Oğlan ve kız Nurcu mu oldu, Selametçi mi Süleymancı mı?

Oğlan ve kız Nurcu mu oldu, Selametçi mi Süleymancı mı?

Oğlan aşık oldu, kız oğlanı doğru yola getirdi. Veya oğlan kızı doğru yola getirdi

Risale Haber-Haber Merkezi

Yusuf Ziya Cömert, Hidayete ermeyi anlatan romanların önemini kaybettiğini belirterek, "Bir insanın ‘hidayet üzere’ olması eskisi gibi tek başına fazla bir anlam ifade etmiyor" dedi.

Karar gazetesindeki yazısında eski dönemi anlatan Cömert, "Bizim gazetede, Bugün’de, Şule Yüksel Şenler Hanım’ın ‘Huzur Sokağı’ romanı tefrika ediliyordu. Bu romanı da tefrikadan okudum. Sonra filmi çevrildi. Filmine de gittim. Bunlar, bizim küçük dünyamızda, büyük işlerdi. Büyük iş. Mesela, Muhammed Ali, Liston’u dövmüş. Çok memnun olurduk. Kendimiz dövmüş gibi. Eller sinemaya gidiyor. Huzur Sokağı, Birleşen Yollar adıyla film olunca işte biz de gittik sinemaya. İşte, Türkan Şoray ve İzzet Günay, bizi oynadı. Bu da, Muhammed Ali’nin Liston’u dövmesine benzer bir tatmin sağlıyordu. Mütedeyyin bir ailenin ilkokuldaki çocuğunu bile nasıl etkiliyor böyle işler. Hidayet. Meselemiz bu" dedi.

Rahmetli Yücel Çakmaklı'nın filimlerini hatırlatan Cömert, "Tipik melodramlar. Yeşilçam’ın alışılmış hikayelerinin arasına, Müslümanlığı belirgin bir faktör olarak sokuyorsun. Filmin sonunda, hidayete ermesi gereken herkes hidayete eriyor. Ermemesi gerekenler de mutsuz oluyor veya bir şekilde neye müstahaksalar onu buluyorlar. Hidayet filmlerinin sayısı azdı. Sonuçta sinema parayla yapılıyor. Fakat hidayet romanlarının haddi hududu yoktu" şeklinde yazdı.

Hidayet romanlarının azaldığına dikkat çeken Cömert, yazısını şöyle sürdürdü:

"Biz tabii, edebiyatla ciddi bir şekilde ilgilendiğimiz gençlik çağımızda, o hidayet romanlarını hep küçümsedik.

Birbirinin kopyası öyküler. Olay örgüleri, romancının kolayına nasıl geliyorsa öyle. Lüzum ederse lastik patlıyor. Tam kızın evinin önünde! Lüzum ederse, kız bir rüya görüyor, romanın yönü yazıcının istediği istikamete dönüyor. 

Evet, sanatla pek alakası yoktu o romanların. Ama, temiz bir tarafları vardı. Sonuçta, teşvik edilen şey, ‘hidayet’ti. Diğer Yeşilçam öykülerindeki gibi, kötü, kötüydü, iyi, iyiydi. Acemice ve baştan savma da olsa, ‘hidayet’in, yani doğru yolu bulmanın güzelliği anlatılıyordu.

Hidayet, başlı başına bir değerdi. Bir anlam ifade ediyordu. Hidayet öykülerinde hidayetin belli bir çeşidine vurgu yapılmıyordu. Oğlan aşık oldu, kız oğlanı doğru yola getirdi. Veya oğlan kızı doğru yola getirdi. İkisi de Müslüman oldular. Tamaam, sen sağ ben selamet. Nurcu mu oldu hidayete erince, Selametçi mi oldu, Süleymancı mı, başka bir şey mi, bu önemli değildi.

Piyasayı çok iyi takip ettiğim söylenemez. Fakat, zannetmiyorum, eskisi gibi hidayet romanları yazılsın. Hidayet, önemini maalesef kaybetti. Bir insanın ‘hidayet üzere’ olması eskisi gibi tek başına fazla bir anlam ifade etmiyor. Bir insanın iyi veya kötü olması da çok önemli değil. Önemli olan, ‘bizden’ olması. Değerler dünyamızdaki bu değişikliğin romanını yazan olur mu acaba?

 

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.