Namaz usanç verir mi?

Namaz usanç verir mi?

Günlük Risale-i Nur dersi…

Bismillahirrahmanirrahim

 

Şüphesiz namaz, müminler üzerine belli vakitler için farz olarak yazılmıştır. (Nisâ Sûresi: 103.)

 

Bir zaman sinnen, cismen, rütbeten büyük bir adam bana dedi: "Namaz iyidir. Fakat her gün her gün beşer defa kılmak çoktur. Bitmediğinden usanç veriyor."

 

O zâtın o sözünden hayli zaman geçtikten sonra nefsimi dinledim, işittim ki, aynı sözleri söylüyor. Ve ona baktım, gördüm ki, tembellik kulağıyla şeytandan aynı dersi alıyor. O vakit anladım, o zât, o sözü bütün nüfûs-u emmârenin nâmına söylemiş gibidir veya söylettirilmiştir. O zaman, ben dahi dedim: "Mâdem nefsim emmâredir. Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez. Öyle ise nefsimden başlarım."

 

Dedim: Ey nefis! Cehl-i mürekkeb içinde, tembellik döşeğinde, gaflet uykusunda söylediğin şu söze mukabil "Beş İkaz"ı benden işit.

 

Birinci İkaz

 

Ey bedbaht nefsim! Acaba ömrün ebedî midir? Hiç kat'î senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

Sana usanç veren, tevehhüm-ü ebediyettir. Keyf için ebedî dünyada kalacak gibi nazlanıyorsun. Eğer anlasa idin ki, ömrün azdır, hem fâidesiz gidiyor; elbette onun yirmi dörtten birisini, hakiki bir hayat-ı ebediyenin saadetine medâr olacak bir güzel ve hoş ve rahat ve rahmet bir hizmete sarf etmek, usanmak şöyle dursun, belki ciddî bir iştiyak ve hoş bir zevki tahrike sebep olur.

 

İkinci İkaz

 

Ey şikemperver nefsim! Acaba, her gün her gün ekmek yersin, su içersin, havayı teneffüs edersin; sana onlar usanç veriyor mu?

 

Mâdem vermiyor; çünkü ihtiyaç tekerrür ettiğinden usanç değil, belki telezzüz ediyorsun. Öyle ise, hâne-i cismimde senin arkadaşların olan kalbimin gıdâsı, ruhumun âb-ı hayatı ve latîfe-i Rabbâniyemin hava-i nesîmini cezb ve celb eden namaz dahi seni usandırmamak gerektir.

 

Evet, nihayetsiz teessürât ve elemlere mâruz ve mübtelâ ve nihayetsiz telezzüzâta ve emellere meftun ve pürsevdâ bir kalbin kût ve kuvveti, herşeye kâdir bir Rahîm-i Kerîmin kapısını niyaz ile çalmakla elde edilebilir.

 

Evet, şu fânî dünyada kemâl-i sür'atle vâveylâ-i firâkı koparan giden ekser mevcudâtla alâkadar bir ruhun âb-ı hayatı ise, herşeye bedel bir Ma'bud-u Bâkînin, bir Mahbub-u Sermedînin çeşme-i rahmetine, namaz ile teveccüh etmekle içilebilir.

 

Evet, fıtraten ebediyeti isteyen ve ebed için halk olunan ve ezelî ve ebedî bir Zâtın aynası olan ve nihayetsiz derecede nâzik ve letâfetli bulunan zîşuur bir sırr-ı insanî, zînur bir latîfe-i Rabbâniye; şu kasâvetli, ezici ve sıkıntılı, geçici ve zulümâtlı ve boğucu olan ahvâl-i dünyeviye içinde, elbette teneffüse pekçok muhtaçtır. Ve ancak namazın penceresiyle nefes alabilir. (Sözler, 21. Söz)

 

Bediüzzaman Said Nursi

 

SÖZLÜK:

 

ABI HAYAT: Hayat Suyu Can suyu.

AHVÂL : Haller, durumlar.

BEDBAHT : Bahtsız, mutsuz, kötü, fenâ.

CEHL-İ MÜREKKEB : Bilmemekle beraber, bilmediğini de bilmemek.

CELB : Kendi tarafına çekmek, götürmek, kazanmak ,elde etmek.

CEZB : Kendine doğru çekme.

EBEDÎ : Sonsuz, sonsuzla ilgili, bitmeyen.

ELEM : Ağrı, acı, keder, dert, gam, kaygı.

EMEL : Şiddetli istek, gaye, ümit.

EMMÂRE : Kötülüğü emreden.

GAFLET : Dikkatsizlik, endişesizlik, vurdumduymazlık; nefsine uyarak Allah'ı ve emirlerini unutmak.

HÂNE-İ CİSİM : Cisim evi; beden.

HAVÂ-İ NESÎMÎ : Sabahki hava, temiz hava.

ISLÂH : İyileştirme, kötülüklerini giderme, düzeltme.

İŞTİYAK : Aşırı istek, ihtiyaç duymak.

KASÂVET : Sıkıntı, gönül darlığı, kalb katılığı.

KAT'Î : Mutlak. şüphesiz. Tereddütsüz.

KEMÂL : Olgunluk, mükemmellik, eksiksizlik, tamlık.

KÛT : Azık. Gıda. Rızık.

LATÎFE : Kalbe bağlı hassas bir duygu.

LATÎFE-İ RABBÂNİYE : Allah'ın yalnız kendi sevgisi için yarattığı kalbe bağlı ince bir duygu.

LETÂFET : Güzellik, hoşluk, nezâket, hafiflik, yumuşaklık, tatlılık.

MAHBÛB-U SERMEDÎ : Varlığı sonsuz olan ve ebediyen sonsuz sevgiye lâyık olan Allah.

MÂRUZ : Birşeyin karşısında ve tesiri altında bulunan, uğrama.

MEDÂR : Sebep, vâsıta, vesîle. Yörünge.

MEFTUN : Aşık, aşırı bir sevgiyle bağlanmış, tutkun. Fitne ve belâya tutulmuş olan.

MUKABİL : Karşı, karşılık olarak, bedel.

MÜBTELÂ : Alışkanlık kazanmış; tutkun, tutulmuş, düşkün, dertli, hasta, başı sıkıntılı, rahatsız, belâlı.

NÂMINA : Adına ona vekil olarak

NEFİS : İnsanın içinde bulunan ve kötülüğü isteyen hayvânî bir duygu.

NİYAZ : Yalvarma, yakarma, duâ.

NÜFÛS-U EMMÂRE : Kötülüğü emreden nefisler.

PÜRSEVDÂ : Sevdâ dolu.

SAADET : Mutluluk.

SIRR-I İNSÂNÎ : İnsana âit sır.

SİNNEN : Yaşca.

ŞİKEMPERVER : Mideye düşkün.

TAHRİK : Harekete geçirme; kışkırtma.

TEESSÜRÂT : Üzüntüler, teessürler.

TEKERRÜR : Tekrarlanma.

TELEZZÜZ : Lezzetlenmek, tat ve zevk almak, zevklenmek.

TELEZZÜZÂT : Lezzetlenmeler. Tat ve zevk almalar.

TEVECCÜH : Yönelme

TEVEHHÜM-İ EBEDİYET : Ebedî yaşayacağını zannedip Allah'ın emirlerinden ve âhiret için hazırlanmaktan gaflet etmek.

VÂVEYLÂ-İ FİRAK : Ayrılık çığlığı, feryadı.