O tebessüm seni bulmaz mı sanıyorsun?

'Anlayış' dediğimiz şey, yalnız bir kişinin veya bir kesimin göstermesiyle olacak birşey değil. Taraflardan yalnızca birisi anlamaya çalışıyorsa, diğeri hiç yanaşmıyorsa, bu 'katlanmak'tır. İkisini karıştırmamak lazım. Tıpkı merhametle acımayı karıştırmamak gerektiği gibi. Ne demek bu? Belki şu demek: Yalnız acı çekene acır insan. Fakat merhamet, duyulmak için acının varlığına ihtiyaç duymaz. Merhamet kendisini ifade etmek için 'acı'nın varlığına muhtaç değildir. Bir anne çocuğuna o sağlıklıyken de merhamet eder. Ancak ona acımaz. Merhamet kişinin gözetme ahlakıdır. Acımak salt acıya karşı duyulan sancıdır.

Yorgunluk fıtratın aksine veya elverdiğine aykırı iş yapmanın delilidir. Varlık tekdüzeliğe düşmandır çünkü. "Zira, tevakkuf, sükûnet, sükût, atâlet, istirahat, yeknesaklık, keyfiyâtta ve ahvâlde birer ademdir. Hattâ en büyük bir lezzet, yeknesaklık içinde hiçe iner." Her gün bal yiyen baldan bıkarmış. Hep aynı kalamazsın. Hep içine atan veya alttan alan sen olamazsın. Böyle yaşanmaz. Yaşam aynılık değildir çünkü, değişimdir. Bazen sen onu anlayacaksın, bazen de o seni. "İşte şu hakikattendir ki, zîhayatlara âlâm ve mesâib ve meşakkat ve beliyyât sûretinde, bâzı hâlât ârız olur ki; o hâlât ile hayatlarına envar-ı vücud teceddüd edip zulümât-ı adem tebâud ederek hayatları tasaffî ediyor."

Şeriatın sınır koymadığı yerlerde eşitlik düzeyinde bir ilişki istemek bencillik değildir. Eşitlik istemek 'senin kadar ben de mahlukum' demektir bir nevi. Mahlukiyetin mazhar olduğu herşeyde benim de senin kadar hakkım var. Beni de Allah yaratmış, sen gibi. Ben de öfkelenirim bazen, sen gibi. Ben de sabredemem bazen, sen gibi. Ben de alttan alamam bazen, sen gibi. İnsanî olan herşey bende de vardır. Sen de idare etmelisin beni, benim seni idare ettiğim gibi. "Çünkü mahlûkat mâbûdiyetten uzaklık noktasında müsâvi oldukları gibi, mahlûkiyet nisbetinde de birdirler."

Fakat tuhaftır, bizde en makul eşitlik talepleri bile bencillik olarak öğretiliyor. Fedakârlıklar ise mecburiyetimiz gibi. Hal böyle olunca yükümüz ağırlaşıyor. Yalnız bir insan iken birkaç insan gibi yaşamaya başlıyoruz. Fakat Kur'an'da demiyor mu: "Allah, hiç kimseye gücünün yeteceğinden fazla birşey yüklemez." Hem yine demiyor mu: "Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez." O halde, birşeyler artık taşınmaz, hayat yaşanmaz geldiğinde omuzlarındakini sınaman gerekmez mi? Neden onları tenzih edip, kutsallaştırıp veya masumlaştırıp kendini suçluyorsun? Belki o yükün tamamı senin değildir? Belki sen başkalarınınkini yüklenmişsindir?

En çok eşler arasında gözetilmesi gereken bir 'denge yitimine' karşılık geldiğini düşünüyorum mezkûr sorunun. Taraflardan birisinin hayatını dilediği gibi yaşamaya açık olduğu, ancak diğerinin her türlü fedakârlığı yapmayı görev olarak üzerine aldığı bir düzen fıtrî gelmiyor. Allah'ın emrettiği sınırlardan bahsetmiyorum. O Cenab-ı Haktır ve hepimize sınırlar koymaya hakkı vardır. Bunlar zaten iyiliğimiz içindir ve uygun adım yürüdüğümüzde iyi de gelir. Ancak bir de karakterlerden/ahlaklardan kaynaklanan yükler var. Her insan bir diğerinin yüküdür. Çünkü onu etkiler. Bizi etkileyen herşey bir açıdan bizim yükümüzdür. Çünkü onu taşırız. Hem hafızamızda, hem kalbimizde, hem de düşüncemizde taşırız.

İnsan, insan olarak yaklaştığı sürece karşısındankinden insanlık görür. Tebessüm etmeyen bir yüzün hakkı var mıdır karşısındaki her daim gülümser bulmaya? "Mü'min mü'minin aynasıdır..." buyuran hadis-i şerifin penceremiz olduğu bir manzarada, gördüğümüz suretler aslında hep bizim suretlerimiz, duyduğumuz sesler hep bizim seslerimiz, hissettirdiğimiz hep bize hissettirilenler. Gülümsediğimiz kadar gülücük buluyor, çatık kaşlarımızla boğduğumuz kadar ona boğuluyoruz. Aynalar koridorundan geçiyoruz ve hep şunu söylüyoruz: "Ben mecbur değilim güzel kalmaya, güzel kalması gereken esasında o!" Bu nasıl mümkün olabilir? Yansıyan yansıyandan nasıl farklı olabilir? Demek iyi olmak önce kendimize yapılmış bir iyiliktir. İyi olmak aynaya gülümsemektir.

Tebessüme sadaka demiş Aleyhissalatuvesselam, ama hiç kendine sordun mu: Kime sadakadır? Sırf gülümsediğine mi? Yoksa ikinize birden mi? Burada 'elhamdülillah' diyenin ahirette 'elhamdülillah' yiyeceği bir düzlemde yaşıyoruz. Birbirinin içinde yansıyor ve dönüşüyor herşey. Bâki âlemimiz böyle böyle şekilleniyor. O tebessüm seni bulmaz mı sanıyorsun? Belki evden çıkarken annene gülümsediğin için sana gülümsedi otobüsteki o çocuk? Hayat dediğin iradenin attığı bir bumerangtır, tıpkı Zilzal sûresinde buyrulduğu gibi: "Kim, zerre mikdarı hayır işlerse, onu görür. Kim de zerre mikdarı şer işlerse, onu görür." Nihayetinde arkadaşım, dünya ahiretin tarlasıdır, zaten her evvel ahirinin tarlasıdır. Yansıyan, yansıtanın tarlasıdır.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum