Ölümü sevmek

“Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber,
Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber”

N. FAZIL

Yazıya bu başlığı atınca nefsim dedi, “sevecek başka bir şey bulamadın mı ölümü sevmekten bahsediyorsun. Hayatta o kadar sevilecek güzellikler varken ölümü sevmek de nerden çıktı”. Evet, herkes kendi nefsine ölümden bahsedecek olsa, aşağı yukarı aynı şekilde karşılık alacaktır. Zira ölüm, nefislerin hiç istemediği, adını dahi duymaktan hoşlanmadığı bir gerçektir. Bir sohbet sırasında ölümden söz açıldığında, insanların suratı asılır, neşesi kaçar, huzuru bozulur. Ölümün adı bile insanı rahatsız etmeye, huzurunu kaçırmaya yeter. Onun için ölümün adı anıldığında “ ağzından yel alsın” derler. Yani bu kelimeyi bir daha ağzına alma, ondan bahsetme diye temennide bulunulur.

Bundan dolaydır ki, insanlar ölümden hep kaçmak istemişler, ölümden kurtulmak için çareler aramışlardır. Masallarda, efsanelerde ve mitolojilerde, ölümsüzlük arayışları önemli bir yer tutar. Bunların en çok bilinenleri, Gılgamış Destanı, Deli Dumrul ile Azrail’in (a.s.) cenk etmesi ve Lokman Hekim efsanesidir.

Her birisi kendine göre ölümsüzlüğü aramış, ölüme çare bulmaya çalışmıştır. Ama ne Gılmamış’ın bulduğu iksir, ne Deli Dumrul’un kılıcı, ne de Lokman Hekim’in sarı çiçeği, ölüme çare olmamıştır. Zira onlar, Nasreddin Hoca’nın samanlıkta kaybettiği yüzüğünü sokakta aradığı gibi ölüme çare aramışlar. Onun için de arayışları ve gayretleri hüsranla sonuçlanmıştır. Halbuki Hayatın Sahibi, ölümün de sahibi olduğu için, O’nun “Hay “ ve “Muhyi” isimlerinin cilvelerinde aramış olsalardı, ölümsüzlük iksirinin oralarda olduğunu göreceklerdi.

Aslında ölümden bahsedilmesinden rahatsız olan, onun adı anıldığında huzuru kaçan, nefsimizdir. Yoksa kalbin, ruhun ve diğer duyguların ölümden bir endişesi olmaz. Cenab-ı Hak, “Her nefis ölümü tadıcıdır” diyor. “Her ruh ölümü tadıcıdır” demiyor. Yani ruhun ölmesi söz konusu değildir. Hatta ölüm, ruhumuz için daha güzel bir hayata geçiştir. Ölüm sonucu ruh beden denen ağırlıklardan ve ayak bağından kurtulur, serbest kalır, daha özgür bir ortama kavuşur. Özgürlükten korkanlar ise, istibdat altında yaşamaya alışmış zavallılardır.

Böyle düşünüp ölüme bu gözle baktığımız zaman ondan korkmak için hiçbir sebep kalmaz. Ama ölümü sevmek için pek çok sebep vardır. En birinci sebep, bizi Rabbimize, Halımıza, Malikimize kavuşturacak olan bir vasıtadır. Sevdiklerimizden ayrı kaldığımız zaman, onları özleriz, hasretlik çekeriz. Bir an önce kavuşmak için çareler ararız. Vuslat zamanını iple çekeriz. Ruhun en sevgili varlığı da, onun sahip Maliki olan Cenab-ı Hak olduğuna göre, insanı Rabbin götürecek olan ölüm sen derece sevimlidir, güzeldir.

Ölümün mânasını ve mahiyetini en güzel şekilde anlatan Bediüzzaman Hazretleri, bize onun sevimli yüzünü gösteriyor. Ecel vasıtasıyla insanın nereye sevk edildiğini ve ölümün kollarında nasıl güzel bir mekana taşındığını şöyle izah ediyor: ''Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun? Dünyanın bin sene mesudâne hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rüyet-i cemâline mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâlin daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun.'' İnsanı, Cennet ve Cemalullah gibi iki büyük nimete götürecek olan ölüm, ne kadar sevilse, az değil midir?

Başta Peygamber Efendimiz (s.a.v.) olmak üzere, Allah’ın en sevgili kulları ölüm vasıtasıyla ahiret diyarına göçmüşler, Mahbub-u Hakîki’ye kavuşmuşlardır. Onun için Allah dostları olan kâmil insanlar ölümü sevmişler, ölmeden önce ölmek istemişler.

Mevlâna Hazretleri ölümü hasretle beklemiş, ölüm gününü düğün günü olarak ilân edip “Şeb-i Aruz” diye adlandırmıştır. “Canı sen aldıktan sonra ölüm şeker gibidir. Seninle olduktan sonra ölmek, tatlı candan da tatlıdır bize” diyen Mevlâna, “Herkes ayrılıktan bahsetti, bense vuslattan “ diyerek ölümün bir ayrılık değil, kavuşma olduğunu ifade etmiştir.

Yunus Emre ise, ölümü şöyle vasıflandırır: “Kogıl (bırak) ölüm endişesin/ Âşıklar ölmez bâkidir” diyerek Hak’ka âşık olanların ölmeyeceklerini, bâki kalacaklarını belirtiyor.

Aslında kâfirler ve fâsıklar da ölmez çünkü onların da vermesi gereken bir hesap vardır. Ama onlar için ölüm cehennem hayatına geçiş olacağından, ölümden korkarlar, onu düşünmek ve hatırlamak istemezler. Mü’min için ise ölüm, Cenab-ı Hak’kın cennet ve cemaline kavuşmasına bir vesile olduğu için hasretle beklenir, sevinçle karşılanır.

Herkese huzurlu bir ömür, hayırlı bir ölüm diliyorum.

Abdil Yıldırım

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.