'Nurlara Sahib Çıkacaksın'

Bir tanıdığımın benden, kendisi için yapmamı istediği bir talebini olanaklar el verdiğince yapabilmeyi isterim. Bu eğer bir arkadaşımın ricası  ise, bu ricasını mümkün olduğunca yerine getirebilmek için uğraşır didinirim. Fakat bu ricayı bir dostum  istiyorsa benden, bu ricayı bir nevi emir telakki ederim ve zamanımın çoğunu bu meselenin hallolması için bila tereddüt sarfederim.

Dostluklar ve arkadaşlıklar arasında durum bu merkezde ise eğer, daha yüce bir makamdan gelen istekleri ve hatta tavsiyeleri bile elbetteki emir telakki etmek gerekiyor.  Bu gözler, üst rütbedeki bir amirle veya üst düzey bir siyasi ile telefonda konuşurken  ayağa kalkıp önünü ilikleyenleri ve hazır ol durumuna geçenleri de gördü. Demek ki karşısında olduğumuz makamın yüceliği nisbetinde bir 'durum alışımız' oluyor ve tepkilerimiz de ona göre şekilleniyor.

Durum bu minval üzereyken, faraza muhal, eğer Bediüzzaman’ı görebilme ve talebesi olabilme bahtiyarlığına erebilseydim, Üstadımın en küçük isteğini bile yerine getirebilmek için herşeyi göze almam gerekirdi. Çünkü karşımdaki Üstad idi. Misalen, Üstad hazretleri  bana deseydi : "Veysel! Bu nurları neşredeceksin. Bu nurlara sahib çıkacaksın." Şahsım olarak  direkt böyle  bir emir karşısında kalsaydım, heralde bu meseleyi hayatımın en önemli vazifesi bilmem gerekirdi diye düşünüyorum.

Ama 'bana böyle bir emir verilmediği gibi böyle bir istekte bulunan da olmadı' rahatlığıyla elimden gelenin ancak onda birini bu vazife için sarfedebiliyorsam ve eğer birileri de  'durumdan vazife çıkarıp'  bu yükün altına sadece elini değil bütün varlığını koyabiliyorsa, ya  ben  bu 'Risale-i Nur'un maddeten ve manen neşri vazifesinin' dairesi dışındayım veya da kendimi vazifeli  hissetmiyorum demektir.

Bediüzzaman hazretleri, Risale-i Nur ile muhatabiyeti olanlara ve benim gibi durumdan vazife çıkarmayanlara sesleniyor ve emrediyor. Evet Üstad hazretlerinin "Müstakbeldeki insanlarla konuşacağım" diyerek, mazi derelerinden zamanımıza uzanan telsiz telgraf ile bizlere seslenişini nefsim ile beraber herkes dinlemelidirler.

Ey (bin) üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitâne Nûr’un sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temâşâ eden Said’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tâhir’ler, Yûsuf’lar, Ahmed’ler vesâireler!.. Bu isim listesine herkes kendi ismini de eklemelidirler. Hüseyin'ler, Ali'ler, Mustafa'lar, Veysel'ler !..Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, “Sadakte” deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muâsırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mâzi derelerinden sizin yüksek istikbâlinize uzanan telsiz telgrafla sizinle konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennetâsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır. Biz, hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki: Mâzi kıt’asına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarımıza uğrayınız; o bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin mezartaşı denilen ve kemiklerimizi misâfir eden ve Horhor toprağının kapıcısı olan kalenin (Van Kal'ası) başına takınız. Kapıcıya tenbih edeceğiz; bizi çağırınız. Mezarımızdan “Henîen leküm” (Ne mutlu size!) sadâsını işiteceksiniz. “Hatta, misafirlerimizin gölgeleri bile mezartaşımızdan bu sadâyı işitecektir.”

Şu zamanın memesinden bizimle süt emen ve gözleri arkada mâziye bakan ve tasavvuratları kendileri gibi hakîkatsiz ve ayrılmış olan bu çocuklar, varsınlar şu kitabın (Haşiye-İstikbalde te'lif edilecek Risale-i Nur Külliyatını hiss-i kablelvuku' ile haber veriyor.) hakâikını hayal tevehhüm etsinler. Zira ben biliyorum ki, şu kitabın mesâili hakikat olarak sizde tahakkuk edecektir.

Ey muhataplarım! Ben çok bağırıyorum. Zîrâ asr-ı sâlis-i aşrın (yani on üçüncü asrın) minaresinin başında durmuşum; sûreten medenî ve dinde lâkayt ve fikren mâzinin en derin derelerinde olanları câmie dâvet ediyorum.

İşte, ey iki hayatın rûhu hükmünde olan İslâmiyeti bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor, çekiliniz. Tâ ki, hakîkat-i İslâmiyeyi hakkıyla kâinat üzerinde temevvücsâz edecek olan nesl-i cedid gelsin! (Tarihçe-i Hayat -80)

Üstad hazretleri bizden bahar hediyeleri istiyor. Bahar mevsimini gaflet uykusu ile geçirmeyenler yazın habercisi olan bu bahar ikliminden deste deste güller devşirmelidirler. Yıllar ötesinden bizlere seslenen Bediüzzaman'ın bizden beklentilerini kimler mi yerine getirecek? Merhum Necip Fazıl Kısakürek'in ifadeleri ile cevaplayalım:

'Kim var? ' diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert 'ben varım! ' cevabını verici, her ferdi 'benim olmadığım yerde kimse yoktur! ' fikrini besleyici bir dâva ahlâkına kaynak bir gençlik..."

Bir asır öncesinden bizlere seslenen Bediüzzaman ve asırlarca ötelerden kardeşlerine selam gönderen Hz.Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm...

Anam babam sana feda, canım yolunda fena, ruhum ruhuna feda olsun...       
-Bu selamı almaya hakkım var mı bilmiyorum ama, yine de -
"Ve Aleyküm Selâm Yâ Resulullah!" diyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.