28 Şubat Cemaatlerin gözünü açtı!

28 Şubat Cemaatlerin gözünü açtı!

Balyoz Harekat Planı’nda ilk tutuklanacak 36 gazeteciden biri olan Bugün Gazetesi yazarı Nuh Gönültaş Risale Haber’e konuştu

Röportaj: Özkan Erdem-Risale Haber
 
Balyoz Harekat Planı’nda ilk tutuklanacak 36 gazeteciden biri olan Bugün Gazetesi yazarı Nuh Gönültaş Risale Haber’e konuştu
 
DARBE PLANLARININ EN KORKUNCU, EN VAHŞİSİ
 
Son zamanlarda ortaya çıkan ve sizin de tutuklanacak gazeteciler arasında yer aldığınız  ‘Balyoz Hareket Planı’nı nasıl yorumluyorsunuz?
 
Balyoz harekat planı bugüne kadar ortaya çıkan darbe planlarının en korkuncu, en vahşisi ve tabi dolayısıyla da en ilkelidir. Memleketi önce kan gölüne çevirip sonra ülkede yönetime el koyma planıdır. Bu plan kontrgerilla taktikleriyle hazırlanmış bir darbe planıdır. Milletin mukaddes değerlerine yönelik eylemler bizzat ordunun kontrgerilla taktiklerini uygulayıp, millet tahrik edilip ordunun yönetime gelmesi için meşru bir zemin oluşturma çabası sözkonusu.
Tarihi 2003’tür. O tarihte Türkiye’de herhangi bir iç karışıklık, herhangi bir kalkışma vs. yoktur. Bu plan ile ülke 12 Eylül öncesi gibi kan gölüne döndürülecek, sıkıyönetim ilan edilecek ve sonrasında halkın ‘Ordu millet elele’ sloganları ile hükümet devrilip yönetime el konacaktı. Çetin Doğan’ın darbe planı bugüne kadar hazırlanan planların en korkuncu ve kanlısıdır.
 
Eylem planları hayata geçebilseydi Türkiye’de nasıl bir tablo oluşurdu?
 
Eğer bu plan hayata geçirilebilmiş olsaydı ülkede tabir caizse kan gövdeyi götürecekti. Çünkü darbe planında halkın kanlı eylemlerle sokaklara dökülmesi, askeri mekanlara saldırması için tahrik edilmesi sözkonusuydu.
Önce saldırılar için halk tahrik edilecek sonra da saldırı başlayınca kanlı biçimde bastırılacaktı. Vatandaşların üzerine ateş açılacaktı. Çetin Doğan’ın ses kayıtlarında polisin eylemleri bastırmada son derece aciz kaldığı ve vatandaşı dağılmaları için uyardığına dair ifadeler var; “Bu işler dağılın ile falan olmaz, acımasız bir şekilde bastırılmalı” deniyor.
Çetin Doğan cuntası ülkeyi 12 Eylül öncesine döndürüp 12 Eylül’deki gibi yönetime el koyacaktı. Zaten Balyoz darbe planı 12 Eylül’de yönetime el konulması için hazırlanan planlar örnek alınarak hazırlanmış.
 
28 ŞUBAT MİLLETİN DİNİ DEĞERLERİNE ‘TOPYEKÜN SAVAŞ’ AÇTI
 
Her ortaya çıkan belgede cemaatlerin, dindarların fişlendikleri haberlerini okuyoruz. Asker, cemaatlere, dini guruplara neden iç tehdit gözüyle bakıyor sizce?
 
nuh1.jpgBir söz vardır; “Az gelişmiş ülkeler kendi orduları tarafından esir alınmıştır.” Bizdeki durum bu söze benziyor. Ordumuzun değerleri halıkımızın değerleri ile uyuşmuyor. Dolayısıyla halkı iç tehdit olarak görüyor. Sürekli bu halka tepeden bakan bir komuta kademesi sözkonusu.
28 Şubat’a kadar ordunun halkın dini değerlerine karşı tutumunda çok keskin bir çizgi izlenmezdi. 28 Şubat tam bir kırılma noktası oldu. 28 Şubat milletin dini değerlerine ‘topyekun savaş’ açtı. Bu da Hürriyet gazetesinin manşetinden yayınlandı. Ordu halka yönelik operasyonlarını Hürriyet gazetesini kullanarak yaptı hep. 28 Şubat’ın medya ayağının en önemli ayağı Hürriyet Gazetesi’dir. Hürriyet Gazetesi Türkiye’nin en büyük sorunlarından biridir.
 
Halkın fişlenmesi halkın sürekli kontrol altında tutulmaya çalışılması ile alakalıdır. Genç Türkiye kurulduktan sonra bazı dinci, kürtçü kalkışmalar olduğu söylenerek halka karşı ciddi operasyonlar yapıldı. Bu operasyonlarda ordu başrolü oynadı. İnsanlar yargısız, sorgusuz şekilde idam edildi. Bu tür bir başlangıç Türk Ordusu’nda iç tehdit algısını güçlendirdi.
Eğer halk ciddi bir iç tehditse ordunun bu halk üzerindeki konumunu değerlendirmesi gerekiyor. Ya halkla barışacak ya da halkı ezecek. Onlar ikinciyi tercih etmişler. Bunca yıla bu kadar darbe, bunca muhtıra, uyarı sığdırılmasının sebebi budur.
Kısaca ordu ile millet değerleri arasında kan uyuşmazlığı var.
 
CEMAATLAR ORDUYA KARŞI MESAFELİ DAVRANMAYA BAŞLADILAR
 
Türkiye’nin demokratikleşmesinde cemaatlerin nasıl bir rolü var? Ortaya çıkarılan bu Eylem Planları çerçevesinde cemaatlere düşen sorumluluklar nelerdir?

Cemaatlar bugüne kadar hep kendi iç dünyalarında yaşadılar. Demokratik talepleri pek dile getirmediler. “Ordu gözbebeğimiz” mantığı ile hareket ettiler. Ama her zaman ordudan en büyük darbeyi onlar yedi. Hatta demokratik talepleri dile getiren diğer toplumsal kesimleri ordu düşmanı ilan edip onlara karşı oldular. 28 Şubat Cemaatlarin de gözünü açtı. 28 Şubat tam bir kırılma noktasıdır. 28 Şubat bir çok cemaatin lider konumundaki insanlarının yurt dışına çıkmasına yol açtı.
 
TSK bir çok subayı cemaatlere mensup diye ordudan uzaklaştırdı. “Ordunun değil, cemaat liderinin emirlerini yerine getirir bunlar” mantığı ile hareket etti. Bu konuda o kadar ileri gittiler ki, bir subayın ordudan atılması için eşinin başının kapalı olması yetti. 28 Şubat süreci bu konuda tam bir cadı avı başlattı ve namaz kılan, dini değerlere saygısını ifade eden, yaşam biçiminde dine yer veren, kısacası gününün bir kısımı dini değerleri ile meşgul olarak geçiren her subayı ordudan uzaklaştırdı.
 
Bu süreç cemaatların gözünü açtı. Artık cemaatlar “bütün ordumuz değil içindeki bir kısım cuntalar dine karşı” diyorlar ama, orduya karşı mesafeli davranmaya başladılar. Artık gözbebeğimiz demiyorlar. Dolayısıyla ordu ile milletin arasındaki mesafe daha da açıldı. Cemaatlar demokratik talepler konusunda diğer toplumsal kitlelere yayın organları ile destek vermeye başladılar. Bence bu Türkiye için iyiye işaret. Genelkurmay Başkanının “Allah Allah diyen orduya iftira atıyorlar” sözünü millet yemedi. Çünkü ordunun yapısının “savaşta Alllah Allah, barışta yallah yallah” olduğu artık gizlenemiyor. Cemaatlar ordu gerçeğini anladılar.
 
Bir yazınızda “1960'tan beri her hükümet işbaşına geldikten sonra mutlaka TSK tarafından alaşağı edilip görevden uzaklaştırma korkusu ile yaşıyor. Rahmetli Başbakan Adnan Menderes'in idam gömleği üzerinde idam fermanı yazılı fotoğrafları yönetime gelen her başbakanın korkulu rüyası oluyor” diyorsunuz. Kozmik odaya girildi. Cuntacıların eylem planları ele geçirildi vs bir çok güzel gelişme yaşanıyor. Artık bu korkulu dönem kapanmış mıdır sizce?
 
nuh2.jpgTürkiye’de ordu her zaman halkın seçtiği hükümetlerin üzerinde demoklesin kılıcı gibi durmuştur. Gerekli gördüğü hallarde de kılıcı indirmekten çekinmemiştir. Türk halkı yıllarca, önce tahrik edip sonra el koymak şeklindeki kontrgerilla taktikleri ile yönetime el koyan ordunun sırrını çözmüştür.
Dünya da değişmiştir. Soğuk savaş bitmiştir, ama Türk Ordusu hala soğuk savaş dönemi ordusu halinden kendisini yeni şartlara uyduramamıştır. Ordunun son dönemde başına gelenler, ortaya çıkan cuntalar, darbe planları vs. ordunun soğuk savaş dönemi hastalığından hala kurtulmadığını göstermiştir.
 
Bir şey daha var, ordunun artık yönetime el koyma gibi bir kalkışmaya kalkışabileceğini sanmıyorum. Bu mümkün değil, hem iç şartar, hem de dış şartlar buna müsade etmiyor. Bu dönemde NATO ordusunda bazı komutanlar anti amerikancılık yapmaya çalıştılar. Dolayısıyla darbeciler en ciddi dış desteklerini kaybettiler. Herhangi bir NATO ülkesinde ordunun Amerika’ya rağmen yönetime el koyması mümkün değildir.
 
İNSANLAR ÖZGÜRLÜK VE DAHA ÇOK DEMOKRASİ İSTİYOR
 
Demokratik açılım  çalışmalarının geldiği noktayı nasıl görüyorsunuz? Yeterli mi?
 
Demokratik açılım çalışmalarında ciddi bir zaafiyet sözkonusu. Bu konular elbette zamana yayılarak yapılacak, ancak bir yol haritasının çıkarılması ve adım adım planlanan özgürlüklerin gerçekleştirilmesi lazımdı. Başta bu konuda bir yol haritası çıkarılmadan biraz alelacele bir açılım çabasına girişildi. PKK’lı teröristlerin sınırdan büyük gösterilerle Türkiye’ye gelmesi ve tutuklanmaması ciddi bir zaafiyet doğmasına yol açtı.
 
Demokratik çabalar kararlaştırılır ve yapılması için adım atılır. Lafla demokrasi yürümez. İnsanlar özgürlük istiyor, insanlar daha çok demokrasi istiyor. Bunları gerçekleştirmek için ciddi duruş ve kararlılık gerekiyordu. Hükümette o kararlılık baştan beri tam olmadı. “Hele bir başlayalım bakalım, sonra duruma göre geri çekilir ya da devam ederiz” diye düşündüler. Tam bir kararlılık hali yoktu. Dolayısıyla da ilk engelde geri adım atıldı.
 
Bir yazınızda “Türkiye için Kürt ve Türk ırkçılığı ciddi tehlikedir. Geleceğimizi ırkçılık hastalığı üzerine bina edemeyiz” diyor, hatta ırkçılığın PKK’dan daha büyük bir tehlike olduğunu da söylüyorsunuz. Peki bu ‘ırkçılık tehlikesi’nden nasıl ve ne zaman kurtulabiliriz? Somut çözüm önerileriniz nelerdir?
 
Somut çözüm önerim malesef yok. Türkiye’nin bu durumunda somut çözüm önermem pek mümkün değil. Bu zihniyetler var, onları yok etmemiz mümkün değil. Bunlarla birlikte yaşayacağız. O zaman birarada yaşama kültürünü geliştirmemiz gerekiyor. Bunun dışında bir çözüm yok şu aşamada. Bir ararada yaşamak için hoşgörüyü, empatiyi artırmalıyız. Bu da eğitim dışında elde edilecek bir şey değil. Sadece eğitim diyorum. Başka yolu yok.
 
Toplumsal ortak payda size göre nedir? Devletin, hükümetin bu noktada ne gibi bir girişimi olmalıdır?
 
Türk toplumunda toplumsal ortak payda dindir. Ancak laik bir devletimiz var. O halde topumsal ortak paydanın demokratik değerler olması gerektiğini söyleyebilirim. Demokratik değerler ile dini değerler zaten çatışma içinde değiller. Laiklik ile de İslam dini çatışma içinde değil. Tabii ki bizde uygulanan katı laiklik, hatta dinsizlik gibi uygulanan laiklikten söz etmiyorum.
 
Hafta sonları genelde köşenizi daha enfüsi konulara ayırıyordunuz. Neden bundan vazgeçtiniz?
 
Bundan vazgeçmedim. Ben güncel konularda yazan bir gazeteci yazarım. Mümkün olduğu sürece, gündem müsade ettiği ölçüde hafta sonu yazılarımı iman, ahlak, din konularına ayırmaya çalışıyorum. Okuyucu bu tip yazıları çok seviyor. Özellikle ölüm üzerine, hayat üzerine yazılara çok itibar ediyor. Bu da benim bu konuları yazmamı teşvik ediyor. Vazgeçmiş değilim, kendim de tabii bu konularla beslenerek yazmalıyım. Ayrıca gündem de müsade etmeli… Devam edecek merak etmeyin.