Ölüm korkusunun korkutamadıklarından olmak

İnsanlar içinde "en çok korktuğunuz şey nedir?" diye sorulan bir anket yapılsa ilk sırayı rakipsiz bir şekilde "ölüm" alır, hem de açık ara önde, hem de şüphesiz…
 
“Niçin?” diye sordum ve kalemimi serbest bıraktım, kelimeler döküldü ölüme dair:  Ölüm demek; hayattan istifa etmek demek, vücudumun, aza ve organlarımın iflası demek.. Düşünmesi çok acı da olsa er-geç başıma geleceği için ondan saklanmanın manası yok, ölümün öldürülmesinin, kabir kapısının kapatılmasının imkânı da yok, gizlenmenin evet ölümün olmadığı dünyanın bir köşesinde gizlenmenin de faydası yok; çünkü öyle bir yer yok. Ölüm vücudumu keşfedecek, ölüm korkusunu ölümle yüzyüze gelene kadar yaşayacağım, çare yok…
 
Gören gözlerim, göremez olacak! Güneşin doğuşunu seyredemeyeceğim, küçük kızımın tebessümünü de. Renk renk açan çiçekleri, ağaçların dallarında tebessüm eden meyveleri, kelebeğin kanadını, çileğin kırmızısını göremeyeceğim artık. Yeni vizyona giren bir filmi izlemek için sinemaya gidemeyeceğim, heyhat dünya sahnesindeki rolüm bitmiş olacak.
 
Kulaklarım da duymaz olacak! Ne hüzünlü bir şarkının sözleri, ne içli bir ney'in feryatları duygulandıracak beni. Ne kuşların fıtrî bestelerini, ne  "anne, baba!" diye cıvıldaşan çocuklarımın seslerini, ne yazık ki işitemeyeceğim. Şiirler, ezgiler, marşlar hepsi susacak, ben öldükten sonra âlem suskunluğa mı bürünecek ne? Ayaklarım yürüyemeyecek, adımım olmayacak benim. Dostlarım beklese de, yollarıma bakılsa da, ben "işte geldim!" diyemeyeceğim. Sirkeci'den Sultanahmet’e, Edirnekapı'dan Fatih'e yürüyemeyeceğim gibi küçük odamın içinde bile dolaşamayacağım. 
 
Elim tutmayacak, yazı yazamayacağım, kalemim de düşman olacak bana. Bir çiçeği okşayamayacağım, kızımın saçlarını da…
 
Dilim susacak, dilime bedel yazdıklarım konuşacak, "azıcık daha, bir kelime olsun konuşayım" diye yalvar yakar ağlasam da izin verilmeyecek.
 
Kalp atışlarım duracak, hayatım duracak, hayat bağlarım kopacak, prangalarla bağlansam ne fayda! "Her kalbin çarpıntısı, kendi ecelinin ayak sesleridir" demiş biri. Ne kadar doğru demiş; anlayacağım. 
 
Duygularım duygusallığını yitirecek; sevinç gözyaşları dökemeyeceğim, belli belirsiz zamanlarda avazı çıktığınca davudî sesiyle "Bozaaa!" diye bağıran satıcıya kızamayacağım, hüzünlenemeyeceğim, dudaklarımı ısırarak ağlayamayacağım, yeni kitabımın çıktığında çocuğum olmuş gibi sevindiğim günlerdeki sevinci bir daha tadamayacağım, nefesimi tutup heyecanlanamayacağım, baharın gelişini zevk edemeyeceğim, Piyer-Loti'de çay içme keyfim bir daha hiç olmayacak…
 
Ölümü düşünmek bile insanı çıldırtacak gibi, azıcık deşsen acıdan, ızdıraptan başka bir şey akmıyor. Ben biteceğim, ben ben olmaktan çıkacağım, ben olmayacağım, ben öleceğim evet sahiden öleceğim! Gözüm, sözüm, yüzüm… Elim, dilim, kalbim… Çürüyecek! Duygularım, dostlarım, sevdiklerim... Terk edecek!  Canım, cananım, yarim, yarenim, evim, eşim, çoluğum, çocuğum… Unutacak! Hayallerim, düşlerim, hülyam, leylam… Tükenecek! İstikbalim, ikbalim, bahtım, baharım, yarınım... Olmayacak! Kıyametim kopacak, dünya yerinde dursa bana ne! "Kişinin ölümü kıyametinin kopması" sırrı demek bu imiş...
 
