Said Nursi mahkemede de sivil itaatsizdi

Said Nursi mahkemede de sivil itaatsizdi

Prof. Dr. Mevlüt Uyanık, Said Nursi'nin sivil itaatsizlik örneklerini anlattı

Risale Haber-Haber Merkezi

Prof. Dr. Mevlüt Uyanık, Said Nursi'nin sivil itaatsizlik örneklerini anlattı.

"Müspet hareket tarzı olarak sivil itaatsizlik" başlıklı Zaman gazetesindeki yazısında sivil itaatsizlikte şiddet olmadığıa dikkat çeken Uyanık, "İhtar ve uyarılarda bulunur; ama tehdit asla yapılmaz, yasal düzeltme yolları tıkalı olduğu kesinleşince, en son yöntem olarak sivil itaatsizliğe başvurulur" dedi.

Felsefe tarihinde ilk itaatkâr sivil itaatsizin Sokrates olduğunu belirten Uyanık, Thoreau, Gandhi, Martin Luther King gibi aydınların da bu yönetemi kullandığını ifade etti. Yakın dönemde bu ilkeye Bediüzzaman Said Nursi ve müspet hareket ile örnek veren Prof. Uyanık, "Nursi (1873-1960), hem Osmanlı'nın son zamanlarında Meşrutiyet hem de Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması ile birlikte yönetimlerin yasallığını kabul ediyor; ama her iki dönemde yapılan haksız uygulamalara ve baskılara karşı şiddete ve menfi bir harekete başvurmadan özgüvenli; fikri temeller üzerine kurulu müspet bir hareket tarzı ortaya koymaya gayret ediyor" şeklinde yazdı.

Prof. Uyanık yazısında şu görüşlere yer verdi:

Özellikle resmî bir muhalefete imkân tanımadığı, dinî değerleri önceleyenlerin siyasal sürece katılımının engellendiği, dinî sembollere karşı sert önlemlerin alındığı Tek Parti döneminde; baskılara karşı onun sabırlı ve barışçıl bir direnişi tavsiye etmesi önemlidir. Bu açıdan bireysel ve toplumsal yansımaları olan eylemleri ve şiddeti reddeden, barışı önceleyen bu müspet hareket tarzının pasif ya da sivil itaatsiz bir muhalefet örneği şeklinde değerlendirilmesi mümkündür. Buradaki ölçütü şudur: "Yapılan haksızlık ve kötülük şahsına yönelik ise, kendi hakkından vazgeçme hakkı vardır, ama başkalarının hukukunu çiğneyenleri affetme hakkı yoktur, çünkü zulme ortak olur."

Eski ve Yeni Said dönemlerini bu bağlamda analiz ettiğimiz zaman bu tutum ve tavrın birçok örneğini görürüz. İyiliği emretmek, kötülükten/sefahatten sakındırmak görevini, düşmanlıkları pekiştirmek yerine kalpleri birleştirmeyi aleni bir şekilde yapmasının en iyi örneği Miran aşiret reisi ile olan diyaloğudur. Osmanlı Devleti'nin denetiminde de olsa, Miran aşireti reisi Mustafa Paşa'nın haksız vergiler almasının yüzüne karşı yanlış olduğunu söylemek ve kendini kabul ettirmek, önemli bir tavırdır. Eski Said diye nitelendirdiği dönemde 31 Mart vakasını takiben tutuklanır ve mahkeme edilir. Verdiği savunmada görüldüğü üzere, yöneticiye ve yönetim tarzına bir itirazı yok, muhalefeti padişah bile olsa yapılan yanlış uygulamaya; yani zulmedir.

Eski Said'den Yeni Said dediği döneme geçişteki örnek olaylardan biri şudur: Hükümet, onu Burdur iline sürgün olarak göndermek ister. İçlerinde silahlı gruplar ve eşrafın da bulunduğu halk, onu jandarmaya teslim etmek istemez, ama herhangi bir olay çıkmasına engel olur. Muhaliflere karşı mücadelenin zor kullanma ve çekişme ile değil de, ikna ve ispat yolu ile olacağını söyler.

Buna rağmen peş peşe tutuklanmalar ve hapisler yaşamıştır. Eskişehir'e, rejim aleyhtarlığı yapmak suçundan tutuklanarak gönderilir. "Zulmen bütün hukuk-u medeniyeden ve insaniyeden ve yaşama hakkından mahrum edilmiş" bir hayat sürmüştür. Bu uygulamaların meşruiyeti ise kanunu uygulayanın zalim olmayacağı, bilakis buna uymayanın asi olacağı önermesi ile sağlanıyordu.

Bu iddiaya verdiği cevap, sivil itaatsizliğin en güzel örneğidir. Çünkü bir uygulamanın kanuni olması, önce bunu vazedenlerin ona uyması ve fıtrat ve vicdan ilkelerine uygunluğu ile gerçekleşir, yoksa başarılı olamaz, çünkü fıtrata aykırıdır. Bunun yanı sıra beşer fıtratındaki ilahi kanunu değiştirip hukukta eşitlik ilkesi uygulanırsa, bunun çok zor olacağını belirterek, son tahlilde, buna da razı olacağını belirtir. Önemli olan tam adaletin lehinde, zulüm, baskı ve tahakkümün aleyhinde olmaktır. Oysa yapılanların kanunla hiçbir ilgisi yoktur. Ayrıca kendilerinin uygulamadığını (musavaat-ı hukuk) başkalarına uygulamanın hiçbir hukuki dayanağı da yoktur. Ama kendisine yapılan haksızlıklara karşı siyasal şiddet içeren hiçbir davranış içine girmemiştir. Nitekim Şeyh Said isyanına da katılmamıştır. Çünkü emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker ilkesi gereği dinsel ve etik bir temelden hareketle haksızlıklara direnirken temel ilkesi de, en faydalı olanı talep etmek olduğunu söylemiş, bunun için de her durumda açık, net ve doğru olmayı tercih etmenin zorunluluğunu göstermiştir. Vatana, millete ve asayişe zararvermemek temel ilke olunca, hiçbir gizli örgüt ve komitelerle ilişkinin olmaması da doğaldır.

Afyon mahkemesinde sivil itaatsizlik örneğinin nasıl olacağını göstermiştir. Üçünçü kez tutuklanan ve yaşı ilerlemiş bir alimi, hükümet bütün hürriyetlerden mahrum etmeye devam ediyor. Yirmi ay ceza alıyor. Hapiste iken bir de zehirleniyor. Ama buna rağmen 'Eğer ölürsem, dostlarım intikam almasınlar.' demeyi ihmal etmiyor. Görüldüğü üzere, o, her durumda şiddeti reddediyor, beddua bile etmiyor ve barış çağrısı yapıyor.

Nursi'ye göre, bir sistem içinde şiddetli muhalifler olması doğaldır. Fikir hürriyeti ve vicdan serbestliği ilkeleri gereğince, bir kısım Risale-i Nur talebeleri, sisteme dokunmamak kaydıyla, rejim ve usulünüzü ilmen kabul etmeyebilir, muhalif olarak durabilir, ama onlara kanunen ilişilmez. Çünkü bir şeyi reddetmek ayrıdır, kalben kabul etmemek ayrıdır, onunla amel etmemek tamamen ayrıdır. Yönetim, yapılan eylemlere bakar, kalpte olanlar ile ilgilenmez.

Ayrıca akıldan çıkarılmaması gereken nokta şudur: Kanunda keyfilik her zaman olabilir veyahut bir idarecinin keyfi, kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen taraftar olmak gibi bir zorunluluğumuz da yoktur. Bireysel olarak onunla amel etmek de gerekmez. "Yanlış ve kötünün iyisini seçmek, kötülükten yana karar vermek demektir." diyerek "yanlışa evet" dememiştir.

Bu ilke genelleştirilebilirse, hem siyaset hem de dinî alanda birçok suistimaller ortadan kalkacaktır. Çünkü "Kötüyle yaşamak istemiyorsan, kötülük yapma ve yanlışları onaylama." şeklindeki ilke, zaman, mekân ve sınır tanımaz.

Özetle İslam düşünce tarihi açısından söyleyecek olursak, Hasan Basri, Ebu Hanife ve Said Nursi gibi iç dinginliğini yakalamış, bilge insanların suistimaller ve haksız uygulamalar karşısında nasıl davrandığını bilirsek, ehven-i şer mantığıyla kötünün az veya çok olmasının mümkün ol(a)mayacağını göreceğiz. Çünkü kötülükle yaşamak istemeyen, az veya çok kötü diye bir ayrım yapmadığı ve kötüden yana tavır almadığı yani müspet hareket içinde olduğu zaman adaletli ve ahlaklı bir toplum oluşmasına katkıda bulunur.

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.