Babam ölünce Risale-i Nur derslerine gittim

Babam ölünce Risale-i Nur derslerine gittim

Yönetmen ve Senarist Sırrı Süreyya Önder, 'Babam öldüğünde Risale-i Nur okutulan derslere devam ettim' dedi

RisaleHaber-Haber Merkezi

Yönetmen ve Senarist Sırrı Süreyya Önder, Sabah'ta yayınlanan röportajında, 'Babam öldüğünde sekiz yaşımdaydım, onun ölümüyle birlikte o zaman dershane tabir edilen ve Risale-i Nur okutulan derslere devam ettim' dedi.

Müjgan Halis ve Olkan Özyurt'un röportajından ilgili bölümler:


Hayatımıza 2006'da girdiniz. Bir film yaptınız, bir filmin de senaryosunu yazdınız ve sadece bu kadarla ülkenin sevdiği ilaç gibi bir adam oldunuz. Ne diyorsunuz?

Ben iddialarla dâhil olmadım sinema sektörüne. Sadece bir iddiam var: Derdimi derli toplu anlatabilmek, kendim için geçer not eşiği bu. Politikayı sinemanın önüne koyan bir insanım. 'Dünya görüşün mü, sanatın mı' dediklerinde daima siyasetim sinemanın önüne geçer. Dertlerimizi daha çok öne koyuyorum, bunu bir romanla da yapabilirdim, becerebilsem şiirle de olurdu, çizebilsem resimle de olurdu, sinema denk geldi, sinemayla oldu.

Bu dertler ne zaman başladı?

Çocukluktan beri. Adıyaman'ın iki-üç sosyalist ailesinden birinin çocuğu olarak doğdum. Babam berberlik ederdi, sonra arzuhalcilik yaptı. Belki yazıcılık hüneri oradan geliyordur. Dayılarım da Saidi Nursi'nin talebeleriydi. Ve ben memleketin ahvalini o yaşta anladım: Ya dayım sürgünde ya da hapiste, ya babam cezaevinde ya da değişik mahrumiyetlerde. Hiçbir zaman ikisinin birden dışarıda olduğu bir zaman dilimini görmedi bu ülke.

Erken ölmüş babanız...

Evet, öldüğünde 35 yaşındaydı. Babam öldüğünde sekiz yaşımdaydım, onun ölümüyle birlikte o zaman dershane tabir edilen ve Risale-i Nur okutulan derslere devam ettim. 12-13 yaşından sonra da babamın kitaplarını keşfettim. Babam öldüğünde kendisinden geriye 1970'lerin parasıyla 30 bin TL borç ve bir sürü de kitap kalmıştı. Orhan Kemal, Kemal Tahir, Ahmet Arif, Nâzım Hikmet'i bu kitaplardan keşfettim. Yolculuğum Risale-i Nur'dan sosyalizme doğru bir kayma gösterdi. Fakat o kanalları hiç kapatmadım. Şunu o zaman keşfettim: Bir insan sizin perspektifinizden bakmayabilir, ama bu konuşmanızın önünde engel değil. Bunun için iki şeye ihtiyaç var, birisi mutlak saygı, diğeri reddettiğiniz şey hakkında asgarinin üzerinde bir bilgi sahibi olmanız.

Cezaevinde mektuplaşır mıydınız?

Cezaevindeyken bana -annemin okuma yazması yoktur- iki kişiden mektup gelirdi. Birisi amcamdı ki sosyalist öğretmen hareketinin önemli isimlerinden biriydi, birisi de dayımdı. Dayım bizzat Bediüzaman'ın yanına kadar gidenlerden biriydi. Dayım mektuplarda sık sık Hz. Eyüp kıssasını anlatırdı. Her mektubunun sonuna bir beyit yerleştirirdi. Amcam eski Adıyaman'ı anlatırdı, eskiden yaşanılanları, sıkıntıları. Onat Kutlar'ın bir değerlendirmesidir bu, cezaevindeki mektuplaşma için 'fısıltıyla konuşmak' tabirini kullanır. Onu bihakkın tecrübe etme imkânım oldu. Çünkü alt metin, satır arası okumak denen şeyin örneğini verdik yıllarca.

DİNDAR KESİMLE MUHABBETİM HEP VARDI

Muhafazakâr kesim neden sizi bu kadar seviyor?

İslami bir mevzuda görüşüm sorulduğunda, bilmediğim bir meseleyse hiç konuşmuyorum. Bildiğim bir meseleyse bildiklerimi tekrar gözden geçirip bir cümle kuruyorum. Bu ona duyduğum saygının bir göstergesidir. Ben bu saygıyı lafla göstermiyorum. Teoloji okumalarım toplam okumalarımın yarısından fazladır. Çünkü dünyada yaşayan insanların yüzde 70-80'i bir tanrıya inanıyor. Sen yeni bir dünya vaat ediyorsun. Ama dünyanın yüzde 80'inin iman ettiği, tüm hayatını buna göre tanzim ettiği bir meseleyi bir nebze araştırma, öğrenme, merak etme ihtiyacı hissetmiyorsun, olmaz böyle şey.

Muhafazakâr kesimle ne zaman muhabbetiniz başladı?

Hep vardı, şu oldu da yollarımız kesişti diye bir şey yok. Ben insanı çok seviyorum. Bunu hisseden insanlar da beni seviyor olsa gerek. İnsanlarla maskeyle konuşmuyorum. Herkesle olduğu gibi muhafazakâr kesimle de muhabbet ederken samimi davranıyorum. Onlara karşı ne gereksiz pohpohlama çabasına giriyorum ne de riyakârca davranıyorum.