletle saf ve duru mahiyetini kirletmedi. Belki dünyası karardı ama ahireti yeni doğmuş güneşin turfanda ışığıyla hep apak kaldı.

Ahmed bin Hanbel, Kur'an'ın bir meselesine canını bezletti. Ona, Kur'an mahlûktur, dedirmek için ne komplolar kuruldu, ne tuzaklar hazırlandı. Hapishaneyi mesken edindi. Sırtında şaklayan kırbaç seslerini adeta bir sevda şarkısı gibi dinledi. Dostları bile haline acıyarak sözünü tevil etme çağrısı yaptılar. Ama o geleceğe böyle bir şüpheli söz miras bırakmak yerine, ölümü ve öldürülmeyi tercih ettiğini haykırdı, asla geri adım atmadı, ruhsatı değil azimeti yeğledi...

Bugün

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum