On üçüncü Lem’a

İnsan elbette sosyal bir varlıktır. Birden fazla bireyler arasında yaşamak zorundadır. Toplum içinde yaşayan ise öyle istediği, yani yalnız kendini düşünme gibi yaşama özgürlüğüne sahip olamaz. Kendi dışında başkalarıyla da ilgilenmek, uğraşmak ve gerektiğinde mücadele etmek durumundadır.

Ama bir an diğer bireylerden soyutlanmış olduğunu düşünelim insanın. Yine de mücadele edeceği bir dizi muhatapları vardır. İç dünyasında olup bitenler dışarıdakilerden az değil ki. Duygu dünyamızın kalabalığı dış dünyamızın kalabalıklarına denktir Yani yalnız başımıza kalsak bile, daha çok bize dayatılan ya da önümüze konulanları ince eleyip tartmak, iyilerini kötülerinden ayıklamak gibi büyük bir görevle karşı karşıyayız.

Ne denli iyi olsak da yine de bizi tehdit eden düşmanlarımız var. Bize özgün iki büyük düşmanımız var mesela. Biri dışımızda ise diğeri içimizdedir; yani biri şeytan ise diğeri nefsimizdir. İşin daha da kötüsü bu iki düşmanın çoğunlukla aleyhimizde birleşmeleridir. O zaman biz kıskaca alınırız; böylece işimiz daha da zorlaşır.

Gerek dış ve gerekse iç düşmanımızı bilmek, kendimizi tanımaktan geçer. Özellikle duygularımızı, şeytanın hangi yanımızı işlettiğini, duygularımızın nasıl çalıştığını, bize neler yapabileceğini, hangi duyguların bizi nasıl şaşırttığını ve özetle kimyamızın ne olduğunu bilmek, geçireceğimiz hayat bakımından son derece önemlidir. Şeytan ve nefsimizle birlikte bozulan bazı duygularımız nasıl çalışır? Bizi nasıl yanıltıp tehlikenin kenarına kadar getirebilirler?
 
Şu kesin ki, imanla varlığımızın temelini atmak güvenliğimize attığımız birinci büyük adımdır. Ama bununla yetinemeyiz yalnızca. Muhtemel tuzaklarına düşmemek için düşmanlarımızı ve zaaflarımızı tanıyıp ona göre önlem almak da, güvenliğimizin sınırlarında rahat edebilmemiz için atacağımız ikinci büyük adımdır. Mesela; bir devlet kurulabilir bir şekilde; ama onu uzun soluklu ayakta durduran tek şey her türlü düşmanları hesaba katarak alınan önlemdir. Bir ülkenin savunma sanayisi başkalarını yok etmekten çok kendini korumaya yöneliktir. İnsan da öyledir; tek başına da kalsa, iç ve dış düşmanlarına göre bir dizi önlem alarak hareket etmek zorundadır. Mümin olarak biz de düşmanlarımızı tanımadıkça dosdoğru yolda yürümemiz nasıl mümkün olabilir?

Bunları söylemekle aslında sözü Asrın Adamı Bediüzzaman’ın “Lem’alar” kitabının On Üçüncü Lem’asına getirmek istiyoruz. Bu Lem’a ön üç işareti ile önümüze bir duygu haritası çiziyor. On üç işaretle gerek dışımızdan ve gerekse içimizden sarılı olduğumuz düşmanlarımızı net bir şekilde ortaya koyuyor. Onları bir bir bize tanıtıyor. Ve sonra bize kurdukları tuzaklardan korunma yollarını gösteriyor. On üç işaret, bizim için bir yol göstericidir, yolumuz üzerindeki işaret taşlarımızdır.

On Üçüncü Lem’a iyice okunduğunda, iç ve dış düşmanlarımızın yaptıkları bunca yıkımların köklerine inildiğini görürüz. Mesela, iki büyük düşmanımız olan şeytan ve nefsin yıkıcılık güçlerinin ne olduğunu ve bunu nerden aldıklarını en ince ayrıntısına kadar önümüze seriyor. “Muhakkak şeytanın hilesi pek zayıftır. (Nisa:76)” ayetinde belirtildiği gibi şeytanın mahiyeti deşifre ediliyor. Diğer taraftan “Nefis daima kötülüğe sevk eder.(Yusuf:53)” ayetinin işaretiyle de içimizde, bizim bir parçamız olan nefsin ve ona yardım eden diğer yıkıcı duyguların isteklerine gem vurulmasının gereğine parmak basıyor. Bu iki nokta dikkate alınmadığında, kontrolü yitireceğimizin acı gerçeğiyle muhatap olacağımızın uyarısını yapıyor. Bize her an saldırmakta olan düşmanlarımızdan gafil olmanın nereye varacağını tahmin etmek zor değil. Özetle bu Lem’a, kendimizi tanıma haritasıdır.

On Üçüncü Lem’a bir “istiaze”, yani Allah’a sığınmanın hikmetini, bir mü’min olarak niçin her zaman Allah’a sığınılacağının sebebini vermesi noktasında da iyi bir duygu eğitimidir. Bu açıdan bakıldığında “istiaze”nin anlamı da, iç ve dış düşmanların karşısında zaafların farkına varmakla, alınması gereken önlemlere zamanında mutlaka başvurulması olarak ortaya çıkıyor.  Bütün önlemlerin ucu Allah’a dayanmaktadır. “İstiaze” aynı zamanda bir farkındalıktır; asıl düşmanı tanıma ve gerçek dayanağı bilme farkındalığı.

