Said Nursi: Risale-i Nur masonların belini kırdı

Said Nursi: Risale-i Nur masonların belini kırdı

Bediüzzaman veda yolculuğuna doğru Urfa’ya giderken öyle şeyler söyledi ki

Risale Haber-Haber Merkezi

BEDİÜZZAMAN’IN SON 60 GÜNÜ

20 Mart 1960 Pazar

Bayram Yüksel Ağabey anlatıyor:

“Saat tam dokuzdu. Üstadımızın evinin önünde caddede iki polis bekliyordu. İnönü, Menderes'e hücum etmişti. O zaman hükümet bildirisi olarak radyoda 'Said Nursî'nin Emirdağ ve Isparta'da oturması tavsiye olunur' diye okumuşlardı. Polisler, ekseri Ankara veya İstanbul'a gider diye çok korkuyorlardı. Onun için bilhassa o günlerde çift polis bekliyordu. Araba hareket etmeden, ev sahibi Fitnat Hanım, arabanın yanına geldi.
 
"Üstadımız, 'Hemşirem Allah'a ısmarladık, bana dua edin, çok rahatsızım' demişti.

"Üstad çok hüzünlü ayrıldı. Fitnat Hanımın da gözleri yaşarmıştı. Biz ayrıldıktan sonra, Fitnat Hanım Tahirî Ağabeye, 'Bu sefer Üstaddan ben şüphelendim. Vallahi yerini aramaya gidiyor' demiş. Biz Tahirî Ağabey ile anlamıştık, 'Biz ayrıldığımızda polislere kapıyı açma, hemen yat' demiştik. Çünkü, Tahirî Ağabeyi 'Hoca nereye gitti?' diye suale çekecekler, bizim ne tarafa gittiğimizi öğreneceklerdi.

"Tahiri Ağabey de hiç kapıyı açmıyor, polisler ev sahibesine geliyorlar. 'Teyze, Hoca Efendi ne zaman gitti? Nereye gitti? Biliyor musunuz?' dedikleri zaman, Fitnat Hanım polislere, 'Ben bekçi miyim, ne bileyim, siz bekliyorsunuz ya. Siz bilmiyorsunuz da ben mi bileyim?' diyor.

"Biz garajdan çıktığımızda yağmur yağıyordu, en çok Konya Valisinden korkuyorduk. Çünkü o zamanlar gazetelerin baş manşetlerinde, 'Nurcuların kökünü kazıyacağım' diye her gün aleyhte sözleri çıkıyordu. Eğirdir'e vardığımızda yağmur çok şiddetlendi. Polis karakolunun önünden geçerken, polisler, yağmurun şiddetinden içeri girmişlerdi, bizi görmediler.

"Şarkikaraağaç'a varmadan arabanın plakasına çamur attık. Orada da kimse görmedi. Şarkikaraağaç'ı geçtikten sonra Üstad iyileşti. Arabadan çıktı, abdest tazeledi, geldi. Şarkikaraağaç'ı bir kaç kilometre geçtikten sonra yolun sonunda bir çeşme vardı. Bir taşın üzerinde namaz kıldı. Konya'ya varmadan evradları bitirdi, epeyce düzeldi. Meram bağlarına yaklaştığımızda Üstad yine hastalandı. Hiç konuşamıyordu.

“Konya'ya girişimizde bir bakkaldan zeytin ve peynir aldık. Akşam iftarda yemek için kullanacaktık. Parasını da Üstadımız verdi. 'Evlâtlarım ben çok hastayım, benim yerime siz yiyin' dedi. Konya Valisinin şerrinden korkuyorduk, 'Buradan bizi geri gönderir' diye endişe ediyorduk. Onun şerrinden kurtulmak için daima Ayetü'l-Kürsî'yi okuyordum. Ben Isparta'dan çıkışımızdan itibaren devamlı okuyordum. Zübeyir Ağabeyle Hüsnü kardeş de aynı şekilde okuyorlarmış, sonradan öğrendim. Konya'dan bizi kimse görmeden inayet-ı Hakla, Mevlânâ Camii yanından, Adana yolu üzerinden hareket ettik. Karapınar'dan geçtik. Ereğli'ye varmadan, Üstadımız öne doğru uzandı ve Zübeyir Ağabeyle benim kulağımdan tuttu.
 
"‘Evlatlarım siz hiç merak etmeyin. Risale-i Nur, dinsizlerin, masonların belini kırmıştır. Risale-i Nur daima galiptir. Siz hiç merak etmeyin.' Bunları mükerrer söyledi. Bazı şeyler daha söyledi. Üstadımızın sözü çok zor anlaşılıyordu.

"‘Bunlar beni anlayamadılar, bunlar beni anlayamadılar, bunlar beni anlayamadılar, bunlar beni siyasete bulaştırmak istediler' dedi. O zamanlar İstanbul'daki talebeler yürüyüş yapmak istiyorlar, vali de, 'Peki, karşı tarafa da müsaade etsem razı mısınız?' diyor. Solcu talebeler ise, 'Biz razı değiliz. Bize de müsaade etme, onlara da' diyorlar. Bunları Üstadımız duymuştu çok üzülmüştü. 'Ben buradan gitsem bunlar tokat yiyecek, karışacak' demişti. Hakikaten karıştı.

"Ereğli'ye varmadan ikindi namazını kıldık. Burada Üstadımız namazı arabada kıldı. Akşam namazından Ulukışla'ya vardık. Üstad 'Acaba biraz yemek yiyebilir miyiz?' dedi.  Zübeyir Ağabeyle lokantadan pirinç pilavı aldık, pilavdan Üstada yemek yapacaktık. Arabanın arkasında gaz ocağı vardı, fakat ayağı kırıktı ve kış olduğu için çok soğuktu. Pozantı'yı geçerken tren yolu bekçisi sobayı yakmış ısınıyordu. Ben memura rica ettim, 'Hastamız var, ocağımızın ayağı kırıldı, parasını verelim, azıcık yemek ısıtacağız' dedim. Memur razı oldu, 'Buyurun ısıtın' dedi. Zübeyir Ağabeyle Üstad arabada kaldı. Hüsnü kardeşle ben yemeğin suyunu süzdük, çok az tereyağımız vardı çay kaşığı ile kattık, bir yumurta ve biraz da yoğurt kattık. Üstadımız bir kaşık aldı, yiyemedi. Boğazından geçmedi.

“Gece Adana'dan geçtik, yatsıdan sonra Ceyhan'a vardık. O zaman yol Ceyhan'ın içinden geçiyordu. Ceyhan'ın kıyısında yatsı namazını kıldık, Hüsnü de bir saat uyudu, devamlı arabayı kullanıyordu. Sahurda Osmaniye'ye vardık, girişte benzin aldık. Ve sahur yemeği yedik. Üstadımız ise hiçbir şey yiyemiyordu. Sabah namazını da Alman Pınarının başında, biz dışarıda, Üstadımız yine arabanın içinde kıldık.  O zamana kadar o dağa Gâvur Dağı derlerdi. Sonra da o dağa Nur Dağı ismini koydular. (1)

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN VE KARDEŞİ ABDÜLMECİD

Yaşar Gökçek ağabey anlatıyor:
 
"Üstadın Urfa'ya hareket ettiği gün, öğleden sonraydı. Abdülmecid Efendilerin Mevlâna Meydanına çıkan bir sokaktaki evlerinin üst katında hep beraber oturuyorduk. Kapıları çalındı. Kapıya bakan Saadet, Üstad Hazretlerinin teşrif ettiklerini ve aşağıda arabada beklediklerin haber verdi. Abdülmecid Efendiyle beraber hepimiz kapıya indik. Üstâd, arabadan;

"‘Abdülmecid ben Urfa'ya gidiyorum. Belki bir daha görüşemeyeceğiz. Bana hakkınızı helâl ediniz' buyurdular.

"Abdülmecid Efendi:

"‘Seydâ! Bizim sana ne hizmetimiz oldu ki, hakkımız olsun. Asıl sen bize hakkını helâl et. Bizi sen okutup yetiştirdin' dediler.

"Bunu üzerine Üstâd:

"‘Senin de, Rabiâ'nın da bende çok haklarınız vardır. İkiniz de bana haklarınızı helâl ediniz' buyurunca karşılıklı helâllaştılar. Üstâd arabadan yerleşmek üzere biraz geri çekilmişken, tekrar eğildi ve Abdülmecid Efendiye:

"‘Abdülmecid, Abdülmecid! Bu kadar korkak olma! Vallahi mahpushanede sana Rabiâ'dan daha iyi bakarlar' buyurdu.

"Abdülmecid Efendi de;
"‘Seydâ! Ben neyleyeyim ki, Cenab-ı Hak benim cesaretimi de sana lütfetmiş, seninki iki kat olmuş, bende hiç kalmamış' dedi. (2)

Kaynaklar:
1- Son Şahitler 3.Cild s. 31
2- Son Şahitler 4.Cild s. 288