Daha fazla düşünmemeliyim; kanımı donduran, içimi ürpertilerle acıtan, yüreğime sancılar sokan ölümü gündemimden çıkartıp atmalıyım. Ama bu mümkün değil, aklımı çıkartıp hayvan olmam lazım! Akıl yılan gibi sokuyor beni;  aklımı uyutmalı, uyuşturmalıyım ama bu da çare değil. Devekuşu, avcı görmesin diye başını kuma soksa da koca gövdesi dışarıda kaldığı gibi; ölümü düşünmemekle kendimi ölüm okuna hedef olmaktan kurtarmam mümkün değil.
 
Peki, ne yapmalı, bunun bir çaresi yok mu? Var: Çare ölümü unutmak değil; ölümü anlamak… 
 
Ölüm anlaşıldığında ölüm korkusu gider, ölüm korkusu korkutamaz insanı.
 
İşte bir kaç misal:
 
Şah-ı Velâyet Hazreti Ali (r.a.) nasıl, nerede hatta kim tarafından öldürüleceğini bilen bir kişi, zira Muhbir-i Sadık (a.s.m.) ona, sakalını başının kanıyla ıslatacak kişiyi haber vermiş.
 
Bir gün yanına arkadaşlarından iki kişi gelerek derler: "İzin ver ey Mü'minlerin Emiri! Senin muhafızlığını yapalım, seni koruyalım."
 
Hazreti Ali (r.a.) sorar: "Beni yerden gelecek belâlardan mı yoksa semadan inecek belâlardan mı koruyacaksınız?"
 
"Biz, derler. Ancak yerdeki tehlikelerden korumaya çalışırız, semaya gücümüz yetmez."
 
Ve "Perde-i gayb açılsa yakînim ziyadeleşmeyecek" diyen bir yüce imanın sahibi Hazreti Ali'ye (r.a.) mahsus cevap: "Semadan emir gelmedikçe yerdekiler bir şey yapamaz."
 
*****
17. Yüzyıl... Dünyaya ışık saçan şanlı ecdadın manevî güneşlerinden Aziz Mahmut Hüdai (r.h) fırtınalı bir kış gecesinde Eminönü'nden Üsküdar'a geçmek istemektedir lâkin kaç para teklif ettiyse de böyle bir havada denizin dalgalarıyla boğuşmaya cesaret edecek bir kayıkçı bulamaz.
 
Hazret, çaresiz Topkapı'ya geri dönerken aranan kayıkçı bulunur. Kayıkçı, cihan sultanını bile kendine bende yapmış manevi sultanı denemek istemektedir.
 
Kayık yolu yarılamıştır ve dev dalgaların pençesinde sahile ulaşmaya çalışmaktadır. Rengi korkudan sapsarı kesilen kayıkçı, bir yandan küreklere asılmaya çalışırken bir yandan da endişeyle Aziz Mahmut Hüdai'ye (r.h) sorar:  "Efendi Hazretleri! Şu an ölümle senin aranda şu küçücük, çürük tahta parçasından başka bir şey yok, farkında mısın?"
 
Korkudan, endişeden yüzünde eser görülmeyen Hazret, kırda geziyormuşçasına sakin bir tavırla cevap verir: "Evlat, gam çekme sen küreklere asıl. Karaya çıkınca o çürük tahta da yok!"
 
*****
 
Ve son asırların imdadına koşan "nurdan meşale" Bediüzzaman'ın hayatından bir sahne:
 
Gönüllü Alay Kumandanı olarak I.Dünya Harbi'nde savaşıp Ruslara esir düşen bu Zât, esir kampında öyle bir fazilet ve şehamet örneği sergiliyor ki, belki de ölüm bile hayran kalmış, ondaki bu hale gıpta etmiştir.
 
Rus Orduları Başkumandanı Nikola Nikolaviç esir kampını teftiş etmektedir. Nerden geçerse, orada bulunan esirler derhal ayağa kalkıp esas duruşa geçtikleri halde Bediüzzaman Hazretleri kılını dahi kıpırdatmaz. Bu durum Rus Komutanın dikkatini çeker ve rahatsız olur, bir bahaneyle yeniden önünden geçer, bir daha önünden geçer ama nafile, herkes ayakta bir kişi ısrarla ayağa kalkmamaktadır.
 
Tercüman vasıtasıyla Rus Komutan ve Bediüzzaman Hazretleri arasında şu konuşma geçer:
 
-Beni tanımadın mı?
-Tanıdım, Nikola Nikolaviç, Çarın dayısı, Rus Orduları Başkumandanı.
-Peki, niçin ayağa kalkmadın, niçin hakaret ettin?
-Ben hakaret etmedim, mukaddesatımın gereğini yaptım.
-Mukaddesat neyi emrediyormuş?
-Ben Müslüman âlimiyim. Kalbinde iman olan kimse, imansız birine ayağa kalkarsa mukaddesatına hürmetsizlik etmiş olur. Bu sebeple ben sana kıyam etmem.
 
Hakikati pervasızca ilân eden son cümleler Rus Komutanı beyninden vurulmuşa çevirir. Öfkelenir ve şöyle der: "O halde bana imansız demekle; benim şahsımda Rus ordusuna, hükümetine, çarına hakaret etmiş sayılıyor. Derhal mahkemeye çıkarılıp, gereği icra edilsin."
 
Ve acil alınan karar: Bir manga askerin kurşuna dizmesiyle vücudunun "idam!" edilmesi.
 
Bediüzzaman Hazretleri’ne,  esir olan arkadaşları, özür dilemesini, af dilenciliği yapmasını ısrarla ve tekrarla tavsiye ediyorlar lâkin ölüm rüzgârının vücudunu savurup kabire yuvarlamaya bütün dehşetiyle hazırlandığı anda, idamlık büyük Zatın dudaklarından "imandan kelimeler" dökülüyordu: "Bana Resûlullah'ın huzuruna gitmek için bir pasaport lâzım. Şimdi o pasaport elime geçti, ben asla tarziye vermem, özür dilemem."
 
Daha sonra kendisini kurşuna dizecek namluların gölgesinde namaz kılan Bediüzzaman'ı gören Rus Komutan adeta esir makamında kendiymiş gibi özür dileyen taraf olur: "Sizi yanlış anlamışım. Özür dilerim, lütfen affediniz. Bu namaz kılar halinizi görünce sizin ayağa kalkmamanızın sebebinin mukaddesatınız olduğunu öğrendim. Tekrar tekrar özür dilerim..."
 
Ölüm; âhirete göçmüş sevdiklerimize bizi götürecek bir pasaport, bir vuslat bileti olduktan sonra korku şöyle dursun insan sevinmez mi, hatta acaba bugün mü Gönüller Sultanı Cenab-ı Peygamberime (a.s.m) kavuşacağım diye gün saymaz mı?
 
Siz de ölüm korkusunun korkuttuklarındansanız, ölümün mahiyetini anlamanız, hakikî yüzüyle tanışmanız ve o manada da hayatınızı tanzim etmeniz, Hazreti Ali, Aziz Mahmut Hüdaî, Bediüzzaman Said Nursi misal mana âleminin padişahlarının izlerini sürmeniz, onlara benzemeye çalışmanız gerekir.
 
Bir an evvel ölüm korkusunun korkutamadıklarından olmak için, bir an evvel ölümle konuşmak, bizden ne istediğini öğrenmek lâzım, başka ne lâzım? Hiç!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum