Nurs’tan Nura: Risale-i Nur

Yıl 1878.  Üç kıtada, altı asır boyunca İslam’ın bayraktarlığını yapan Osmanlı çınarı kurumaya yüz tutmuştur. İmparatorluk dağılmaktadır. Milleti birbirine bağlayan manevi bağlar zayıflamaktadır. Kur’ân’ın etrafındaki surlar bir bir yıkılmaktadır. Kur’ân yeryüzünde ümmetsiz kalma tehlikesiyle karşı karşıyadır.

İşte bu günlerde Bitlis’in Hizan İlçesinin, İsparit Nahiyesinin, Nurs köyünde kerpiç duvarlı, toprak damlı evlerden birinde Said isminde bir çocuk dünyaya gelir.

Nurs, ebede kadar dünyayı aydınlatacak manevi güneşin doğduğu yerdir. 

Nurs, Risale-i Nur isimli eseri ile bütün dünyaya önemli ölçüde yön verecek Said Nursî’nin doğduğu yerdir.

Nurs, Said Nursî’nin harikulade zeka, ilim, izzet, iffet, ahlâk, kahramanlık gibi üstün karakter özellikleri ile ortaya çıkarak insanlık tarihinde dönüm noktası oluşturacak Risale-i Nur’un tohumlarının atıldığı yerdir.

Nurs, başta Türkiye ve İslâm âlemi olmak üzere, bütün insanlık tarafından beklenen manevi kurtarıcı Risale-i Nur’un anne rahmine düştüğü yerdir.

Risale-i Nur’un  Toprağı Said

Çağa rengini verecek Risalelerin telifinde birçok kişinin ve unsurun doğrudan veya dolaylı olarak etkisi olur.

Said alemlerin nazik ve nazenin bir çocuğu olarak el üstünde büyütülmektedir.

O, her şeyden önce Kur’an’ın ve kainatın talebesidir.

Başta Peygamberimiz, Hz. Ebubekir, Hz. Ali, Hz. Geylani ve annesi Nuriye Hanım olmak üzere bir çok alim, veli, mütefekkir, idareci ve siyasetçi onun hayatında bu anlamda büyük yer kaplar.  

Peygamberimiz, Hz. Ebubekir,  Hz. Ali ve Geylani gibi zatlardan mana veya rüya aleminde ders alır. Birçok alimin rahlesinde diz çöker. Birçok velinin sohbetine iştirak eder. Birçok devlet adamının masasında dünyanın ve insanlığın geleceğini müzakere eder. Binlerce talebe yetiştirirken, rahlenin bir yanında da kendisi vardır. Öğretirken öğrenir de.

Nurs’un Eşiğinde

Denizden 2000 metre yüksekte Nurs Köyü içinde Bediüzzaman gibi bir deryayı barındırmaktadır. Bu derya Nurs deresinden Barla denizine akacak; buradan susuz dünyaya can suyu verilecektir.

Dağlar celaliyle bir kale gibi Nurs’u kuşatmasına rağmen, Nurs deresi Allah’ın eşsiz güzelliğini gösterircesine “Ya Cemil, Ya Rahim!” diye diye zikrederek akmakta, insanlığı ezeli ve ebedi Cemale çağırmaktadır. İşte Said böyle celal dağlarının ve cemal dalgalarının eşiğinde büyümektedir. Bu dağlar ve dalgalar bir zaman sonra lema lema, reşha reşha kainata yayılacaktır.

Rüyaların Beşiğinde

Said kerpiç evde beşiktedir. Beşiğin bir yanında Babası Mirza, bir yanında annesi Nuriye hanım vardır. Dualarla, tazarrularla, niyazlarla beşik sallanmaktadır. Osmanlı sallanmaktadır. Dünya sallanmaktadır.

Said, her gece başka rüyalara, başka dünyalara hicret etmektedir. Her rüya bir isra, her dünya bir sidretül müntehadır. Rüyalarda enbiyalar, evliyalar, asfiyalar kol gezmektedir.  Rüyalarda Hz Muhammed Mustafa Aleyhissalâtü Vesselâm, Geylani, Şeyh Mehmed Küfrevî gibi zatlar bekçilik etmektedir.

Said rüyalar içre büyümektedir. Bir bahar gecesi gönlüne o ezeli ve ebedi güneş doğar. Alemlerin Efendisi Said’in rüyasına teşrif eder. Kıyamet kopmuş, kâinat yeniden dirilmiştir. Said, Sırat Köprüsünün başına gider. Bütün Peygamberan-ı İzam Hazretlerini birer birer ziyaret eder. Son olarak Peygamber Efendimize varır. Hazret-i Peygamberden ilim talep eder. Bunun üzerine Aleyhissalâtü Vesselâm ümmetinden sual sormamak şartıyla Kur’ân ilminin kendisine verileceğini müjdeler. Bu hal ile uyanır.

İlmin künhüne varıldığı andır. Rüya kısa süre sonra tesirlerini gösterir. Sünühat, zuhurat, tuluat kabilinden ilim şerha şerha Said’in alemine akar. Öyle ki  çocuk yaşta asrın alimi olarak tanınmaya başlar.

Peygamber (AleyhissalâtüVesselâm) Said’i rüyalar ile bir kilim gibi işlemekte, iman hakikatlerini ebede taşıyacak sesi üflemektedir. Said sâdık bir rüyada Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağının altındadır. Dağ birden infilâk eder. Dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıtır. O dehşet içinde merhum validesini fark eder: Ana, korkma. Cenâb-ı Hakkın emridir. O hem Rahîmdir, hem Hakîmdir.

O hâlette Aleyhissalâtü Vesselâmın sesi yükselir: İ’cazı Kur’ân’ı beyan et.

Uyanır. Anlar ki, bir büyük infilak olacak. O infilak ve inkılaptan sonra Kur’ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’ân kendi kendini müdafaa edecek. Kur’ân’a hücum edilecek. İ’cazı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i’cazın bir nevini şu zamanda izharına, Said gibi bir adam namzet olacak.

Bu rüyayla Said’in aleminden ilim yavaş yavaş alemlere yayılmaya başlar. Bir zaman sonra Barla’da Rahman’ın inayetiyle, imanın gözüyle ve Kur’ân’ın talimiyle ve nuriyle ve Resul-i Ekrem AleyhissalatüVesselam’ın dersiyle ve ism-i Hakîm’in göstermesiyle i’cazı Kur’ân’ı beyan eden, Rahîm ve Hakîm isimlerini şerh eden Risaleler yazılır. Değil mi ki O hem Rahîmdir, hem Hakîmdir.

Alemlerin Rahlesinde

Rüyada annesini teselli eden Said iki yaşında onun kucağında iki katlı kerpiç evin penceresinden çınar yapraklarında kainatı seyreder. Bu yapraklardan birde Barla’da vardır. Said, Nurs’ta kainatı okumaktadır. Barla’ya geldiğinde kainatı yazacaktır.

Said ebet yolcusudur. Ebede uzanıp giden arzuları vardır. İçinde daima met-cezirler yaşar. Bir anda birden fazla zamanda ve mekanda bulunmak ister. Bu kabına sığmaz cevval ruh onu daima yeni yerlerin, düşüncelerin, hallerin keşfine sürükler. Görmek, görünmek, göstermek ve ispat etmek ister. Görmediği şeyi yazmaz.

Kainattan haberdar olmak ve kainattan haber vermek ister. Çok sonraları “Kainattan Halık’ını soran bir Seyyahın müşahedatıdır” başlıklı Ayetül Kübra ve Münacat başlıklı 3. Şua gibi eserler ortaya koyacak olan Said’in bu eserlerindeki ebedi ve edebi üstünlüğü daha çocuk yaşlarda yaşadığı bu ruh hallerinden kaynaklanır.

Ailenin Rahlesinde

Said “İlk öğretmeni” Nuriye Hanımdan şefkat ve merhamet dersini talim eder. Babası Mirza Efendiden hikmet, nizam ve intizam dersini alır. Ağabeyi Molla Abdullah’ın, ilim ile elde ettiği şahsiyeti ile okumamış emsallerine kurduğu üstünlüğü düşünüp hayran kalır. İlmine bel kırar.

Alimlerin Rahlesinde

Said çocuk yaşlarından itibaren devrin alimleri ile görüşme kararı alır. Doğu’daki birçok ilim merkezine giderek, birçok alimin rahlesinde diz çöker. O dönemin medrese âlimleri arasında gelenek hâline gelen ilmî münazaralara katılır.

Şarkın büyük ulema ve şeyhlerinden Seyyid Nur Mehmed, Şeyh Abdurrahman-ı Tâğî, Şeyh Fehim ve Şeyh Mehmed Küfrevî gibi zatların her birisinden ilm ü irfan dersleri alır. Ulemadan Şeyh Emin Efendi, Molla Fethullah ve Şeyh Fethullah Efendilere de ziyade muhabbeti vardır.

Keskin zekâsı ve güçlü hafızasının yardımıyla katıldığı bütün münazaralardan başarıyla çıkar. Doğudaki meşhur alimlere rüştünü fiilen ispatlar. Said’in genç yaşta ulaştığı ilmi seviye herkesin dikkatini çeker. Anlaşılması en zor konuları kısa sürede kavraması, kitapları bir kere okumakla ezberine alabilmesi gibi özellikleri sebebiyle, zamanın âlimleri tarafından kendisine “Bediüzzaman (zamanın eşsizi)” unvanı verilir.

Abdurrahman Tağî’nin Tağ köyünde medresesi vardır. Said on yaşlarında burada ders alır. Abdurrahman-ı Tağî, Nurslu talebelerden birisinin İslâmiyet’e çok büyük hizmetler edeceğini, İslâm’ı tecdid edeceğini hissettiği için Nurslu talebelere, bilhassa küçük Said’e çok alâka gösterir, iltifat eder.

Said’in babası Sofi Mirza Efendi, zaman zaman Seyyid Sıbğatullah Hazretlerini ziyaret eder. Bu ziyaretlerin birinde Seyyid Sıbğatullah ayağa kalkarak, Sofi Mirza’ya meclisin başköşesinde yer gösterir. Orada bulunan ulemâ ve hulefâ, bu basit, ümmî Nurslu köylüye neden bu kadar alâka ve hürmet gösterdiğini sordukları zaman, Gavs-ı Hizan şu cevabı verir: Bu Sofi Mirza ileride öyle bir zata baba olacak, bunun sulbünden öyle bir zat gelecek ki, o zata baba olmayı ben on gavslığa tercih ederim.

Said, Münazarat’ta kendisinden övgü ile bahseder: Şu üslûp, bir silsilenin mübarek hırkalarının parçalarından dikilmiştir. Yani Şah-ı Nakşibend, İmam-ı Rabbanî, Halid Ziyaeddin, Seyyid Tâhâ, Seyyid Sıbğatullah ve Seyda gibi evliyaya işaret var.

Molla Mehmed Emin Efendinin kervansaray mahiyetindeki evi ve dergâhı uzun yıllar etrafa Nakşi nurunu saçar. Bediüzzaman’ın Şeyh Emin Efendi ile münasebeti çocukluk yıllarında başlar. Tağ Köyündeki Molla Mehmed Emin Efendinin medresesine gider. Türlü zorluklar içinde ders alır.

15.yüzyılda yaşayan Mîr Hasan Veli’nin Müküs’teki Medresesinde Said bir süre eğitim görür. Medrese seçkinci bir eğitim anlayışına sahiptir. Alt derecedeki talebelere ilgi gösterilmez. Bunun üzerine, Said o medresenin usulünde sıra ile okunması gereken yedi ders kitabını terk ederek, sekizinci kitaptan okumaya başlar.

Evliyaların Halka-i Zikrinde

Sürekli hareket halindeki bu engin ruh birçok velinin sohbetine iştirak eder.

Hizan Şeyhi Seyyid Nur Muhammed’e gider. Ders ve sohbet halkasına katılır. Kısa zamanda şeyhin sevgisini kazanır. “Şeyh Talebesi” lakabını alır.

Molla Fethullah Efendi Nakşî şeyhlerinden Abdurrahman-ı Tâğî Hazretlerinin talebelerindendir. Vefatından sonra onun yerine geçer. İlim  ve tarikat yoluyla dine hizmet eder. Said kendisinden ders alır. Molla Fethullah Said’in zekasına, ilmine ve fazlına hayran kalarak ona “Bediüzzaman” unvanını verir.

İlmi noktada kemal derecesinde bir birikime ulaşan Said edip, şair, tarihçi ve mutasavvuf Ahmed Hani Türbesinde ve Kubbe-i Hasiye’de bir süre inziva hayatı yaşar. Buralarda geçirdiği günler maneviyat dünyasının oluşmasına büyük katkı sağlar.

Şeyh Seyyid Nur Muhammed Said’in medrese eğitimine başladığı dönemdeki ilk hocasıdır. Said’in Nakşî üstadı Seyyid Nur Muhammed, Kadirî üstadı Nureddin’dir.

Nakşî şeyhi Muhammed Küfrevî çocukluk ve gençlik devresinde Said’e silsile-i ilmiyede en son ve en mübârek dersi verir.

Çağının Garibüzzaman’ı Bediüzzaman

Said kimine göre bedi, kimine göre bedevidir. Farklılıkları içinde barındırır. Kah serada, kah süreyyadadır. Her insana hitap edecek şekilde yaratıldığı için her insanın yaşayabileceği ortalama halleri o zirve noktasında yaşar. Daha o günlerde bile İslam alemine vurulan darbeleri ilk önce kendi kalbine vurulmuş gibi hisseder.

Gerek beden, gerekse de manevi açıdan sürekli hareket halindedir.  Bu durum onu zaman zaman yorar. Bazen bu yorgun hallerinden doğan dertlerini dostlarının bile rikkatine dokunacak şekilde anlatır. Böylece Kur’ân’dan gelen şifanın ne kadar etkili olduğunu göstermek ister.

Tam da bu günlerde Said günde bir-iki cüz okumak suretiyle Kur’ân’ı ezberlemeye başlar. Her gün iki cüz’ ezberleyerek Kur’ân’ın mühim bir kısmını hıfzına alır. Fakat o gün için Kur’ân’ı tamamen ezberlemez.

Bunun yerine Kur’ân hakikatlerinin anahtarı olacak ve şüphelere karşı muhafaza ve mukabele edecek İslâmi hikmet ve fene dair kırk risaleyi iki senede hıfzına alır. Her gün bir parça ezberden okumak suretiyle, hepsini üç ayda devreder.

Valilik Konağında Çağını Okuyan Adam

Bitlis Vilâyet konağın kütüphanesi Said’e  doğu ile birlikte batı dünyasına ait bilgilere kısa yoldan ulaşmasına zemin hazırlar. Burada geçirdiği iki yıl, din ilimleri ile birlikte fen ilimlerine de vakıf olmasını sağlar.

Bitlis’te gündemi yakından takip etmeye çalışır.  Gazete ve dergilerden istifade eder. Bir yandan coğrafya, tarih,  matematik, fizik,  kimya, astronomi ve felsefe gibi alanlarda yazılmış kitaplarla meşgul olurken; diğer yandan İslam dünyasını, Osmanlıyı ve Şark Vilayetlerini yakından ilgilendiren meseleleri takip eder.

İnsanlığın Özgeçmişi Risale-i Nurların Bahçesi Hazırlanıyor

Said, Bitlis’te iken onbeş-onaltı yaşlarındadır. Bülûğ çağına yeni girmiştir. O zamana kadar bütün malûmatı sünuhat kabilinden olduğu için, ilmi meseleleri uzun uzadıya mütalaaya lüzum görmez. Fakat o günden sonra sünuhat yavaş yavaş kaybolmaya başlar. Bunun nedeni bülûğ çağına girmek ve siyasi hayata atıldığı için halkla yakın temas etmektir. Sünuhatın kesildiğinin farkına varan Said değişik bilimlere ait eserleri tetkike başlar. Özellikle İslâm dini ile ilgili zihinlerde oluşan şekk ve şüpheleri ortadan kaldırmak için  ‘Metali’ ve ‘Mevakıf’ ismindeki eserler ile ulûm-u âliye olarak nitelendirilen Sarf, Nahiv, Mantık, Tefsir ve İlm-i Kelâma dair kırk kadar kitabı iki sene zarfında ezberler. Her gece 1-2 saat okumak şartıyla, ezberlediği bu kitapları üç ayda bir defa devreder. İlmi sahadaki bu yoğun çalışmaları bir zaman sonra 360 cilt kitabı, 1.300.000 hadisi ezberine almak şeklinde netice verecektir.

Anne rahmine düştüğü günden bu yana Allah’ın inayeti ile çağının vazifeli şahsı olarak yetişen Said sadece bir coğrafyaya, mezhebe, meşrebe ve anlayışa göre değil, bütün insanlığın beklentilerine cevap verecek şekilde yetişir.

Doğuda din ve kalp, batıda ise akıl ve ilim ağır basmaktadır. Said 15-16 yaşına gelinceye kadarki dönemde, daha çok sünuhata, zuhurata, vehbi surette elde edilen bilgiye tabi olarak yaşar. Son 5 yıl içinde birçok doğu ve güney doğu şehrine gider. Buralarda farklı görüşe, düşünüşe, anlayışa, mezhebe ve meşrebe mensup kişilerle karşılaşır.

Bu durum onu, İslam’ın çağın idrakine uygun şekilde anlatılabilmenin yolunun insanların akıllarını ve kalplerini din ve ilim ile ikna ve ilzam etmekten, bunu da üst bir edebi dil ile ifade etmekten geçtiği şeklinde bir kanata ulaştırır. Bundan dolayı 15-16 yaşlarında ‘Metali’ ve ‘Mevakıf’ gibi eserleri, ulûm-u âliye olarak nitelendirilen Sarf, Nahiv, Mantık gibi ilimler ile Tefsir ve Kelâm ilmine dair eserleri birlikte tetkik etme ihtiyacı duyar. Bu sistem daha sonraları Medresetüzzehra olarak nitelendirdiği, çok daha sonraları Risale-i Nur olarak karşılığını bulacak bir anlayışın ipuçlarını verir.

Nurs, Van ve Barla

Risale-i Nur’un müellifinin hayatında Nurs, Van ve Barla’nın büyük önemi vardır.

Nurs bahçe, Van çekirdek, Barla meyve, Urfa meyvenin toprağa düştüğü ve binlerce ağaç olarak yeniden dirildiği yerdir.

Nurs, Üstadın şahsında ezeli kelamın ebedi sese dönüştüğü Risale-i Nur’un bahçesidir. Toprağı Ebubekirlerden, Ömerlerden, Osmanlardan, Alilerdendir.

Bahçe mübarek insanlar, mekanlar ve unsurlar tarafından ipek gibi işlenmektedir. Suyu Mekke’deki zemzemden, havası Medine’deki menzilden gelmektedir. Suyu baba tarafından Hz. Hasan, havayı anne tarafından Hz. Hüseyin taşımaktadır. Çitleri alimler, veliler, mütefekkirlerdir. Bahçıvanı Abdülkadir Geylani Hazretleridir.

Bahçıvan tohumu toprağa serecek, bir zaman sonra o topraktan aleme kut ve gıda olacak Meyve Risaleleri yeşerecektir. 

Nurs’ta Peygamberimizin, Geylani’nin ve Şeyh Mehmed Küfrevînin rüyalarından, annesinin ve babasının dualarından, Nurs’un mübarek menzillerinden, dağlardan, tepelerden, çeşmelerden, karıncalardan, kuşlardan, tekkelerden, medreselerden doğan sünuhat, tuluat, zuhurat kabilinden bir Vehbi ilim vardır. Van’da Hz. Ebubekir’den, Erek’ten, kitaplardan, kütüphanelerden doğan kesbi bir ilim vardır. Barla’da, Nurs’taki vehbi, Van’daki kesbi ilimden doğan Risale-i Nur vardır.

Nurs ruh, Van akıl, Barla kalptir. Nurs’ta içinden geçenleri, Van’da bildiklerini, Barla’da ise içinden geçenlerden ve bildiklerinden mecz olan feyizleri dile getirir.

Edep ve dil dersini Ahmed-i Haniden, ebediyet ve din dersini Geylani’den, ilmin künhünü Efendimizden, şefkat dersini annesinden, hikmet dersini babasından, özgürlük ve istiklal dersini Nurs’un dağlarından, tabiat ve kainat dersini kurtlardan, kuşlardan, ağaçlardan, cumhuriyet dersini Kubbe-i Hasiye’de karıncalardan alan Bediüzzaman ne gariptir ki Cumhuriyet kurulduğunda Barla’da devlet dersinden sınıfta kalır(!).  

Kubbe-i Haşiyede karıncaları dost edinir. Barla’da kedileri yoldaş edinir.

Nurs’da şarkın özgür dağlarında dolaşmaktadır. Barla’da ise özgürlüklerine ket vurulmaya çalışılmaktadır. Nurs aksiyon, Barla reaksiyondur.

Said, Nurs’ta özgür, Barla’da özgündür. Nurs’ta klasik medrese ve tekke eğitim sistemin standartlarına bağlı kalsaydı, bu anlamda özgürlüğü kısıtlansaydı Barla’da çağın idrakine uygun çareler sunan Risale-i Nur gibi özgün bir eser ortaya çıkmazdı.

Nurs Dağları Risalenin ana rahmidir. Van’daki Erek dağı bir menzildir. Said Erek’te münzevidir. Orada yay gibi gerilir. Kalbi bir oktur. Yay ne kadar çok gerilirse okun alacağı mesafe o kadar uzundur. Üstad Erek dağı mesafesinde geri çekilir. Ok Barla’da Gelincik Dağına ulaşır.

Ayetler Mekki ve Medeni ayetler gibi şemsi ve kameri ayetler olarak ikiye ayrılır. Şemsi ayetler gündüz saatlerinde iner. Rahmet ağır basar. Kameri ayetler ise gece inzal olur. Gazap ağır basar.

Said Nurs’ta bir kamerdir, bir Aydır. Etrafında Peygamberimizden Geylani’ye, annesinden Ahmed-i Haniye kadar yüzlerce güneş vardır. Ay, ışığını ve nurunu bu güneşlerden almaktadır.

Said, Barla’da Güneştir. Güneş nurunu Nurs’taki Aya vuran güneşlerden almaktadır.

Said Barla’da Asya’nın kandillerinden bir kandildir.  O kandilin kabı Üstad, yağı sayfa sayfa Risale-i Nurlar’dır. Risale-i Nurlar ile dünya aydınlanmaktadır.

Nurs îmanıbillah, Van marifetullah, Barla muhabbetullahtır. Hepsinde bir lezzet-i ruhaniye vardır.

Nurs düşünme, Barla taşınmadır. Nurs fikir, Barla bir aksiyondur.

Nurs temel, Barla binadır. Temelsiz bina ne kadar mümkün değilse, binasız temel de o kadar mümkün değildir. Nurs’suz Barla mümkün değildir.

Nurs içinde bir Barla, Barla, içinde bir Nurs taşır.

Barla’da, Yokuşbaşı Camiinin başındaki çınarın tohumları, Nurs’taki Said’in evinin önündeki çınar ağacındandır. 2 yaşında Nurs’ta tefekkür ve tenezzüh ettiği çınar yaprağının aynısına yıllar sonra Yokuşbası’ndaki bu çınar ağacında da rastlamıştır.

Nurs Said’in, Van Seyda’nın, Barla Üstadın doğduğu yerdir.

Nurs Said Nursî, Barla Risale-i Nur’dur. 

Nurs usul, Van esas, Barla üsluptur. Usul esastan önce gelir.

Nurs feyz, Van ilim, Barla irfandır.

Nurs eğitim, Van öğrenim, Barla öğretimdir.

Nurs tasavvuf, Van kelam, Barla kalemdir.

Nurs cemal, Van celal, Barla kemaldir.

Nurs tekke, Van medrese, Barla Medrese-i Nuriyedir.

Nurs derviş, Barla şakirttir.

Nurs îsra, Barla miraç, sidretül müntehadır.

Nurs ibda, Barla inşadır.

Nurs mebde, Barla müntehadır.

Nurs atayurdu, Barla anayurdudur.

Said, Nurs’ta doğmuş, Barla’da vefat etmiştir.

Nurs, Said’in geçmişi, Barla geleceğidir. Nurs ezel, Barla Ebettir.

Nurs, insanlığın mazisi, Said’in kırkında yerleşeceği Barla insanlığın atisidir.

Nurs kabristanı Said’in geçmişi, Barla kabristanı geleceğidir. Ahmed-i Hani Türbesi ve Kubbe-i Hasiye araftır.

Kalbimizde bir güneş gibi Nurs’u, aklımızda bir kıble gibi Nursî’yi, kolumuzda bir saat gibi Risaleyi taşıyarak yollara düşmenin vaktidir.

Yürü, yürü yollar senindir. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum