Peygamberimizin parmaklarından akan su

Peygamberimizin parmaklarından akan su

Günlük Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim

İşte, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın mübarek parmaklarından suyun akması ve pek çok adama içirmesi mütevatirdir. Öyle bir cemaat nakletmiş ki, yalana ittifakları muhaldir. Şu mu’cize gayet katidir.

***

Birinci Misal: Başta Buharî, Müslim, kütüb-ü sahiha, Hazret-i Enes'ten nakl-i sahihle haber veriyorlar ki:

Hazret-i Enes diyor: Zevra nâm-mahalde, üç yüz kişi kadar, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ile beraberdik. İkindi namazı için abdest almayı emretti. Su bulunmadı. Yalnız bir parça su emretti; getirdik. Mübarek ellerini içine batırdı. Gördüm ki, parmaklarından çeşme gibi su akıyor. Sonra, bütün maiyetindeki üç yüz adam geldiler, umumu abdest alıp içtiler.

İşte, şu misali, Hazret-i Enes, üç yüz kişiyi temsil ederek haber veriyor. Mümkün müdür ki, o üç yüz kişi, şu habere mânen iştirak etmesinler; hem iştirak etmedikleri halde tekzip etmesinler?

İkinci Misal: Başta Buharî, Müslim, kütüb-ü sahiha haber veriyorlar ki:
Hazret-i Câbir ibni Abdullahi'l-Ensârî beyan ediyor: Biz, bin beş yüz kişi, gazve-i Hudeybiye'de susadık. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, kırba denilen deriden bir kap sudan abdest aldı, sonra elini içine soktu. Gördüm ki, parmaklarından çeşme gibi su akıyor. Bin beş yüz kişi içip, kaplarını o kırbadan doldurdular.

Sâlim ibni Ebi'l-Ca'd, Câbir'den sormuş: "Kaç kişiydiniz?" Câbir demiş ki: "Yüz bin kişi de olsaydı, yine kâfi gelirdi. Fakat biz, on beş yüz (yani bin beş yüz) idik."

İşte, şu mucize-i bâhirenin râvileri, mânen bin beş yüz kadardırlar. Çünkü, fıtrat-ı beşeriyede, yalana yalan demek bir meyl-i arzusu vardır. Sahabeler ise, sıdk ve doğruluk için, can ve mal ve peder ve validelerini ve kavim ve kabilelerini feda edip, sıdk ve hak için fedai oldukları halde, hem "Benden bilerek yalan birşey haber veren, Cehennem ateşinden yerini hazırlasın" meâlindeki hadis-i şerifin tehdidine karşı, yalana mukabil sükût etmeleri mümkün değildir. Madem sükût ettiler; o haberi kabul ettiler, mânen iştirak edip tasdik ediyorlar demektir. (Mektubat, 19. Mektup)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:

BUHÂRÎ : (H. 194-256) Buharalı. Altıyüz bin hadisten seçilen 7275 hadis ile en sahih ve muteber olan Sahih-i Buharî adlı eserin sahibi.
CÂBİR-ÜL-ENSARÎ : Câbir Bin Abdullah El-Ensarî (R.A.) da denir. Meşhur sahabelerdendir. Bizzat Resul-i Ekrem'den (A.S.M.) ilim ve feyiz almış ve zamanında Medine-i Münevvere'nin müftüsü olmuştur. En çok hadis rivayetiyle meşhur olan altı sahabeden biridir. 1540 hadis rivayet etmiştir. 19 gazada hazır bulunmuştur. Hicri 73 tarihinde 94 yaşında Medine-i Münevvere'de vefât etmiştir. Akabe biatinde bulunan 70 Ensar'dan Medine'de en son vefat eden bu zattır.
FEDÂİ : Fedâkâr, kendini bir hizmete adayan.
FITRAT-I BEŞER : İnsanın yaratılışı, huyu.
GAZVE-İ HUDEYBİYE : Hudeybiye Savaşı.
İŞTİRAK : Ortaklık, katılma.
İTTİFÂK : Birleşme. Söz birliği etme.
KABÎLE : Birlikte yaşayan, konup göçen, bir sülâleden gelen insanlar.
KAVİM : Millet, aralarında dil, âdet, örf, kültür birliği olan insan topluluğu.
KIRBA : (C.: Kıreb-Kırebat) Saka tulumu. Deriden su kabı.
KÜTÜB-Ü SÂHİHA : Doğruluğu ispatlanmış kitaplar.
MAHAL : Yer.
MAİYET: Emri altındakiler
MEÂLÎ : Kısaca mânasına ait.
MEYL : Ortadan bir tarafa eğik olmak. * İstek. Yönelme. Arzu.
MİSÂL : Benzer, örnek.
MU'CİZE : Benzerini yapmaktan insanların âciz kaldığı şey.
MU'CİZE-İ BÂHİRE : Büyük ve ap açık mu'cize.
MUHÂL : İmkânsız; olması mümkün olmayan.
MUKABİL : Karşı, karşılık olarak, bedel.
MÜBÂREK : Bereketlenmiş, uğurlu, hayırlı.
MÜSLİM : Hicri 204-261, Miladi 820-875 yılları arasında yaşamıştır. Hadis âlimidir. İçinde 2775 sahih hadis bulunan ve 15 senede vücuda getirdiği Sahih-i Müslim adlı eserin sahibidir.
MÜTEVÂTİR : Yalan üzerinde birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir topluluğun naklettiği haber.
NAKLEN : Nakil yoluyla. Anlatmak veya hikâye etmek suretiyle.
NAKL-İ SAHİH : İçinde yalan yanlış olmayan doğru nakil, rivâyet.
NÂM : İsim, ün, şan.
PEDER : Baba.
RÂVİ : Rivâyet eden, nakleden.
SIDK : Doğruluk.
SÜKÛT : Suskunluk, sessizlik.
TASDİK : Onaylama, doğrulama.
TEKZİB : Yalanlamak, bir işe inanmayıp inkâr etmek, yalan olduğunu söylemek.
TEMSİL : Örnek, birşeyin aynısını veya mislini yapma, benzetme.
VÂLİDE : Anne.
ZEVRA' : Bir yer adı