On altıncı sözün hatırlattıkları-4

Bediüzzaman,“Kur’an feyzine istinaden diyoruz:” derken, bir temsili kullandığını, ikram edilen feyzi takdim ettiğini ve “Biz” ile başlayan kalıbın “diyoruz” ile biten kısmında, hakikatin binlerce sözcüsü adına ve kendine ait olmayan, beşeri şahsiyetinden azade bir tezahürün ip uçlarını vermektedir.

Cevap tekniğine geçtiği bu  noktadan  sonra, “ism-i Nur çok müşkilatımızı halletmiş” diyerek, nur isminden yardım isteyen, nur isminin izm-i azamına dayanan bir usulle bu “müşkilatı” halletme/çözme aşamasına geçmektedir.

Soruya cevap vermeyi, bir “müşkülat” olarak tarif etmesi de çok gerçekçi ve analitik bir tespit. Evvela, soruyu ciddiye alma, tatmin eşiğini yakalama ve akla kabul ettirme aşamalarının her birine verilen bir değer ifadesi var.

“Müşkülat” demekle, her hangi bir cevap sathiliği ve ehliyetsizliği gibi  “Cevabı belli” basitliği ile konunun ciddiyeti arasına bir perde koyan yüksek bir sorumluluk ve derin bir hazırlık çağrışımı vermektedir.

“Müşkülatımızı halletmiş”  dediği referans, yine Kur’an ve Kur’an’ın nur ismine dair manaları ve kainattaki tezahürleri olarak zikredilebilir.

Müşkülat/zorluklar ifadesinin yaptığı tespitin hemen akabinde halletmiş/çözmüş  denmesi, teşhisle tedavi birlikteliğinin yara yapmadan tedavi, teşhisle birlikte tedavi ve problemle birlikte çözümü düşünme ve aynı anda korku ile ümidi yan yana, birlikte ele  alma yaklaşımının bir sonucudur.

Hem müşkül/zor, hem de halledilmiş/çözülmüş kelimelerini arka arkaya getirirken, beşeri aklın ve kör nefsin soracağı bir soru vardır:Kim çözdü, nasıl çözdü, ne ile çözdü?

Zaten müşkülata hal çaresi getiren Kur’an ve nur ismi bu iki kelimeden önce zikredildiği için, akla gelen, zihni uyanıklıkla cevap bekleyen dinamik anlama ve kavrama sürecine hazırlık girişini ve tatmin edici süreklilik algısını mutlu etmektedir.

“İnşallah bunu da halleder” derken, nefsinden bağımsız bir istinat duası ve teslimiyet içinde tevfik isteme niyeti vardır. 

“Akla vazıh” bir yol izleneceğini belirtmektedir devamında. Yani vüzuha kavuşmuş, açık ve anlaşılır bir metot tercih edileceğini müjdelemektedir. Müşkül konunun halledileceğini, Kur’an’ın bunu geçmişte yaptığını, şimdide yardım edeceğini, bizim de ona dayanacağımızı belirtmenin yanı sıra muhatabın güvenini kazanmanın verdiği bir noktada, ayrıca akla yakınlaştırıcı ve kolayca anlaşılabilecek bir şekilde izah edileceğini belirtmektedir ki, eğiticilerin önceliklerini bilmelerine katkı yapan önemli bir açılımın şifrelerini vermektedir.

“Akla vazıh”ın devamında bir fonksiyon tanımı daha yapılmaktadır. “Kalbe nurani olacak” bir ihtiyacı da dikkate vermektedir.Hem “akla vazıh”, hem de “kalbe nurani” olacak yeni bir “yol” tarifi verilmektedir. Bu yol, kendi beyanı ile “temsil yolu”dur. Temsil, bir kıyas, bir yakınlaştırma, bir kavrayış inceliği ve birbiriyle bağlantı kurma gibi çok anlamlı ve anlamayı kolaylaştırıcıdır. Farklı zihinlerin farklı anlama ve konuyu farklı boyutlarda açma ve derinleştirme zevki veren  iç yolculuk farkı, idrak kalitesi, bilgi ve tecrübe dağarcığındaki algı ve kavrayış zenginliği ile konuyu bütünleştirecek şekilde akli ilerleyişe ve kalbi öncülüğe müşevvik olmaktadır.

Önemli bir farkla, en iyi takdim sıcaklığında  bile çözümü “ihtiyar yolu” ile önümüze koymaktadır. Vicdani bir teslimin bütün hassasiyetlerini akla, kalbe, duygulara ve nefse doğru sunacak bir bütünlük içinde metot ve aşamalara itina göstererek inanılmaz bir nuraniyet sırrını vermektedir.

Tam bu noktada, selef-i salihine uzanma, onların müzaheretini işin içine çekme ve müştereken bir davanın yeni bir halkası olma babında “İmam-ı Rabbani (r.a.) gibi deriz” diyerek, şahsileştirmeme, müşterek aklın  ve davanın asırlar ötesinden günümüze yankı bulacak manalarına masadak olacak bir tarzı fiilen yaşamakta, metot olarak uygulamakta ve ilmende ispatlamaktadır.

Müşterek ruhun ortak iradesi ve ifadesi olarak söylenen ve İmam-ı Rabbani’den yansıyan hakikat incisi niyetin ifadesi şudur: “Ben ne geceyim, ne de geceye kulluk ederim. Ben bir hakikat güneşinin hizmetkarıyım ki, ondan size haber getiriyorum.”

Doğrusu, sabah dersinde on altıncı sözün girişine bir giriş niyetiyle oturduğum masada, saatin öğleyi bulacağını ve satır satır beni davet eden ve mahcubiyetten teeddüp ettiğim manaların beni bu kadar aralarına alacağını tahmin etmemiştim, beklemiyordum da...

Bu ifade ile taçlanacak  “Rabbani” bir kelam asaletine ve kulluk şuurunun bize yansıyan beyanına varacağını düşünememiştim.Bu abidevi zatların, küreyi sarsan doğruları ve hayata geçirdikleri manalar bütünlüğü karşısında heyecanlanmamak, bağlılığın yeni kuvvelerine ulaşmamak, hayatımıza yeniden bir çeki düzen verme azmine girmemek mümkün değildir.

Bediüzzaman, temsil yoluna bir yol olsun diye ve benzetmeyi çok güzel manalandıran İmam-ı Rabbani ile yaptığı tahkimatın devamında “temsil”i izah eder.Burada da, yine temsili kullanma nedenini açıklar. “Neden temsil yolunu ihtiyar” ettiğine dair gelecek bir gizli suale cevap verir. Her zaman ki tutarlılık ve zihni inkişafın istikametli yolculuğunda Kur’an referanslı bir izahat yapar. Okuyucuya, istifade edecek insanların metodunu ve kaynakçalarını söyler.

Temsil yolu,Bediüzzaman’a göre, “İcaz’ı Kur’an’ın en parlak bir ayinesi”dir. Kur’an mucizeliğini yansıtıcı bir özellik ve parlaklıkta gösteren bir durum vardır.

Buradan hareketle;a-Kur’an mucizedir. İlahidir, mucizevi mesajını ancak akla yakınlaştırıcı temsillerle anlayabiliriz. b-Temsil, Kur’an’ın mucizeliğini, en parlak bir şekilde göstermektedir. Gösterici özelliği “en parlak” bir surette olmalıdır.c-Temsil, “en parlak” olduğunda ayna görevi görmektedir. Kur’an/hakikat, güneşini, temsil aynasından bize yansıtmaktadır.d-Kur’an, Allah’ın kullarına karşı “Tenezzül buyurması”dır. Bu noktadan bakıldığında, bizim fehmimize yakınlaştırıcı, etrafımızdaki hadiselerin dürbününde uzakları fark ettirecek bir yaklaşım ve anlama kolaylığını ortaya koymaktadır.

Konuya ikinci giriş  “Birinci şua”nın tam bu kısmında, iddiasına delil, ifadelerine dayanak ve sözlerine uygulama katmakla eşdeğer bir şekilde, “Biz dahi bir temsil ile şu sırra bakacağız.” denilmektedir.

Bakış açısı ile başlayan, “Biz dahi” ile birinci sözdeki gibi tekrarı, bir mensubiyet ve kabul gören doğrunun tescili anlamında sarf edilen ifade ile konuya başlamaktadır.Bu giriş bile, bu satırlara başladığımız yerde olmadığımızın bir emaresi. Giriş kısmını nazarlara doğru sunmanın ve sonrasında bu niyete uygulamada bağlı kalmanın ne denli önemli olduğu apaçık görülmektedir.

Giriş beyanlarımız bir taahhüt içermektedir. Gizli manaların ve mesajların diplomasi atağına kurban edilmek için sıraya dizdiği hakikati katleden nefis tatminine dönük, tatminsiz bir halin tercümesinden çok ali ve çok yüksek bir mesaj vermektedir. Günümüzün iletişim katliamlarına ve heves tatminine yönelik “ene” vadilerinde dolaşmaya asla müsaade etmeyen bir şeffaflık ve insicam ihlasıdır.

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.