Ahmet Altanla Bediüzzaman ve sanat sohbeti

Ahmet Altanla Bediüzzaman ve sanat sohbeti

Ahmet Altan ile bir Bediüzzaman ve Sanat sohbeti

Risale Haber-Haber Merkezi

Prof. Dr. Himmet Uç'un yazısı:

Ahmet Altan ile bir Bediüzzaman ve Sanat sohbeti
 
Ahmet Altan, Fırıncı Abi ve Çantacı Necmi Abi ile görüşmüş. Onların din ve dindar anlayışlarını ve olaylara, kainata bakış açılarını beğenmiş. Farklı dindarlık yapılarını seyretmiş ve etkilenmiş.

Onları değerlendirirken onlara parelel olarak fikirlerini beyan etmiş. Necmi Abi’nin “Allah bize odundan meyve yediriyor“ demesine karşılık Ahmet Altan, “Ben her meyvenin bir mucize olduğunu biliyorum“ diyor.

Bediüzzaman’ın meyve kelimesine çok büyük bir anlam genişliği ve ihata getirdiği eserlerinde görülür. “Onun coşkun rahmet, nimet, terahhum ve tahannününün cemal ve kemalle  yarattığı meyveleri, cemal ve kemalinin parıltı ve tecellileridir.” (Sözler 437) cümlesinde meyvelerin Allah’ın acıma ve şefkatinin, güzellik ve ideal yaratımının  meyveleri olduğunu, aynı şekilde güzellik ve kemalinin parıltı ve tecellileri olduğunu belirtir. Meyveler en ideal şekilde yaratılmışlardır ve insanın cazib duygularına hitab eden bir güzellik içinde yaratılmışlardır. Hem estetik hem fonksiyonel yaratılmıştır meyveler demek ister. Bu yorum onların Allah’ın mucizesi yani insanı acze düşüren bir sanatı olduğunu gösterir. Bediüzzaman insanı da arz ve semanın meyvesi olarak yorumlar. (Sözler 389)
 
Bir başka perspektiften “meyveler kelimeleriyle intak edip, yine kemâl-i san’atını ve cemâl-i rahmetini ilân ederler.“ Yani meyveler O'nun sanatının olgunluğunu ve rahmetinin güzelliğini gösterirler. Yine iki yönlüdür hem sanatsal hem de ihtiyaca göre olmak. Meyvelerin Allah tarafından bize sunulan, takdim edilen ihsanlar ve ikramlar olarak değerlendirir. (Sözler 583) Ağaçların vücuduna giren maddelerin meyvelere tam bir ayrım ile gitmeleri büyük bir  vahdet belirtisi ve görüntüsüdür. Farklı mineralleri meyvenin çeşidine göre ona yüklemek mucizedir. (Sözler 608)

Bediüzzaman bir romancı dikkati ile eşyaya ve olaylara bakar. O Allah’ın sanat eserlerini tanıtan bir dellal, bir gözlemci, tanıtıcı ve göstericidir. Adeta ilahi müze görevlisidir. “Bütün meyveler ve içindeki tohumcuklar, hikmet-i Rabbâniyenin birer mu’cizesi, san’at-ı İlâhiyenin birer hârikası, rahmet-i İlâhiyenin birer hediyesi, vahdet-i İlâhiyenin birer bürhan-ı maddîsi, âhirette eltâf-ı İlâhiyenin birer müjdecisi, kudretinin ihâtasına ve ilminin şümûlüne birer şâhid-i sâdık oldukları..." (Sözler 561) Bu paragrafta meyvelerin Allah’ın mucizesi olduğunu söyler, Ahmet Altan’ın kanaati de o yoldadır. Meyve aynı zamanda bir sanat harikasıdır, Allah’ın farklı nesneleri ve mineralleri, vitaminleri bir meyvenin formu içinde birleştiren bir eseridir. Ağaç bir kimya fabrikası, bir laboratuardır.

Meyvenin çekirdeği daha ileri boyutta bir mucizedir, çünkü onun içine meyvenin ve ağacın programı dürülmüş ve doldurulmuştur. Toprak ve ağaç işbirliği ile ortaya çıkar meyve  ve ağaç.
"Hattâ her meyvenin kalbi hükmünde olan herbir çekirdek dahi, Vahdetin birer maddî aynası oldukları gibi, zikr-i kalbî-i hafî ile, koca ağacın zikr-i cehrî sûretiyle çektiği ve okuduğu bütün esmâyı zikreder, okur." (Sözler. 561)

Meyve “hârika-i san’at ve manzûme-i rahmet”tir. Bu da yine sanatlı bir cümledir, meyve bir sanat harikası ve rahmetin şiiridir. Hatta Bediüzzaman kendisine sorulan bir soruya cevap verir.

