Said Nursi'siz açılım da eksik kalır

Said Nursi'siz açılım da eksik kalır

KÖPRÜDER tarafından düzenlenen “Said Nursi ve Demokratik Açılım” konulu panel yoğun ilgi gördü

Nursel Iraz’ın haberi:

Risale Haber-Gebze Köprü Eğitim Kültür ve iletişim Derneği (KÖPRüDER) tarafından düzenlenen “Said Nursi ve Demokratik Açılım” konulu panel yoğun ilgi gördü.

Gebze Belediyesi Osman Hamdi Bey Kültür Salonunda gerçekleştirilen paneli Avukat Kadir Akbaş, araştırmacı-yazar Hüseyin Yılmaz, Siyaset Bilimci Doç. Dr. Ahmet Yıldız, gazeteci-yazar Kazım Güleçyüz katıldı.

Açış konuşması yapan Mustafa Duman, Said Nursi’nin Mutlakiyet-Meşrutiyet-Cumhuriyet gibi üç dönemi de yaşadığını ve bu konuda engin bir tecrübe birikimine sahip olduğunu söyledi.
Said Nursi’nin vefatının üzerinden 50 yıl geçmesine rağmen, eserleri ve fikirleriyle Türkiye'de ve dünyada her geçen gün artan bir ilgi ve alaka ile izlendiğini belirten Duman, “Onun yüzyıllardır tazeliğini koruyan fikirleri, günümüz Türkiyesinin, İslam aleminin ve tüm insanlığın sorunlarına Kur'an'dan reçeteler sunuyor, çareler getiriyor. Risale-i Nur adını verdiği eserlerini peşin hükümlerden uzak, samimi ve müdakkik bir nazarla inceleyen yerli ve yabancı fikir adamları, bu ortak tespitte birleşiyor. Said Nursi, gündemdeki demokratik açılım kapsamında yer alan konularda da çağın ihtiyaçlarını karşılayan inanç, akıl ve bilim eksenli yapıcı fikirler, yorumlar ve projeler ortaya koyuyor. Bir asır önce sorunun çözümü için çaba gösteren Said Nursi sadece söylemiyle değil bizzat eylemleriyle de bu zamanın insanlarına kurtuluş dersi veriyor” dedi.

BAŞBAKAN’IN BEDİÜZZAMAN’I ANMASI

Bediüzzaman’ın Başbakan Erdoğan tarafından demokratik açılım çerçevesinde anılmış olmasının, Türkiye'nin demokrasisi ve özgürlükleri açısından kayda değer bir gelişme olarak görüldüğünü vurgulayan Duman, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Anılan isimler arasında en çok alkışı Said Nursi'nin alması da bu ülkeyi yönetenlerin ve entelektüellerin üzerinde dikkatle düşünmeleri gereken bir husustur. Bu alkışlar, yıllarca yapılan baskılar ve yok sayılmalara rağmen Bediüzzaman'ın milletimizin gönlünde nasıl taht kurduğunun ve müşterek bir değer olarak fikirlerinin toplum üzerindeki birleştirici etkisinin en bariz tezahürüdür. Ayrıca bu gerçek hem onu hem de fikirlerini dikkate almayan çözümlerin başarıya ulaşamayacağını da açıkça ortaya koymaktadır. Önemli olan, Bediüzzaman Said Nursi'nin bu ülkenin birliği, beraberliği, insanımızın maddi ve manevi gelişimi ve insanları daha özgür yaşayabilmesi hususunda söylemiş olduğu fikirlerin dikkate alınması ve uygulanmasıdır. Bunun için de öncelikle Türkiye'nin idaresinde birinci derecede söz sahibi olanların, yetkililerin ve aydınların Bediüzzaman Said Nursi'nin yazmış olduğu Risale-i Nur eserlerini iyi okuyup değerlendirmeleri gerekmektedir.



“Özellikle, son dönemde gündemde yer alan ve demokratik açılımın bir parçası olan Kürt Sorunu ve bu husustaki açılımlarda bölgenin bir insanı olarak Bediizzaman'ın tespitleri ve problemlere çözüm teklifleri, etnik, kültürel, dini, mezhepsel farklılıkların barış içinde bir arada yaşaması hususundaki önerileri, demokratikleşme konusundaki orijinal fikirlerinin dikkate alınması, meselelerinin çözümü için hayati önemi haizdir. Kısacası nasıl ki Bitlisli Said Nursi'siz bir Türkiyenin maneviyatı eksik kalıyorsa, Bediüzzaman’sız bir demokratik açılım da eksik kalacaktır. Biz de KÖPRÜDER olarak fikri plandaki bu çözüm çalışmalarına Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri'nin fikirlerinden istifade ederek yapacağımız bu panel ile katkıda bulunmaya çalışacağız.”

MİLLİYETÇİLİK TOPRAĞI KUTSALLAŞTIRIYOR

Kürt açılımı olarak başlayan daha sonra demokratik açılım olarak adlandırılan sürecin kojonktürle örtüştüğünü ifade eden Siyaset Bilimci Doç. Dr. Ahmet Yıldız, askerlerin siyasete müdahalesinin çözümü geciktirdiğini açıkladı.

Milliyetçiliğin toprağı kutsallaştırdığını belirten Yıldız, “O toprağın her karışı, her taşı, her çakılı, her ağacı, her nehri, her dağı kutsaldır. Çünkü orada sizin atalarınızın ruhu vardır, hatıraları vardır. Orayı vatanlaştırmışlardır. Orası size aittir artık. Yani yer küreyi bir küre olarak düşünmezsiniz siz. O yer küre içerisinde sizin milli aidiyetinizin olduğu gruba deyim yerindeyse tahsis edilmiş bir toprak parçasıdır. O herhangi bir toprak parçası değildir. Onun için hiç kimseye yan gözle baktırmazsınız. O kutsal bir alandır. Siyasi rejim, hukuk sistemi, oluşan ahlaki gelenekler, töreler ve tabiî ki toprak, bir sivil teritoryal bağlanma ifade eder ama etnik boyutta ise belli bir soy ifade eder. Mesela kimilerine göre millet bir üst ailedir ya da süper ailedir. Şimdi bir aileyiz. Akraba aileler bir araya geliyor diyelim ki bir kabileyi oluşturuyor. Kabileler federasyonu ortaya çıkıyor. Kureyş bir kabileler federasyonu idi. Kureyş'in kendi içinde Ümeyyeoğulları ile Haşimoğulları arasında büyük bir rekabet vardır. Bu rekabet İslam tarihi açısından çok önemli sonuçlar doğurmuştur mesela. Bu aile, yani bir soy birliği var sayıyoruz ve bu şekilde genişletiliyor. Kemalist dönemde de buna benzer bir şey var. Bu açıdan Bediüzzaman’ı referans yapalım” dedi.

BEDİÜZZAMAN’IN TEŞHİSİ VE ÖNERİSİ

Yeni Asya yazarı Kazım Güleçyüz Bediüzzaman’ın asıl düşmanlarımızın “zaruret, cehalet ve ihtilaf” olduğunu, bunlara karşı da önemli silahlarımızın “sanat, marifet ve ittifak” olduğununu söylediğini hatırlattı. Güleçyüz, “Bütün sosyal sorunların temelinde bu 3 unsur yatıyor ve bunlar da milleti aydınlatmak, şuurlandırmak, tenvir etmekle izale edilebilir” dedi.

Araştırmacı-yazar Hüseyin Yılmaz ise Kürt Meselesi’nin Türk veya Kürt halklarının meselesi olmadığını Ankara’nın meselesi olduğunu söyledi. Osmanlı’nın asırlar boyunca uykusunu kaçırdığı Batılı hasımlarının bu cihan devletini târih sahnesinden silmenin yolunu İslâm dünyası ile birlikte parçalamakta bulduğunu ifade eden Yılmaz, Bediüzzaman’ın “Frenk İlleti” dediği ırkçılığın bu maksatla İslâm ve Osmanlı topraklarına salındığını söyledi.

Çanakkale’yi geçmek için 1915’de 250 bin şehid vermemize sebep olan İngilizlerin 1918’de kolaylıkla işgal ettikleri İstanbul’dan tek kurşun sıkmadan ve bir devir teslim merasimiyle şehri Refet Paşa’ya teslim etmelerinin tabiî olmadığına dikkat çeken Yılmaz, “İngilizlerin savaşla elde etmeyi ümid ettikleri her ne ise onun kendilerine taahhüd edildiğinin kat’i delili var. İngilizler gibi Fransız ve İtalyanların da savaşmaksızın işgal ettikleri topraklardan çekilmiş olmaları size de tuhaf gelmiyor mu? İşgalci milletler elde etmek istediklerini savaşmadan elde etmiş ve öyle çekilmişlerdir. İşgalcilere verilen taahhüdün başında Osmanlının bir daha asla dirilmesine müsaade edilmeyeceği taahhüdü geliyor” dedi.

Osmanlı’nın ana istinad notkasının İslâmiyet olduğunu, İslâmiyeti reddetmeden Osmanlıdan kurtulmanın mümkün olmadığını, bu sebeple inkılâbların İslâmiyetin reddi üzerine kurulduğunu anlatan Hüseyin Yılmaz, milleti ayakta tutmak için Batılıların telkin ettiği Türk milliyetçiliğinin tabiî neticesi olarak Kürtçülüğü doğurduğunu ifade etti.

Yılmaz, “Türkçülük yapmak Türkler için ne kadar meşru addedilebilirse aynı mantıkla Kürtlerin de Kürtçülüğü meşruiyet kazanır. Halbuki rkçılığın, aklî, mantıkî ve insanî hiçbir zemini yoktur. İslâmiyet de ırkçılığın her türlüsünü reddetmiştir. Bu reddediştir ki, Türklerle Kürtleri bin yıl bir arada kardeşçe yaşatmıştır, bir bin yıl daha da yaşatabilir. Kürt Meselesi’ni bitirmenin en kestirme yolu Ankara’nın resmî ve ırkçı ideolojiden vazgeçip İslâmiyete sarılmasıdır. Asıl tehlike iki halkı karşı karşıya getirme tertipleridir. Bu tertip ve sahiplerini lânetliyorum. Devlet’in derin tarafı bu meselenin birinci ve yegâne müsebbibidir. Bu sebeple de çözüm devletin derin taraflarına terkedilemez, İslâmi cemaat ve çevrelerin, bilhassa Nur talebelerinin daha fazla çalışmaları gerekiyor.”