İnsan gerçekten acayip bir yaratıktır. Yükselişi muhteşem olduğu gibi alçalışı da son derece korkunçtur. İç ve dış düşmanlarıyla örülü olması da onun her zaman bir sınavla karşı karşıya olduğunu gösterir. Her an bir sınavda ya başarılıdır ya da başarısız. Bu şu demektir ki, her an “alay-ı illiyyin”e yani yücelerin yücesine de çıkabilir, “esfel-i safilin”e yani aşağıların aşağısına da inebilir. On Üçüncü Lem’a “alay-ı illiyyin” yolunun üzerindeki engelleri bize gösterir.

Bu Lem’a’nın işaretleri dört gruba ayrılır.

İlk dört işaret şeytanın yaptırım gücüne dikkat çeker. Kâinatta icat yönünde hiçbir güçleri olmadığı halde yaptıkları her şey yıkımdan ibaret olduğu için ses getirmektedir. Yıkım kolaydır, yapmak ise zordur. Şeytan ancak kolay olan yıkımı amaçlar, böylelikle de kendini güçlü göstererek insanı yanıltır. Önemli tespitler içeren dört işareti kavrayan bir insan ya da bir mü’min, şeytanın asıl gücünü bileceğinden tuzağına düşmeyecek, yaptıklarından moral kırıklığına uğramayacaktır.

Daha sonraki beş(5,6,7,8,9)işaret, daha çok içimizdeki zaaflarımıza yoğunlaşmış. Mesela; şeytanı her zaman dinleyen nefis, şeytanın tuzaklarına her düşme aşamasında zıvanadan çıkan şehevi ve gazap duygularımız ne akıl ve ne de kalp dinlerler. Bizdeki “tevehhüm/ümitsizlik”, “heves/nefsin hoşlandığı şeyler” ve “his/duygu” ileriyi görmediklerinden şeytanın önümüze servis yaptığı şeylere balıklama atlarlar. Bir de irademizi dinlemeyen bazı duygularımız eklenince de kalenin içten fethedilmesi gibi tehlikeler bizi bekler. Daha birçok hayvansal ve bitkisel duygularımız var ki; onlar da çoğunlukla akıl ve iradeyi dinlemezler. İşte bu işaretlerle biz iç dünyamızı daha ince ayrıntılarla bilmiş oluruz ki, sahip olduğumuz bilgiler sayesinde düşmanımızı daha yakından, üstelik özellikleriyle tanımış oluruz. Buna karşılık alacağımız önlemler de daha etkin hale gelmiş olur. Böyle olunca da küçük ayak sürçmeler bizi yolumuzdan kolay kolay alıkoyamaz.

Bundan sonra gelen işaretler (10,11,12) ise, kendimizi bizdeki bu düşmanlarla değerlendirmeye yönlendiriyor. Kendimizi bu halimizle tanıyamazsak, ne olursak olalım, öylesine büyük günahlar işler ve yıkımlar yaparız ki, kâinatta bulunan zerreleriyle bütün varlıklar, bizden şikâyetçi olurlar. İşte bu haklı şikâyet yüzünden çok acı bir sonla dünya sayfamızı kapatmış oluruz. Hele Allah’ı inkâr etmek ise, bütün varlık âlemini ilgilendiren büyük bir cinayettir ki, onu ancak cehennem paklar. Bu halimizle gaflete düşersek, yani kendi varlığımızın özelliklerini göz ardı edersek, kendi acizliğimizi hesaba katmazsak, çevremizde bütün varlıklar bize düşman olur; daha doğrusu düşmanlar kendimizi unuttuğumuz oranda çoğalmış olurlar.

Son işaret(13) de, şeytan sürekli kendimizi olduğumuz gibi görmeyi unutturuyor ve buna karşılık her şeye bizim acizlik penceresinden baktırıyor; her şeye manay-ı ismiyle bakılmasını telkin ediyor. Kusurlarımızın olmadığına inandırıyor. Kusurlarımızı görmek istemeyen nefsimizdir aslında. Şeytan bu telkinleriyle içimizden de destek buluyor böylelikle. Oysa, kusurlarla, zaaflarla yoğrulmuş insanoğlu, kendi büyüklük psikozuna kapılması yıkımların en büyüğüdür. Bu halimizle deve kuşu örneğinde olduğu gibi, iç ve dış düşmanların hedefi haline geliriz.

İşte On Üçüncü Lem’a, birçok hastalıklarımıza deva olduğu gibi, kendimizi daha yakından tanımamızı sağlayan başka eserlerde bulamayacağımız önemli bir psikolojik tahlildir. Okumayanlar, önemle okumalarını, okuyanlarsa bir daha bu bakış açısıyla yeniden her işaretin üzerinde dura dura okumalarını tavsiye ederiz.

Orada duygu eğitiminin ipuçlarını görmeleri de pekâlâ mümkün.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.