"Suâl: Eğer dense, "Neden en çok misâlleri çiçekten ve çekirdekten ve meyveden getiriyorsun?"
Elcevap: Çünkü onlar hem mu’cizât-ı kudretin en antikaları, en hârikaları, en nâzeninleridirler, hem ehl-i tabiat ve ehl-i dalâlet ve ehl-i felsefe onlardaki kalem-i kader ve kudretin yazdığı ince hattı okuyamadıkları için onlarda boğulmuşlar, tabiat bataklığına düşmüşler." (Sözler 83)

Şimdi bu cümlede meyvenin kudretin mucizesi, antikası, nazenininidir. Natüralistler ve felsefeciler onları anlayamamıştır. Ahmet Altan ise inançsız olduğunu söylüyor, inkarcı filozofların ve natüralist filozofların gördüğünü görmüştür. O kendini öyle zannediyor. Meyvelerin güzellikleri de kendini sevdirmek isteyen bir İlahın varlığının göstergeleridir. ”Kendi rahmetinin güzel meyveleriyle kendini sevdirmesine karşı, muhabbet ve aşk ile mukabele ettiler.
Meyveler “San’at-ı Rabbâniye murassaâtı"dır (Sözler 56), Rabbani sanatın nakışları, süsleridirler.
Çekirdeği de bir sanat eseridir. ”Hem, san’at itibâriyle, koca ağacın bütün tarih-i hayatını taşıyan elmanın çekirdeği itibâriyle öyle bir hârika-i san’attır." (Sözler 77)

"Evet, kemik gibi bir kuru ağacın ucundaki tel gibi incecik bir sapta gayet münakkaş, müzeyyen bir çiçek ve gayet musannâ ve murassâ bir meyve, elbette gayet san’atperver, mu’cizekâr ve hikmettar bir Sâniin mehâsin-i san’atını zîşuura okutturan bir ilânnâmedir. İşte, nebâtâta hayvanâtı dahi kıyas et.” Bu cümle de yukarıdaki tesbitler doğrultusundadır. Ağacın sapında nakışlı, süslü  bir çiçek ve sanatlı, murassa  bir meyve sanatı seven ve mucizeler yaratan bir Sanatlı yaratıcının sanatının güzelliklerini insanlara okutturan bir ilannamedir.

Türk ve Dünya edebiyatında onun meyveye bu çok yönlü bakış açısına eşdeğer bir yorum yoktur. Ben Charles Bronte’nin Uğultulu Tepeler romanında pencere kelimelerini saydım. Bediüzzaman’ın pencere kelimesine getirdiği genişlikle kıyasladım, romancı gündelik hayatın pencere kelimesinden yukarı çıkmamış. Ama o roman dünya edebiyatında en çok pencere kelimesini kullanan roman. Bediüzzaman dünya edebiyatının ve felsefesinin meselelerinde çok ileri bir insan bunu zaman ortaya koyacak, şimdi daha üzerinden yüzyılın cürufu yeni kalkmaya başladı. Yaldızlı kağıtlara basılan eserleri dayatma ile kim okur, Ankara'da yaldızlı kağıtlara yazılan eserler yazılıp, devlet imkanları ile okullara gönderilirken, Bediüzzaman bunları hapishanelerde kibrit kutularına ve meyve torbalarına yazmış. Matbaası da Isparta’nın köyleri ve halkı. Allah‘ım sen neye kadirsin!
 
Ahmet Altan sizinle "İsyan Günlerinde Aşk Romanınız" hakkında bir mülakat yapmıştık, orada Hikmet Bey’in Selanik’ten İstanbul’a geldiğinde yaptığınız İstanbul  tasviri ne kadar harika idi. Sizin ruhunuzu  ve derinliğinizi yansıtan fonksiyonel  ve ruhsal bakışınız orada görünüyor. ”Bir sabah vakti karlı kapalı kubbeleri, minareleri, kuleleri, tepeleri ve tepelerine yayılmış  bir dantel gibi gözüken İstanbul’a varıp oymalı  geniş ve yumuşak bir dantel gibi gözüken İstanbul’a varıp yağan karla rengi solgunlaşmış sulardan yakamozlu  parıltılarla çırpınan  balıkları  kapan deniz kuşlarını, cami avlularından kanat patırtılarıyla havalanıp karlara karışan beyaz güvercinleri, gergef işleyen bir kadın parmağına  batmış bir tığdan oyalı bir beyazlığa sıçramış kan damlaları gibi gözüken  kırmızı fesli gölgeleri  bütün o  beyazlığın  içinde kara bir büyü gibi dolaşan  uzun siyah kayıkları görüp de kıyılara dizilmiş kahvehanelerden yükselen  ıslak tömbeki kokusuyla  tepelerdeki çiçek tarlalarından gelen serin fulyalarla kasımpatıların rayihalarına  karışan  zift  ve insan kokusunu  içine çekince ürperdi.” (İsyan Günlerinde Aşk  s.53/Himmet Uç, Roman ve Romancı, s.193)

Siz bu dikkatiniz yüzünden Bediüzzaman’ın meyve konusundaki fikirlerine yaklaşmışsınız, bravo sayın romancı.
 
“Tanrının en büyük emri tek kelime ara“ diyorsunuz. Bu konuda da Bediüzzaman harika cümleler kurar. Aramak başka kabir denilen yalnız başına hapishaneden kurtulmak ve kabri baki bir aleme açılan kapıya çevirmeyi aramak. Başkalarına yük olmamak için tayinatını çalışarak aramak. Hayatın dayanılmaz elemlerine dayanmak için bir istinad noktası aramak, işte o nokta Allah. Dünyanın ve ahiretin  dertlerine bir şifa olarak iman ilacını aramak. Bir seyyah olarak varlıklardan, olaylardan hareketle Allah’ı aramak. En çok kullandığı tema budur onun. Günahlarına kefaret aramak. Dünyevi ve süfli zevkleri bırakıp ulvi ve yüce zevkleri aramak. İlimlerle fenlerin Allah’ın Esması arasında olan ilişkilerini aramak. Bir de kendini aramak. Bir de en önemlisi hak dini aramak. Allah’a giden yolları aramak. Bütün bunlar onun aramak kelimesine getirdiği genişliktir. Siz bir filozof gibi düşünüyorsunuz. Bu yüzden  “tekâmül” etmek, gelişmek, olgunlaşmak, ilerlemek ancak aramakla mümkün, aradıkça yürüyoruz” diyorsunuz. Bediüzzaman insanın bu dünyaya geliş gayesini ilim ile tekemmül etmek olarak değerlendiriyor, bu da aramak ile mümkündür.

“Bütün hayvanları mükemmel yaratan Allah, bir tek insanı bu mükemmellikten uzak tutuyor. Verebileceklerinin hepsini vermiyor.” Bu cümleniz de Bediüzzaman da var. 23.söz isimli eserinde hayvanın adeta başka bir alemde tekemmül etmiş olarak geldiğini ve bir veya birkaç gün içinde hayatla münasebetini kurduğunu  söylüyor . İnsan ise ancak birkaç yılda ayağı kalkıyor ve ömrünün sonuna kadar öğrenmek ve gelişmek durumunda. İnsanın çalıştıkca büyüyen plastik karakteri ve istidanını böyle ifade ediyor ve siz de bu yolda söylüyorsunuz. ”Onun yerine, insanın “arayabileceği” geniş bir arazi bağışlıyor ona, istiyor ki bu arazide tek başına yürüsün, arasın, bulsun, ilerlesin ve “yaratıcısını” bu ilerleme yeteneğiyle sevindirsin.”

Bu cümleniz günah değil Bediüzzaman eserlerinde bini aşkın yerde sanat kelimesini kullanıyor ve  Allah‘a Nakkaş-ı Zülcelal diyor. Sanatkar-ı Zülcelal diyor.  O melekleri, ahireti, Allah’ı, varlık ve gözlemi hep sanat terimleri ile arıyor. Güzellikle sanat arasındaki bağları öyle kuruyor ki mübalağa değil Kant‘tan daha ileri bir boyutta sanat ve güzellik ilişkilerini anlatıyor. Bu konu bir kitap olacak kadar geniş. O bir sanatkar, en büyük sanatkarı bir sanat dili ile anlatıyor. Sanatta seyir vardır, seyrangah vardır, seyirci vardır. İnsan ona göre bir seyircidir bu büyük galeri olan kainatta, teşhirgahta. Bu yüzden aşağıdaki cümleniz tam bir hakikat. “Bilmiyorum bunu söylemek günah mı, haddini aşmak mı ama bana tanrı hep büyük bir sanatçı gibi gelir, yarattığının “mükemmel” olmasıyla yetinmeyecek kadar büyük bir yaratıcı, yarattığının mükemmelliği kendi başına bulabilecek kadar mükemmel olmasını isteyen, kendi görkeminin, yarattığının bu mükemmelliği bulabilecek yeteneğinde billurlaşmasını arzulayan bir sanatçı.”

Şöyle diyor, “Mahlukatını mümkün suretlerin en mükemlelinde görmek istiyor.” Yine diyorki “Daire-i imkanda daha güzel yoktur.” Yani Allah ne yaratmışsa en güzelidir. Bu yüzden bu yorum da doğru .”Onun için insanın her arayışını, her buluşunu, Allah’ın aslında kendisine gösterilen bir saygı, yaratıcılığının rakipsizliğine bir alkış olarak değerlendirdiğini hayal ediyorum.”